Tıp ve hukuk, insanın etkin ve edilgen öznesi olduğu iki uğraşı alanıdır. Diğer bir ifadeyle; her iki etkinlik alanında da yapılan her iş insan tarafından yapılmakta, yapılan her işten insan etkilenmektedir.
İlk insanla birlikte var olan sağlık sorunlarının çözümlenmesi faaliyeti olarak başlayan tıp uğraşısının temelinde, insan yaşamının kalitesini artırma amacı vardır. Bu amacın yerine getirilmesinde bilimsel bakış açısının yanı sıra, kökeni Hipokrat dönemine kadar eskiye dayanan tıbbi etik ilkelerinin korunması çok önemlidir. Diğer yandan Aristo’nun söyleyişi ile sosyal bir varlık olan insan, dünyaya merhaba demesiyle birlikte kendisini, kendinden önce dünyaya gelen hem cinslerinin meydana getirdiği değişik ortamlarda bulur. Aile ile birlikte başlayan bu toplumsal yaşantıda ünlü sosyolog Emilie Durkheim’in dediği gibi bir dayanışma söz konusudur. Bu dayanışma sayesinde insanlar değişik ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Söz konusu dayanışmanın sürdürülmesi, diğer bir ifadeyle; toplumda düzenin korunabilmesi için kurallara ihtiyaç vardır. İşte, hukuk, toplumsal hayatımızın düzenlenmesinde rol alan en önemli kurallar bütünüdür.
Hukuk kelime anlamı olarak “haklar” demektir. İnsan hakları bağlamında yaşama hakkı, yaşama hakkının kalitesinin belirlenmesinde çok büyük önemi olan sağlık hakkı ve insan onurunun en önemli güvencelerinden birisi olan özel hayatın dokunulmazlığı gibi haklar, sadece çağdaş hukuk bakış açısının değil aynı zamanda çağdaş tıp uygulamalarının da bakış açısını ortaya koyan yön belirleyicilerdir. Avrupa’da başlayan “Aydınlanma dönemi” ile insanın birey haline gelmesi süreci, tıp uygulamalarında da etkisini göstererek hekim-hasta ilişkisinde hekimin rolünü değiştirmiş, Hipokrat’la birlikte baba rolünü üstlenen hekimin bu rolü sona ermiştir. Artık; özerk birey, hasta sıfatı ile kendi sağlığı ile ilgili konularda karar sürecine katılarak, aldığı karara saygı gösterilmesini ve bunun sonucu olarak alınan kararın uygulanmasını isteme hakkına sahip olmuştur. Bu olumlu gelişmelerin yanı sıra özerk bireyin onuru, biyoloji ve tıp alanındaki gelişmelerin kötüye kullanılabilmesi ihtimali ile çok önemli tehlikelere açık hale gelmiştir. Tıp uygulaması sadece sağlığın korunması ya da bozulan sağlığın yeniden kurulmasını içeren bir uygulama olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle, özellikle genetik bilimin gelişmesi ile genlere müdahale, biyolojik verilerin elde edilmesi incelenmesi, saklanması, klonlama, ölüme müdahale gibi uygulamalar salt tıbbi bir konu olarak algılanamaz. Diğer yandan toplumsal düzen adına ya da bilimsel gelişme adına evrensel nitelikteki etik ilkeler de halı altına süpürülemez.
İnsanı değişik yönlerden koruma amacı taşıyan tıbbın ve hukukun kesişim alanı giderek büyümektedir. İşte bu nedenle, sağlık hizmetlerinin insan hakları bağlamında algılanarak, insan onuruna yakışır bir şekilde yerine getirilmesi, en başta tıp uygulaması denildiğinde ilk akla gelen hekimlerle, hukuk kurallarını uygulayan hakimlerin ortak bir payda ve ortak bir dil oluşturmalarını zorunluluk haline getirmiştir. Nitekim bu zorunluluğun uluslararası düzeydeki en somut örneği “İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi” dir.
Bu bilinçle hareket eden ve uzun bir süredir bu konuda çalışan ülkemizin çok değerli tıp ve hukuk adamları, internet ortamında filizlenen çabalarını Ankara’da somut hale getirdiler. “Tıp Hukuku Derneği” kuruldu. Bu Derneğin amacı; yukarıda belirtilen gerçeklerin ışığında dünyadaki gelişmeleri de izleyerek, ülkemizin tıp hukuku ile ilgilenen kişilerini bir çatıda toplayıp bilgi birikimini, paylaşımını ve kullanımını sağlamak, tıp ve hukuk kesişim kümesini belirleyerek bu kümede var olan ya da olası sorunları tespit edip bunların çözümüne yönelik fikirler üretmek, gerektiğinde sorunu çözecek yürütücülerle işbirliği yapmaktır.
Bu vesile ile Derneğimizin Türkiye’ye hayırlı olmasını dilerken, kuruluş aşamasında emeği geçenlere şükranlarımı sunarım.