Tıp Fakültesi
“Eğer gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırak!”
Albert Einstein [1879-1955; Alman bilim adamı ve aktivist]
Hatırlayanlar olacaktır, bundan 1-2 hafta önce Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ün tıp eğitimi anabilim dallarının kapatarak bu alanda lisansüstü eğitimi Sağlık Bilimleri Enstitüsü bünyesinde yapılması kararını konu alan bir yazı kaleme almıştım. Yazımda bu kararı memnuniyetle karşılayıp desteklediğimin, biraz da “üst perdeden” dile getirmiştim. Bu yazı ile ilgili beklemediğim iki şey oldu. Birincisi, tahmin edemeyeceğim kadar fazla destek mesajı aldım. Bu konuda benim gibi düşünen böylesine bir kitlenin varlığı beni ülkemizdeki tıp eğitiminin geleceği adına ümitlendirdi. Beklemediğim ikinci şey ise, düşüncelerimi böylesine “üst perdeden” dile getirdiğim halde bu alanda sayıları onları geçen ve bu işe ciddi gönül vermiş pek çok kişi olmasına rağmen tek bir tane olumsuz mesaj almamamdı.
Bunun iki sebebi olabilirdi; ya söylediklerimde tümüyle haklıydım, üzerine söylenecek bir söz yoktu, ki bu ihtimal dışıydı; ya da bir fırtına öncesi sessizlik veya “gereğinin yapılmış olmasının” verdiği bir rehavetti. Çok geçmeden sessizliğin nedeni anlaşıldı; Atlılar çoktan Üsküdar’ı geçmişti.
Anlatayım; Geçen hafta Medimagazin’de bir haber çıktı: “Tıp eğitiminde akreditasyon dönemi.” Habere göre Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu (UTEAK), isteyen her tıp fakültesinde akreditasyon değerlendirmesi yapacakmış. “UTEAK da neymiş?” diye soracak olursanız, UTEAK Tıp Dekanları Konseyinin oluşturduğu, 17 kişiden oluşan bir Kurul. Yedi üyesi Tıp Dekanları Konseyi tarafından seçiliyor (bu 7’de 4’ün tıp eğitimi Anabilim dalından olması gerekiyormuş), dört üye Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından belirleniyor (Ek bilgi: TTB Eğitim Kolu Başkanı ile UTEAK’ın Başkanı aynı saygıdeğer hocamız.), Tıp Dekanları Genel Sekreteri tarafından kendi kurumundan belirlenen ve UTEAK Sekreterliği görevini üstlenecek bir öğretim üyesi, bir önceki UTEAK Başkanı, kurul üyeleri tarafından önerilen ve üzerinde oy çokluğu ile uzlaşılmış bir toplum temsilcisi, geri kalan üç üyenin ikisi öğrenci temsilcisi, biri de Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen bir hekim.
Haberden öğrendiğimize göre UTEAK 2007 yılında (Sabık YÖK Başkanı görevi devretmeden önce. Not: “Sabık”, “önceki”, “eski” ile eş anlamlıdır. Bkz. TDK Sözlüğü) kuruluşunu tamamlamış ve 2008 Mart ayında ilk toplantısını yapmış.
Teşbihte hata olmazmış, bu konudaki bir önceki yazımda Probleme Dayalı Öğretimi -PDÖ’yü- bir virüse benzetmiş ve “Ama maalesef gitmeden önce rektörlük ve dekanlık yetkilerini kullanarak ve ülkenin bazı tıp fakültelerinin yetkililerini de ikna ederek bu “virüsü” pek çok yere bulaştırdılar.” demiştim. Meğerse ne kadar safça düşünmüşüm, daha da öte gitmişler, atı alıp Üsküdar’ı geçmişler, bir de atlarını sağlam kazıklara bağlamışlar. Kısacası bundan sonra bir derneğin “klonlanmış” hali olan bir kurul ülkenin tüm tıp fakültelerinin eğitimini denetleyecek ve onları akredite edecek, yani onların ifadesiyle “eşyetkilendirecek”. Klonlama dediysem, tabii bazı gen transferleri yapılmış ama sadece isimler değişmiş, kökenler aynı.
Bu konuyu tekrar ele alma nedenim, ülkemizdeki tüm tıp fakültelerinin sayın dekanlarına bir çağrı yapmak ve naçizane bir uyarıda bulunmak. Sayın dekanlar, siz bu UTEAK yaptırımını kucağınızda buldunuz, lütfen UTEAK yönergesini, amaçlarını, akreditasyon komitesinin ve alt komisyonlarının üyelerinin kurumsal aidiyetlerini bir kez daha gözden geçiriniz. Satır aralarını iyi okuyunuz. Eğitim konusundaki özerkliğinizi, yetkilerinizi ve denetimlerinizi tek sesli bir oluşuma terk etmeyiniz. Şu anda akreditasyon “gönüllülük” esasına göre yürütülüyor, ama kısa bir süre sonra oluşacak “mahalle baskısıyla” kendinizi “akredite ettirmeye” mecbur hissedeceksiniz ve o gün nelerle karşılaşacağınız UTEAK dokümanlarında yer alıyor, lütfen iyice okuyunuz. Henüz PDÖ’ye geçmediyseniz bir kez daha düşünün, eğer siz görevi devralmadan önce PDÖ’ye geçildiyse iki kez daha düşünün. PDÖ yalnızca bir “eğitim projesi” değildir, aynı zamanda bir “toplum mühendisliği projesi”dir.
Bu yazıyı sadece tarihe not düşmek ve sosyal sorumluluk çerçevesinde yazdım. PDÖ gibi UTEAK da tıp eğitimi ve tıp fakülteleri için potansiyel bir sorun olarak karşımızda durmakta. YÖK bir ölçüde bu konuda tedbirler alma girişiminde bulundu, şimdi sıra -ve sorumluluk- tıp fakültesi dekanlarında. Benden söylemesi?