Öğrencilik yıllarımdan beri iyi bir radyo dinleyicisiyim. Nitekim fakültedeki odamda ister hafta sonu olsun ister hafta sonu TRT 1 daima açıktır. Geçenlerde muhtemelen bir tatil günü odamda çalışırken, TRT 1’de yayımlanan bir programda Türkiye’de çok iyi tanınan, rahmetli olmuş bir profesör hocamızın öğrencisi ile yapılan röportaj beni çok duygulandırdı ve bu yazımın konusuna ilham kaynağı oldu. Röportaja konu olan rahmetli hocamız gerçi tıp profesörü değildi, ama hakkında söylenenler bizim tıp camiasına çok uygundu. Özetleyecek olursam, konuşmacı, hocasının kendisinin ustası olduğunu, bir çırak olarak ondan çok şey öğrendiğini, yanında bulunduğu süreç içerisinde öğrendiklerini kitaplardan asla öğrenemeyeceğini belirtti.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesinde okurken, fakültemizde yeni kurulan çocuk cerrahisinde asistan sayısı yetersiz olduğundan altıncı sınıf öğrencisi intern doktorlar orada nerede ise birinci yıl asistanı gibi çalışırlardı. Ben de bu bölümde intern doktor olarak staj aldım ve bölüm hocası rahmetli Mehmet Ali Altın’dan çok şey öğrendim. Öğrendiklerim arasındaki tıbbi bilgileri bir kenara koyarsak; hekimin hasta ve hasta yakını için, öğrenci için, diğer meslektaşları için ne demek olduğunu, insani sıfatların görev bilinci ve vicdan ile nasıl sarmalanması gerektiğini ondan öğrendim. Hocamı görünce kendimde duyduğum cesaret, halen adını andıkça tezahür eder.
Tıpta usta-çırak ilişkisi çok önemlidir. Aslında bu, Anadolu’nun harcını oluşturan “Ahilik” sisteminin tıbba yansımasıdır. Son zamanlarda -Benim hüsnü kuruntum mu, yoksa bir gerçek mi bilemiyorum-, tıpta usta-çırak ilişkisi can çekişmekte. Bunun nedenleri ile ilgili çok şey söylenebilir. Örneğin; tıp fakülteleri sayısında ve kontenjanlarındaki artış. İki yüz elli kişilik bir sınıfta bazı şeyleri gerçekleştirmek çok zor. Diğer yandan; çeşitli nedenlerle uzmanlık alanlarındaki tercihlerin sevilen ve istenilen alanlardan az riskli alanlara kayması, eski adı ile asistanlık, yeni adı ile tıpta uzmanlık eğitiminin geçirilmesi gereken bir süre olarak öne çıkması, teorik bilginin ön plana çıkarılarak tıp uygulamalarının algoritmalara mahkûm edilmesi, yardımcı doçentlik, doçentlik, profesörlük unvanlarının alınmasında yaşanan sıkıntılar, açılan davalarda suçsuzluğunu ortaya koymaya çabaları aklıma gelenlerden bazıları.
Öğrencilik dönemimden hatırladığım, her bir klinikte yapılan büyük vizit. Kliniğin en kıdemli (genellikle en yaşlı) hocasının en önde olduğu, diğer hocaların kendisini takip ettiği, asistanların, öğrencilerin onları takip ettiği, klinikte yatan her hastanın ziyaret edilip tartışıldığı vizit. Yanılıyor muyum bilmem (İnşallah yanılıyorumdur), şimdilerde klinikteki her hocanın ayrı yaptığı ve bazı hastaların ziyaret edildiği küçük vizitler beni gerçekten düşündürüyor.
Ancak şunu da belirtmeliyim ki, yukarıda belirtilen sıkıntıların kaynağı tıp dışında yaşanan gelişmelerin bir tezahürüdür. Dünyamızda ve ülkemizde yaşanan teknolojik gelişmeler, ekonomik, sosyal, kültürel düşüncedeki değişim ve zorunluluklar hiç kuşkusuz ki en önemli etkilerini tıp uygulamalarında göstermektedir.
Hukuk alanında duayen, halen yaşamakta olan (Allah uzun ömür versin) ve tanıdığım bir profesör hocam, her zaman rahmetli hocasının adını anarak “Ben onun asistanıyım.” diyerek ayrıcalığını belirtirdi. Bu davranış hem kendisi hem de kendisini yetiştiren o hoca için gerçekten bir ayrıcalık.
Tıp fakültesinde hoca olmak gerçekten çok zor, ismin önünde hangi unvan yazarsa yazsın.