Bir önceki yazıma ‘eğitim şart’ diye başlamış, eğitimle ilgili düşüncelerime dair notlar düşmüş ve eğitim işinin öncelikle bir gönül ve emek işi olduğunu, günümüzde mekanı ve zamanı olmadığını, meşhur tabirle 7 gün / 24 saat / 365 gün olduğunu vurgulayarak bitirmiştim (1).
Eğitim önemlidir, hele tıp fakültesindeki eğitim daha da önemlidir, zira insanın sağlığı, hayatı söz konusudur. Halk arasındaki meşhur deyimle ifade edecek olursak, “yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder”.
İyi, kaliteli, yeterli ve başarılı bir eğitim için ne lazım denirse cevap aslında bellidir: Öğrenciyi hariç tutarsak, araç gereci ile donanımlı binalar, geniş akademik eğitici kadro, eğitim yöntemi ve yeterli hastadır.
Öğrenciler açısından pek sorun yoktur zira bu ülkenin anaokulundan / ilkokulundan itibaren yetişip gelmiş ve yükseköğretim seçme sınavında ilk 50 bin, hatta ilk 20 bine girmiş en zeki ve başarılı öğrenciler tıp fakültelerini tercih etmektedir. Bu nedenle dilerseniz öğrenci dışındaki faktörleri kısa da olsa tek tek ele alıp analiz edelim.
Eğitim öğretime uygun, öğrencilerin ihtiyacını karşılayacak ölçüde ve her açıdan tefriş edilmiş derslik, amfi, laboratuar, kütüphane gibi bina ve donatıların öğrenci kontenjanı ile orantılı olması gereklidir. Köklü kurumlar için fazla bir sorun yok ama kontenjan artırımında onlarda da ciddi sıkıntılar yaşanabilmektedir. Mesela bir örnek vermek gerekecek olursa, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, bu yıl 150’si Türkçe, 60’ı İngilizce eğitim yapmak üzere 210 öğrenci almıştır. Bununla birlikte geçen yıldan beri de Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne alınan 30 öğrenciye de yapılan protokol gereği eğitim vermektedir. Bu sayıya ayrıca bu yıl İstanbul merkezli Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Erzurum Tıp Fakültesi’nin 60 öğrencisi de ilave olmuş ve toplam sayı 300’e ulaşmıştır. İlave %43’lük bir kontenjan artırımı, devam mecburiyeti olmadığı takdirde derslik ve amfilerde pek sorun yaratmayabilir ama uygulamalı dersler olan anatomi, fizyoloji, biyokimya, mikrobiyoloji ve farmakoloji gibi dallarda ciddi sorunlara yol açabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerektir. Van Tıp Fakültesi’nde bile kuruluş yıllarında anatomide tek bir öğretim üyesi vardı (yardımcı doçent) ve YÖK’ün 120 kişilik kontenjana kadar zorunlu tutmasından dolayı iki adet de kadavra vardı. Yıllar sonra kendi stajyerlerim ve asistanlarım için anatomidekilerle birlikte mediyastinal diseksiyon yapmak istediğimde bu kadavralara hiç dokunulmadığını ve formol havuzunda durmaktan dolayı tanınmaz hale gelip katılaşarak taş gibi olduklarını, bistüriyle bile kesemediğimi hayretle fark etmiştim.
Akademik yani eğitici kadro konusunda da köklü ve büyük şehirlerdeki üniversitelerde fazla bir sorun olmasa da yeni kurulmuş ya da kurulalı fazla olmamış yerlerdeki sorunlar öyle kısa zamanda çözülecek gibi gözükmüyor. Örneğin Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi, ilgili tarihte kuruluşunun üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen birçok anabilim dalında doktor öğretim üyesi bile olmadığı gibi, ne kendisine ait ne de afiliye olduğu donanımlı ve yeterli bir hastanesi bile yokmuş (2). Umarım aradan geçen 4 yıl zarfında akademik kadro ve diğer konulardaki eksiklerini tamamlamıştır. Bu sorun ve sıkıntıların yalnız Giresun gibi fakültelerde değil, ondan önce kurulmuş, ya da onunla aynı yıllarda kurulmuş birçok tıp fakültesinde olduğu göz önüne getirilecek olursa, Giresun’dan sonra ve üstelik daha yeni kurulmuş tıp fakültelerindeki ‘ahvâl ve şerâit’i takdirinize bırakıyorum.
Yeni kurulan tıp fakültelerindeki eğitim problemleri konusunda geçtiğimiz haftalarda basında çeşitli haberler yer almıştı (3,4). Sonrasında YÖK’ün konu ile ilgili yaptığı açıklamasında “öğretim üyesi olmadan eğitim ve öğretim faaliyetine başlayacak herhangi bir tıp fakültesi yok” denildi ve ardından eklendi “yeni kurulan tıp fakültelerinde asgari öğretim elemanı sayısı sağlanıncaya kadar öğrencilerimiz eğitimlerini aynı ilde veya komşu ilde mevcut olan diğer tıp fakültesinde, uygulamalı eğitimlerini de afiliye oldukları eğitim ve araştırma hastanesinde sürdürmektedirler”. Açıklamada ayrıca, “yeni kurulan bütün fakültelerde olduğu gibi tıp fakültelerinde de hukuki kimliklerinin oluştuğu anda öğretim elemanlarının bulunmasının, mevzuat açısından ve pratikte mümkün olmadığı” belirtildi (5).
Halbuki açıklamanın aksine Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulma kararı 1992’de alınmış olmasına karşın, hemen öğrenci alıp onları pekâlâ Van’da tıp fakültesi olmadığı için en yakın tıp fakülteleri olan Erzurum ya da Diyarbakır’da eğitime gönderebilirdi. Fakat öyle yapmadı önce temel tıp bilimleri binası dahil eğitimle ilgili binalarını ve donanımını gerçekleştirdi, akademik kadrosunu da o yılların zorlu şartlarında hızla oluşturdu. Van Devlet Hastanesi ile afiliye olmayıp kendi müstakil sağlık uygulama ve araştırma hastanesini kurdu. Ve Eylül 1994 tarihinde hastanesini faaliyete geçirip o yıl asistan ve öğrenci alımına, eğitimine başladı. Tabiri caizse kervanı yolda dizmedi; bina, altyapı ve akademik kadrosunu kurup o şekilde eğitim işine start verdi, olması gerekeni yaptı. Bu yönüyle kurucu dekanı, akademik ve idari kadrosu ile eşi benzeri nadir görülür bir hikâye yazdı. Bu hikâyenin en başında değilse de, eğitim işi başladıktan sonraki kısmına 11 yıl boyunca ben de şahitlik ettim ve belgeleyip bu tarihe not düşmeye çalıştım (6,7,8).
Bu noktada birkaç hususun daha altını özellikle çizmek isterim. Kurucu Dekanımız Prof. Dr. Dursun Odabaş’ın Van Tıp Fakültesi’nin kuruluşu ile ilgili sözleri ve uygulamalarından hareketle diyebilirim ki, karşılaşılan her güçlük gerek kendisinin ve gerekse akademik ve idari kadronun emek, özveri, feraset ve basireti sayesinde kısa sürede aşılmıştır. Eğer fakülte resmi kuruluş kararı alındığı anda öğrenci alıp onları Van’da tıp fakültesi olmadığı için en yakın tıp fakültelerine gönderse idi hem bir rehavet oluşacak, motivasyon azalacak, o fakültelere de ilave yük bindirilecek, öğrencilerin aidiyet duygusunun oluşmasında ve üç yıl sonra esas fakültelerine dönüşlerinde de uyum sorunu yaşanacaktı. Van Devlet Hastanesi ile afiliyasyon teklifini kabul etmeyip bütün zorluk ve sıkıntılarına rağmen fakülteye ait bir hastane fikrinde ısrar etmesi de isabetli olmuş ve oluşabilecek bazı sorunları baştan önlenmiştir. Bu şekilde müstakil ve bağımsız olunabilmiş, üçüncü basamak hüviyeti kazanılmış ve afiliye hastanelerdeki fakülteye mensup olan ya da olmayan hekim ayrımını ve bundan kaynaklanan sorunların da önüne geçilmiştir. Bu sorunların çoğunu bugün afiliye olan hastaneler az ya da çok yaşamış ve yaşamaya da devam etmektedir. Bir üniversite ile afiliye olan hastanelerde hekimlerin bir kısmının üniversite kadrosuna alınması, diğer kısmının alınmaması idari, mali, mesleki ve etik sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır.
YÖK açıklamasının başka bir yerinde de “bahsi geçen diğer illerdeki tıp fakültelerindeki toplam öğretim elemanı sayısı haberde belirtildiği gibi (0) olmayıp 215’tir” bilgisi verilmektedir. Bu rakam ile İstanbul dışındaki Sağlık Bilimleri Üniversitesi ile afiliye olan eğitim ve araştırma hastanelerinde görev yapan akademik personel kastedilmektedir. Basındaki haberlerde tıp fakültesi (henüz) kurulmadığı için bahsi geçmeyen, ama YÖK’ün verdiği öğretim elemanı sayısına dahil edilen bu hastanelerden biri olan Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde bu yılın başlarında bir ay geçici görevle bulunmuştum. Bir doçent, 10’u aşkın doktor öğretim üyesi olmak üzere toplam 250’ye yakın uzman hekimin görev yaptığı eğitim ve araştırma hastanesinde elbette tıp fakültesi kurulmadığı için öğrenci yoktu fakat ne asistan ve ne de başka bir eğitim faaliyeti mevcuttu. Araştırma konusunu bilmem ama bütün devlet hastanelerinde olduğu gibi rutin hastane hizmetleri yürütülmekte idi. Bu konuyla alakalı olarak yeri gelmişken bir başka ilginç uygulama örneğini de vermek istiyorum. Benim de 15 yıla yakındır çeşitli akademik ve idari pozisyonlarda görev yaptığım Sağlık Bilimleri Üniversitesi ile afiliye olan İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Göğüs Cerrahisi Bölümü’nün (geçici bir süre denilerek) iki yıla yakın zamandır bir devlet hastanesi olan Sultanbeyli’nin bir katında eğitim ve klinik uygulama hizmetlerine devam ettiği göz önüne getirilecek olursa, devlet hastanesi ve eğitim&araştırma hastanesi arasındaki fark gitgide belirsizleşmekte ve karışmaktadır. Asistanlar olmasa Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği’nin bir devlet hastanesinden bir farkı kalacak mıdır? Ya da bir başka deyişle bir eğitim kliniği (Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi) varken Sultanbeyli Devlet Hastanesi’ni, Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden farklı kılan nedir ve eğitim&araştırma hastanesi olmaması için hangi gerekçe vardır?
Eğitim yöntemi konusunda ise spesifik ve teknik bir konu olduğundan işi erbabına havale ederek sükût ediyorum. Sadece fakülte ilk yıllarımda ders geçme sistemi varken sonradan komite sistemine geçildiğini, ben dahil öğrencilerin büyük bir kısmı kalınca da telafi imtihanı yoluna gidildiğini hatırlıyorum. Van Tıp’da iken de entegre tıp eğitimine geçildiğini ve şimdilerde de akredite bir tıp eğitimi uygulandığını not etmekle iktifa edeyim. Staj eğitimi ile ilgilendiğimden tıp eğitimi yöntemleri hakkında bir ilgim ve uğraşım olmadı.
İlk yazımda, Türkçe, Türkçe / İngilizce ve İngilizce tıp eğitimi yapılan üniversitelerin sayısal verilerini paylaşmıştım (9). Türkçe bilim dili olarak yeterli olduğu halde İngilizce eğitim yapan tıp fakültesi olmasını öteden beri hep yadırgamışımdır. Elbette bir yabancı dil ve özellikle uluslar arası özelliği olan İngilizceyi bilmek, tıbbi kaynaklara erişim ve yurtdışı eğitim ve çalışma faaliyetleri için oldukça önemlidir. Fakat ülkedeki yabancı dil eğitiminin durumu ortada iken, üniversitelerde bile İngilizceyi yazıp anlayıp anlatacak düzeyde akademisyen yetersizken, Türkçe tıp kaynakları ve de en önemlisi Türkçe bilim dili olarak yeterli iken, tıp eğitiminin İngilizce olmasını anlamlı ve isabetli bir uygulama olarak görmediğimi belirtmek zorundayım. İngilizce eğitim elbette yurtdışından öğrenci kabulünü ve talebini arttırıp kolaylaştırabilir ama bu ancak bu yönde akademik kadrosunu oluşturmuş köklü devlet üniversiteleri ve belli başlı vakıf üniversiteleri için düşünülebilir. Hele aynı fakültede akademik kadro aynı ve belirli iken hem Türkçe hem de İngilizce eğitim için öğrenci alan üç büyük şehir dışındaki illerdeki tıp fakültelerinin durumunu izah edebilmiş değilim. Kaldı ki, İngilizce ve İngilizce / Türkçe eğitim için öğrenci kabul edilen üniversitelerde temel tıp bilimleri derslerinin bir kısmı İngilizce yapılsa bile klinik bilimlerde ve stajlarda dersler Türkçe yapılmaktadır. Haydi İngilizce anlayan ve konuşan akademik kadro yeterli, ama fakülte ve hastane personeli, hasta ve yakınları Türkçe konuşup anlaşmaktadır. Hem yurtdışından tıp eğitimi için gelen yabancı öğrencilerin de Türkiye’de tıp eğitimlerini Türkçe yapmaları, Türkçe’nin öğrenilmesi ve yaygınlaşması açısından iyi ve faydalı olmaz mı? Tıp eğitiminde İngilizce’nin eğitim dili olarak kullanılmasının uluslararası öğrencisi olmayan fakülteler için gözden geçirilmesi ve gerçekten İngilizce eğitim yaptırabilecek akademik ve idari personele sahip olan, hatta yurtdışından yabancı hastaların rağbet ettiği az sayıdaki üniversite ile sınırlandırılması kanaatindeyim.
Hasta sayısı ve çeşitliliği konusunda ise tıp fakültelerinin ikinci yarısında yani son üç yılda stajlarda yeterli sayıda hasta görebilmeleri için tıp fakültesinin sağlık uygulama ve araştırma hastanesinin bulunduğu o ilin (ilçenin) nüfusunun belli bir sayıda olması gerekmektedir. 2010 yılına kadar bu konuda bir kriter yokken, 2010’da 750 bin nüfus kriteri gelmiş, bu sayı 2013’de 500 bine düşürülmüş ve günümüzde ise yine en başa dönülmüş, ortada bir nüfus kriteri kalmamıştır (10). Bu nedenle yeni kurulan tıp fakülteleri o ildeki varsa eğitim&araştırma hastanesi ya da devlet hastanesi ile stajlar için afiliyasyon yapsa bile hasta sayısı ve çeşitliliği yeter düzeyde olmayacaktır. Vakıf üniversitelerinin birçoğunda da durum bundan farklı değildir. Zira birçok özel üniversitenin bünyesindeki tıp fakültesi uygulama hastanelerinde hasta sayısı devlet hastanelerine göre hem daha azdır ve hem de özel hasta konumundadır. Van Tıp’ta iken stajyerlerimizden birinin İstanbul’da bir özel üniversiteden geçiş yaptığını duyduğumda nedenini sormuştum. Cevabı beni hayli şaşırtmış ve düşündürtmüştü. “Hocam stajlarda gördük ki hasta sayısı hem çok az hem de özel hasta oldukları için biz stajyerleri istemiyorlar, rahatsız oluyorlar. Biz 4. sınıfta doğru dürüst ne hasta viziti, muayenesi yaptık, ne de herhangi bir işlem gördük, ortalıkta dolandık durduk, bir yerlerde vakit geçirdik” demişti. Staj eğitiminde 10. yıla ulaştığımız Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi tam da bu nedenle birçok stajının İstanbul’un muhtelif eğitim ve araştırma hastanelerinde yapılmasını sağladığı gibi öğretim üyesi ve hasta yetersizliği nedeniyle Göğüs Cerrahisi stajı da birlikte Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde yapılmaktadır.
Son olarak şu önerimi bir kez daha vurgulamak ve altını çizmek istiyorum. Yakın geçmişte ya da henüz yeni kurulmuş olan tıp fakültelerinde eğitim ve kalite işine odaklanmak, elde mevcut olanakları doğru ve yerinde kullanabilmek için, bu andan itibaren bir tane bile olsa yeni tıp fakültesi açmaktan vazgeçilmelidir. Elbette yıllar içinde mevcut tıp fakülteleri toparlanıp her açıdan eksikleri giderilir, her biri kaliteli ve nitelikli bir tıp fakültesine dönüşürse, ayrıca nüfus artar, hekim ihtiyacı belirirse o zaman planlı programlı olmak kaydıyla yeni bir tıp fakültesi daha açılması düşünülebilir. Tersi olursa tekrar ifade edeyim, doktor işsizliği bir yana ondan daha vahim ve acı neticesi, her geçen yıl bir öncekine göre doktorluk ve dolayısıyla sağlık hizmetlerinin kalitesindeki düşüş olacaktır. Tıp diploması yetmeyecek, hangi tıp fakültesinden mezun olduğunuz öne çıkacak, dahası bu yeni tıp fakültelerinin açılmasında rol alanların dahi kendilerinin ve yakınlarının sağlığını, canını bu fakültelerden mezun olmuş doktorlara emanet etmede ciddi güven sorunları yaşanacaktır. Buna ise hekimler olarak ne bizim ne de eğitim&sağlık politikalarını belirleyenlerin razı geleceğine inanmak dahi istemiyorum.
Bu yazım, tıp fakültesi konusunu değişik açılardan irdelemeye çalıştığım yedinci ve son yazımdır. Bu konuda elbette söylenecek daha çok şey var ama bu kadarının konuyu ve meramımı anlatmaya yeteceğini düşünüyorum. Tıp fakültesi konulu yazı dizisinde, bilebildiğim ve gücüm yettiği kadar mülâhazalarımı (fikir) paylaşmaya çalıştım. Umarım konuya dikkat çekip farkındalık oluşturmuş, tartışılmasına ve çözüm yolları üretilmesine bir nebzecik de olsa vesile olmuş, katkı sunmuşumdur.
KAYNAKLAR
- https://www.akademikakil.com/tip-fakultesinde-egitim-uzerine-notlar/irfanyalcinkaya/
- https://www.medimagazin.com.tr/hekim/universiteler/tr-9-yillik-tip-fakultesi-ogrenciye-hoca-yok-hocaya-doner-yok-2-15-71246.html
- https://www.artigercek.com/haberler/osym-verileri-tip-fakultelerinde-akademik-kadro-yetersiz
- https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/emin-colasan/bos-tip-diplomalari-6039781/
- https://www.memurlar.net/haber/924542/yok-ten-tip-fakultelerine-iliskin-aciklama.html
- Van YYÜ Tıp Fakültesi’nin Kuruluş Hikâyesi (Zor Yıllar) https://www.youtube.com/watch?v=ZwLsHpqIps4&t=84s
- Prof.Dr. Dursun Odabaş’ın Van’a Veda Konuşması https://www.youtube.com/watch?v=Z7vReYWcWfI&t=190s
- Van Tıp Hikâyesi https://www.youtube.com/watch?v=afoobbw4Yno&t=193s
- https://www.akademikakil.com/turkiyedeki-tip-fakultelerinin-panoramasi/irfanyalcinkaya/
- https://www.akademikakil.com/tip-fakultesi-acilma-ve-kontenjan-belirleme-kriterleri/irfanyalcinkaya/
6 yorum
O yıllarda (1993) YYÜ Rektörümüz Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen hocamızın kuruluş sürecindeki katkıları unutulmaz. Bendeniz de Sağlık Hiz.MYO Müdürü olduğum o dönemde Dekanımız ile birlikte Rektörümüzün yaptıkları muhteşem işbirliğine şahidim.
Ben 11.1994’den sonraki van tıp fakültesi kuruluş ve gelişme sürecine dahil olduğum için öncesine dair malumatım sadece bilgilerden ibaret. Doğu’da o yıllarda bir tıp fakültesinin kuruluş hikayesini aylarca çalışarak ve tüm ilgisizliğe rağmen kayıt altına almaya çalıştım. Gönlüm isterdi ki van tıp fakültesinin olağanüstü ve nadide hikayesi kollektif bir şekilde bizzat olayın failleri ve şahitleri tarafından bilgi ve belgelerle dökümanter bir çalışma şeklinde ortaya konulabilseydi, olmadı, olamadı ne yazık ki, buna rağmen tıp fakültesi konulu yazılarında yer yer bu başarılı örnekten bahsettim, son van depremi ile hasar alan van tıp fakültesi binaları yıkılmıştı, orası şimdi kent parkı olmuş, hatıralar ve fotoğraflar olmasa kimse inanmaz orada bir zamanlar bir tıp fakültesi kurulduğuna, bizler yaşadıkça van tıp fakültesi yaşamaya devam edecek hafızalarda ve gönüllerde, ne mutlu bize ki biz bu hikayenin birebir oyuncuları ve şahitleriyiz
İrfan hoca, bu değerli düşüncelerinizin her satırının altına imzamı atarım. Ülkemin geleceğine dair derin bir karamsarlık duyuyorum. İlçelere dahi Tıp fakültesi(Bandırma) açılması karşısında sükutu hayal içindeyim. Allah’a şükür ki emekliliği hak etmiş durumdayım. Ülkemdeki bu akıl almaz işleri gördükçe uğruna canımı verecek kadar bağlı olduğum bu toprakları terk edesim geliyor. Şu an Ankara Tıp 4. sınıfta olan oğluma kendim için hiç düşünmediğim yurt dışında hekimlik yapması seçeneğini bir alternatif olarak sunuyorum. Oysa bu toprağın insanına ölesiye hizmet aşkıyla ömrünün hiç bir döneminde yurt dışını düşünmemiş ve bunu düşünenlere de kızan birisiydim. Pek çok şeyde olduğu gibi ”BEN YAPTIM OLDU” mantığı insan hayatını birebir etkileyecek böyle bir konuda asla kabul edilemez. Dünya standardında bir akreditasyon ve Tıp fakültesi açma kriterleri olmalıdır. İşin en ironik tarafı, bu yapılan akla ziyan işlerin bu dünyada yapılan her şeyin Kiramen Katibin tarafından kayıt altına alındığı ve buna dair ahirette hesap verileceğine inandıklarını söyleyen bir karar alıcı ekip tarafından yapılıyor olması. Allah onlara akıl fikir versin demekten başka söz ve çıkar yol bulamıyorum…
Duygu ve düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkürler, hekim hikmet kelimesiyle aynı kökten gelir, basiret ve feraset sahibi insanlar iyiye iyi, kötüye kötü, güzele güzel, çirkine çirkin derler; iyi, kötü, güzel, çirkin kavramı kişilere göre değişmez; hakk ve hakikat endişesi olan insanlar olarak düşünce ve önerilerimizi dil ile ifade edebilmeliyiz, yoksa sorumluluktan kurtulamayız, gücümüz nispetinde çaba göstermeye devam, katkı için tekrar sağolun
Zor sorular ama kim cevap verecek?https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/abbas-guclu/neye-gore-meslek-seciyoruz-hocasiz-tip-fakulteleri-ve-meb-6322884
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html