IV. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu’nu 8-9 Haziran 2007 tarihleri arasında Trabzon’da gerçekleştirdik. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumları 2 yıldır yapılıyor. İlki Konya Selçuk Üniversitesinde; ikincisi İstanbul Yeditepe Üniversitesinde ve üçüncüsü ise Almanya’da Augsburg Üniversitesinde gerçekleştirildi. İlk sempozyum Avrupa Konseyi Biyotıp Sözleşmesi; ikincisi Aydınlatma ve Rıza; üçüncüsü ise Hekim Hataları konularında düzenlenmişti. IV. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Hasta Hakları Uygulama ve Araştırma Merkezi organizatörlüğünde yapıldı. Sempozyumun eş başkanlığını KTÜ adına ben ve Augsburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi adına ise Prof. Dr. Henning ROSENAU birlikte yürüttük.
Sempozyum’un konusu Hasta Haklarıydı. Almanya’dan tıp hukuku alanında çalışmalar yapan dört bilim adamı konuşmacı olarak toplantıya katıldı. Ülkemizin değişik Üniversitelerinden konuyla ilgili akademisyenler de davetli olarak Sempozyum’da bildirilerini sundular. İki gün boyunca Evrensel Hukuk İlkeleri çerçevesinde, Türk-Alman hukuk ve tıp adamları, hasta haklarını enine boyuna tartıştık. Dördüncü Sempozyum’da tartışılan alt konu başlıkları şöyleydi: “Hasta Hakları Hareketinin Gerekçesi, Amacı, Tarihsel Gelişimi; Hasta Hakları Kanunu Taslağı; Adli Hekimlikte Hasta Hakları; Psikiyatride Hasta Hakları; Çocuk Hastaların Hakları; Biyo Bankaları – Hammadde Tedarikçisi Hastalar; Etik Kurullar; İlaç Araştırmalarında Hasta Ve Gönüllülerin Hakları; Hekimin Özen Borcu; Özel Hukukta Hekimin Sorumluluğu ve Sorumluluk Muhakemesi; Hekimin Aydınlatma Yükümlülüğü; Hastanın Tıbbi Vasiyeti; Mevzuatımızda Hastanın Hak Arama Yolları”
Hastaların gereksinimlerinin karşılanabilmesi ve çıkarlarının korunabilmesi, geçmişte tıp meslek etiğinin ve toplumsal ahlâkın kontrolünde iken, günümüzde hukukun ilgi alanına girmektedir. Mistik tıp dönemlerinden gelen ve İsa’nın hastaları iyileştiren mucizeleriyle pekiştirilen bir anlayışa göre, hekimler yeryüzünde Tanrı’nın şifa dağıtan temsilcileri olarak algılana gelmişlerdir. Bu kabule göre hekimler, daima hastaları için en iyisini yapan ve asla yanlış yapmaz kişilerdir. Hekimlik mesleğinin etik kurallarının hastaların haklarını koruduğuna inanılırdı. Oysa, acımasız ticari, politik ve felsefi amaçlar doğrultusunda tıbbın kullanılabildiğinin ve hekimlerin de diğer insanlar gibi yanlış yapabildiklerinin ortaya çıkmasıyla, hastaların hakları toplumun ilgi alanına girmiş ve hukuki metinlerin konusu olmuştur. Günümüzde hukukçular giderek tıp pratiğiyle daha çok ilgileniyorlar ve bu alana müdahale etmekte geçmişteki meslektaşlarına oranla daha istekli ve cesurlar.
Gelir düzeyindeki eşitsizliğin artmasına bağlı yoksul kitlelerin yaşam ve sağlık haklarını giderek yitirmeleri; sürekli sağlık hizmeti alıcısı konumunda olan yaşlı ve kronik hasta popülasyonundaki artış; zamanla daha fazla uzmanlaşan ve yüksek teknolojiye bağımlı hale gelen teşhis, tedavi ve tıbbî bakım hizmetlerinin karşısında bireylerin edilgen, çaresiz ve güçsüz kalmaları; tıbbi girişimlerin sayıca çok artması ve her yerde yapılabilir hale gelmesiyle birlikte komplikasyonlara çok sık rastlanır olması; sağlık hizmetlerinin maliyetinin çok yükselmesi; canlı kopyalama, kök hücre tedavileri, organ nakli ve gen tedavileri gibi küremiz üzerindeki insan yaşamını belirleyici tıbbi uygulamaların rutine girmeleri; giderleri azaltmak isteyen sağlık sigortalarının, sağlığa ulaşım hakkını kısıtlayan uygulamalara yönelmeleri; sağlık kurumlarının büyük sermayenin kontrolünde ticari müesseseler haline dönüşmesi ve Nazi Almanya’sında hastalara uygulanan korkunç muamelelerin açığa çıkması, hukukçuları cesaretlendirmiştir. Demokratikleşme süreci ile insan hakları alanındaki gelişmeler; eğitimli nüfus oranındaki artış; çok yaygınlaşan medya vasıtasıyla kıtalar arası paylaşılan düşünce ve uygulamalar, kişilerin kendileriyle ilgili tasarruf haklarını kullanmalarında ve insan onuruna layık bir biçimde yaşama taleplerinde artışa neden olmuştur. Ayrıca sağlık hizmetleri, eskiden olduğu gibi hastalara bir hayır veya karşılıksız yardım şeklinde sunulmamaktadır. Hastaların, verilenle yetinmek ve hizmeti verenlere, her koşulda minnettar olmak gibi bir yükümlülükleri yoktur. Kamuya ait sağlık kurumları bile, prim ve döner sermaye uygulamaları ile adeta birer ticarî müessese halini almıştır. Sağlık çalışanları, emeklerinin karşılığını alan birer profesyoneldir. Hastalara gelince ya doğrudan ya da vergi-prim ödeyerek sağlık hizmetlerini finanse etmektedirler. Bu anlayış, sağlık hizmetlerinin sorgulanması ve talep ve beklentilerin artmasına yol açmıştır. Bu nedenle hekimler ve sağlık kurumlarının uygulamaları giderek daha fazla toplumun, medyanın ve hukukun ilgisini çekmektedir.
Hekimler ve sağlık kurumları bu gelişmeyi dikkatle izlemek ve bunun getireceklerini öngörerek mesleki pratiklerini geliştirmek/değiştirmek durumundadırlar. İşte Tıp Hukuku Sempozyumu bu bağlamda gelişmeleri gören, geleceği öngören hekimlere fırsatlar sunmaktadır. Ne var ki, sağlık kurumları ve hekimlerin, kendilerini ve günlük mesleki pratiklerini çok yakından ilgilendiren bu değişimin pek farkında oldukları söylenemez. Eski alışkanlıkların sürdürülmesinden kaynaklanan sorunlarla doğrudan yüzleşmedikçe de konuya ilgi duymuyorlar. Sorun yaşayanlar da, sadece kendi yaşadıkları somut olayla ilgili çözüm arayışındalar. Fotoğrafın bütününü gören ve buna hazırlanan çok az sayıda kişi/kurum var.
Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumları’nın önemli tarafı, tıpçılar ile hukukçuları bir araya getirmesi. Sempozyum’un açılışında da belirttiğim gibi hekimlerle hukukçuların yarın mahkeme salonlarında karşılaşmaması için bugün bilimsel platformlarda bir araya gelip sorunlarımızı tartışabilmeliyiz. Yaşanan olaylara tıpçıların bakışıyla hukukçuların bakışı aynı değil. Tıp ileri derecede uzmanlaşmanın olduğu bir alan. Hukukçuların tıp pratiğiyle ilgili kendi başlarına düzenlemeler yapmaları veya var olan hukuki normları somut olaya uygulamaları çok güç. Hasta-hekim ilişkisi, herhangi iki kişi/taraf arasında kurulan bir ilişkiden çok farklı özellikler taşıyor. Hukukçuların, hem hasta hem de hekim tarafından görüldüğü biçimiyle olayın resmini çekmeleri gerekiyor. Bu nedenle hekimlerle hukukçuların bir araya gelmeleri, konuları yüz yüze karşılıklı tartışmaları, sorunlara birlikte teşhis koymaları, birlikte çözüm aramaları çok yararlı olacaktır.
IV. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu’ndaki sunumlar, Sağlık Hakkı dergisinin özel sayısı olarak yayınlanacak.
15
önceki yazı