Liseyi bitirdiğimde ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümünde okurken rahmetli annemin de isteği doğrultusunda yeniden girdiğim o zamanki adı ile “Üniversite Seçme Sınavı”nda tıp fakültesini kazanınca göz doktoru olan bir akrabamıza danışmaya gittik. Akrabamız sohbetin sonunda ortadan ikiye ayrılmış biraz da uzun saçlarıma bakarak, “Nezih, hekimlik daima okumak ister, zor bir meslektir, bu saçlarını kaybedersin.” dedi. Tıp fakültesini okurken dördüncü sınıfta saçlarım dökülmeye başladı.
Tıp fakültesinde okumak, hekim olmak harika bir şey. Hele bir de dışarıdan bakarsanız. Ancak içine girdiğinizde farklı gerçeklerle tanışıyorsunuz. Tümdengelim yönteminin uygulandığı hekimlik mesleğinde başarılı olabilmenin ön şartı müthiş bir bilgi birikimine sahip olmaktır. Bu nedenle, altı yıl tıp fakültesi, yetmedi, en az dört yıl uzmanlık eğitimi süresince teorik bilginizi pekiştirmeniz gerekir. Diğer bir ifade ile çalışmak, tıp fakültesi öğrencisinin en iyi yapması gerekendir. Bilgiye sahip olduğunuzun kontrolü ise sınav süreci ile yapılır. Tıp fakültesinde klinik bilimlerdeki sınavlar, sözlü ve pratik olarak yapılır. Her staj sınavında, özellikle sözlü sınavın sıkıntıları öğrencilerde çeşitli şikâyetlere neden olur. Stres, heyecan, karın ağrısı, bazen hipoglisemik atak, gastrit, ülser, ürtiker vs. Mesleğe atıldığınızda, ilk hastalarınız, tanılarınız, tedavileriniz sizin daha gerçekçi sınavlarınızdır. Tıp fakültesi gibi bir okulu bitirirken bile mutluluğunuz çeşitli uzunluktaki gölgelerin altında kalır, yaşayamazsınız.
Uzman olmak gereğini hissettiğiniz anda, kurslar, kamplar, deneme sınavları başlar. Altı yılda edinemediğiniz bilgileri dershanelerden almaya çalışırsınız. Eylül 1987 tarihinden beri her sene iki kez yapılan Tıpta Uzmanlık Sınavı’nın amacı eleme ve seçme olduğundan, tıp fakültelerinin sayıları ve kontenjanları her geçen gün arttığından sorulan soruların derinliği artarken pratik yararı azalır. Ama şu bir gerçektir ki sınavdan dolayı psikosomatik şikâyetleriniz daha da artar.
Geçen hafta sonu yapılan “Tıpta Uzmanlık Sınavı”na giren kızımı sınavın yapılacağı binaya götürdüğümde gördüğüm manzara beni çok etkiledi. Bu sınav binası, evrensel sınav kümesini en iyi şekilde temsil eden bir örnekti. En az yirmi dört-yirmi beş yaşına gelmiş, tüm haklarımızın ön şartı olan yaşama hakkımızı emanet ettiğimiz hekimlerimiz sınava anne-babaları ya da çocukları ve eşleri ile gelmişti. Eller, yanaklar öpülüyor, başarılar dileniyordu. Arada bir öğüt de veriliyordu: “Sakın heyecanlanma, en iyi bildiğin sorulardan başla.” diye. Bazılarının yakınları dua kitaplarını açıp bir köşeye çekiliyordu.
Sınavın birinci bölümü bittiğinde, dışarı çıkan hekimlerimizin yüz ifadelerine göre yorumlar başlamıştı. “Bunun sınavı iyi geçmiş.”, “Yok, bunda umut yok.” gibi… Onların iyi geçti ya da kötü geçti demesi, onları bekleyenlerin iyi ya da kötü olmasını da belirlemekteydi. Yani, aslında burada da hekimliğini yapmaktaydı genç hekimlerimiz. Değişen tek şey, karşılarında hastalarının değil yakınlarının bulunmasıydı. Sınavı umduğu gibi geçmeyenlere verilen teselli ise “Sen klinik bilimlerde daha iyisin.” şeklindeydi. Daha ikinci raund bitmemişti, son söz söylenmemişti. Kimi hekimlerin yakınları öğle yemeği niyetine evde hazırlanmış kumanyalarla stratejik destek vermekteydiler.
Umutların yeşerdiği ya da sarardığı sınava giren tüm hekim arkadaşlarım, sevgili öğrencilerim, sizlere sınav çıkışında baktığımda merdivenlerden inişinizdeki o güzel, insancıl ve sevecen yüzünüzde, vakur yürüyüşünüzde işte bu insanlar zoru başaran kişiler, dedim. Sınavı kazansanız da kazanmasanız da hepinizin alnından öpüyorum.
Sizler, size düşeni her zaman en iyi şekilde yapmaktasınız, sizleri tebrik ediyorum. Sınav sonucunuzun hayırlı olmasını diliyorum.
Bu arada yetkililere de şunu hatırlatmak isterim ki sınav sorularını yayınlayınız. Çünkü soruları görüp değerlendirmek ve üzerinde çalışmak da eğitimin ve öğretimin bir parçasıdır.