Anadolu’muzun güzel özdeyişlerindendir; “Bütün yumurtalarını tek sepete koyma.”
Bu özdeyişin temelinde, her ne yaparsan ve ne kadar tedbirli davranırsan davran, mutlaka hesapta olmayan birtakım olumsuzluklar olacaktır, bu nedenle de bütün gücünü veya sermayeni aynı işe veya aynı anda kullanma ve öne sürme ikazı yatmaktadır, diye düşünüyorum.
Farklı kesimlere yönelik, farklı yapılaşma ve imkânlara sahip hastanelerin aynı çatı altında toplanmaları uygun olmuş, ancak bu yapılırken ve performans denilen ucube belirlenirken tıp fakültesi ve eğitim-araştırma hastaneleri ayrı tutulmayarak, haksız bir uygulama yapılmıştır. Yani, bütün yumurtalar tek sepete konmamalı ve çift sarılı olan yumurtalar farklı sepete yerleştirilmeli idi. Bu hastanelerin, diğer devlet hastanelerinden olan farklı işlevleri nasıl göz önünde bulundurulmamış, hâlâ anlayabilmiş değilim.
Hangi kurumda çalışırsak çalışalım, bu performans ucubesinden önce, biz hekimlerin öncelikli düşüncesi hastayı iyileştirmek ve sağlığına kavuşturmaktı. Eğitim-araştırma hastanesindeki öğretim üyesi hekimin başat diğer bir düşüncesi, araştırma yapmak ve asistanını en iyi şekilde yetiştirmekti. Tıp fakültesindeki öğretim üyesinin ise yine başat ve üçüncü bir hedefi, tıp öğrencisinin eğitim ve öğretimi idi. İdi diyorum, çünkü üzülerek ifade ediyorum ki, performans ucubesi sayesinde bütün hekimlerin hedefleri, ortak hedef olarak performans olmuş ve kutsallığı dejenere edilmiştir. Çünkü, hekimlerin net maaşları güdük bırakılmış ve performans karşılığı ile dişe dokunur düzeye ulaştırılmaya mecbur bırakılmışlardır. Performans geliri emekli maaşına yansımayan bir gelir olduğundan da, bütün hekimler geleceklerinden umutsuz, endişeli ve mutsuz bir psikolojiye mahkûm edilmişlerdir.
Bu performans ucubesi, bütün hekimleri bir taraftan kutsal ve tertemiz hedeflerinden uzaklaştırıp, bilerek eksik olan maaşları nedeni ile ailelerinin-çocuklarının geçimlerini sağlamak çabasına zorlarken, diğer taraftan da gerek meslektaşlar arasında gerekse hastaya yaklaşım ve endikasyon koymanın etik değerlerinde zayıflamalara yol açmış bulunmaktadır. İşte bu etik değerlerdeki dejenerasyon, özellikle girişimsel işlemlerde katlamalı artışlar ile sonuçlanmış ve bu artış, SGK’nın bütçesini uçurmuştur. Bu bütçe harcamaları da genel devlet bütçesini zorlayıp durmaktadır. Bu zorlama da hükümetin zamlarındaki etkenlerden biri olmaktadır tabii.
Performansı tutturma önceliğinin oluşturmuş olduğu etik dejenerasyon, eğitim-araştırma hastanelerinde araştırmaları ve asistan eğitimini olumsuz etkilemiş, ayrıca öğretim üyelerinin devlet hastaneleri yerine özel hastanelere geçişine de neden olmuştur.
Tıp fakültelerinde ise hastaya yaklaşım ve endikasyon koyma dejenerasyonu, eğitim-araştırma hastanelerindeki ikili dejenerasyona ek olarak, ayrıca öğrenci eğitimine de olumsuz yansımış ve tıp fakültelerinin öğretim üyesi kaybı da çok daha fazla olmuştur.
Esasında, bütün hekimler, daha fakülteden mezun olur olmaz, mağduriyetlere uğramışlığın psikolojik baskısını hissetmeye ve eziklik duygusunu yaşamaya başlatılmaktadırlar. Örneğin; başka hiçbir fakülte mezununun diplomasına el konulma zulmü yaşatılmamakta (Neyse ki 27 Ocak 2014 tarihinde bu zulüme son verilmiş), koyduğu teşhise ve buna göre yazması gereken ilaç kararı olan reçetesi, diğer bir ifadeyle, vermesi gereken kararı Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 1. maddesine aykırı olarak sınırlanmamakta (Madde:6-Tabip ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken, hiçbir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatine göre hareket eder.) ve karar verme özgürlüğüne ambargo konulmamakta, hekimliğin vazgeçilmezi olan bir acil hastaya müdahalesi kısıtlanmaya kalkılmamakta (Tüzük Madde-3: Tabip, vazifesi ve ihtisası ne olursa olsun gerekli bakımın sağlanmadığı acil vakalarda mücbir sebep olmadıkça, ilk yardımda bulunur.),hastanelerin görünür yerlerine “Hasta Hak ve Sorumlulukları” asılırken, nedense “Hekim Hak ve Sorumlulukları”nın asılıp hatırlatılmamasına gerek görülmemekte, eğitim süresine uygun olmayan ve emekliliğine yansımayacak şekilde maaş düzenlemesi yapılmamakta, yasal çalışma saati dışında çalışmak için zorlanmamakta, zorlandığı halde makul bir bedelden mahrum edilmemekte, emeği sömürülmemekte, sadece hekim öğretim üyelerine uygulanan “part-time” çalışma nedeni ile diğer fakülte öğretim üyeleri, alaycı sözlere muhatap olmamaktadırlar, siyasi istismarların da etkisi ile saldırılara, yaralanmalara, hatta öldürülmelere bu kadar sık maruz kalmamakta ve dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı gibi yetersiz sayıda öğretim üyesi ve teknik tıbbi imkânları olmayan tıp fakültelerinde eğitime zorlanmamaktadırlar.
Hekim olmayanların “Ama siz hekimsiniz ve mesleğinizin duygu yükünü, Allah’tan sonra görülen güç oluşunuzu göz önünde bulundurup size yapılanları görmezlikten gelmeniz gerekir.” yaklaşımlarını ve dışarıdan ahkâm kesmelerini daima duymuşumdur.
Peki, bu olumsuzluklar nasıl düzeltilebilir derseniz, aklıma gelenler şunlardır:
· En kısa zamanda performans sistemi tamamen kaldırılmalı ve yerine emekliliğe de yansıyacak bir maaş sistemi getirilmelidir. Çıkarılacak bir ek yasa ile döner sermaye getirileri de maaşa eklenmiş hâliyle emekliliğe yansıtılmalı. Böylece, hasta ve yakınlarında oluşmuş olan, “Yapılacak bu teşhis ve tedavi önerisi gerçek mi, yoksa hekimin performansını yükseltmek için mi?” ön yargısı silinmiş olacaktır.
· Verilecek maaş, mutlaka bazı bürokratların maaşları ile paralel hâle getirilmelidir.
· Eğer devam ettirilecek ve Bakanlık Nuh diyecek, Peygamber demeyecekse, tıp fakülteleri ve eğitim-araştırma hastaneleri performans sisteminin dışında tutulmalıdır.
· Tıp fakültesi ve eğitim-araştırma hastaneleri, SGK ücretlendirilmesinde tekrar değerlendirilmeli ve diğer hastanelerden farklı olan teşhis yöntemleri ayrıntılarıyla ücretlendirilmeli ve yapılan girişimsel işlemlerin de farklılık ve daha fazla zaman alışları yanında, bu sırada yapılan asistan ve öğrenci eğitim uğraşları da değerlendirilmelidir. Çünkü bu eğitim uğraşısı, yapılan bir işlemin süresini uzatmakta, sonuçta da günlük girişim sayısını düşürmektedir.
· Hastanelerde görünür yerlere asılı bulunan “Hasta Hakları ve Sorumlulukları”nın yanına “Hekim Hak ve Sorumlulukları”nı belirten yazılar da asılmalıdır.
· Yasal çalışma süreleri dışındaki çalışmalar, emeğin karşılığı olacak hâle getirilmelidir.
· Hekimlik ile birlikte, tüm sağlık çalışanlarının, çalışma zorlukları ve riskleri sık sık medya yoluyla ve özellikle Sağlık Bakanlığı aracılığı ile anlatılmalı ve dikkatler devam ettirilmelidir.
· Hekime ve diğer sağlık çalışanlarına yapılacak haksız bir saldırı, diğer memurlara yapılan karşı çıkmalar ve saldırılardan, çok daha fazla yasal bir karşılıkla cezalandırılmalıdır.
· Hekim ve diğer sağlık çalışanlarının çalışma kapasiteleri belirlenmeli ve hastalar ile yakınları bu konuda bilgilendirilmeli ve sağlık ekibini hem zorlamaları hem de suçlamaları engellenmelidir.
Liste çok uzun. Fakat köşe yazısı sınırlı olmak durumunda. Bu sefer devamı siz sayın meslektaşlarımdan olsun artık…