26 Nisan 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Tıpta ve DişHekimliğinde Uzmanlık Yönetmeliği uzmanlık eğitimini nasıl etkiliyor? Gün geçmiyor ki asistan sayısındaki azalma hakkında bir konuşma olmasın! Azalan asistan sayısı, kurumlarda işlerin yürütülemez hâle gelmesine yol açıyor. Mevcut üniversite sistemimizde günlük iş akışı asistanlar üzerinden sürmekte.
“Asistanın gerçekte varlık amacı nedir?” sorusuna hepimiz aynı cevabı verebiliriz. Elbette eğitim almak üzere bulunmaktalar. Asistanlar hasta da bakmak zorundadırlar. TUKMOS’ta belirtilen çekirdek veya çerçeve eğitimi mutlaka vermek zorundayız. Bu eğitim sistemi kuşku yok ki hasta üzerinde yapılan bir pratik eğitimi de içermektedir. Ancak bu eğitim, asistana günlük iş yükünü taşıtmak olarak algılanamaz. Asistanın yaptığı her iş onun gelişimi ile ilgili olmalıdır. Bir bakış açısı olarak, asistanın yaptığı her işin onun gelişimini etkileyeceği söylenebilir. Tabii bu mümkün olmakla birlikte her zaman doğru olmayabilir. Asistan sayısındaki hızlı azalma, bazı branşlarda işlerin neredeyse durma noktasına gelmesine yol açmaktadır. Sağlık Bakanlığının politikalarına bakarak eskisi kadar asistan gelmeyeceğini kolayca söyleyebiliriz.
Asistan gelmeyecekse yeni bir sistemin kurulması gerekli değil midir? Bu sistem öğretim üyesi üzerinden sürdürülemez. Demek ki rutin işler, yani hasta hizmeti uzmanlar ile sürdürülecek sonucuna varabiliriz. Üniversitelerin ekonomik durumları buraları cazibe merkezi olmaktan uzak kılmaktadır. Uzmanlar niye gelsin ki bu ücretlere? Bakanlığın bu konudaki önermesi açıkça afiliyasyon olmaktadır. Bazı üniversiteler de afiliye olmaya gönüllüdürler.
Üniversite hastanelerinin ekonomik ve yönetsel durumları ortadadır. Bazı üniversite hastanelerinin gayet iyi yönetilebildiği bilinmektedir. Borçların döndürülmesi ve performans ödemeleri çalışanları mutlu edecek düzeye ulaşabilmektedir. Ancak, birçok kurumda işlerin pek de iyi gitmediği ve yakında Bakanlığa devredileceği söylemleri yaygın olarak dile getirilmektedir. Afiliyasyon zaten bu durumu ifade etmektedir.
Öğretim üyesinin en büyük lüksü, özgürlüğü ve olabildiğince özerkliğidir. Kuramsal bir durumdan gerçekmişçesine söz ettiğimin gayet iyi farkındayım. Öğretim üyesinin varlık sebebi bilim üretmek, ürettiğini ve öğrendiğini yaymaktır. Daha önceki yazılarımda bundan çokça söz ettim. Geldiğimiz noktada, iş gücünün ortak kullanılması ne getirir ne götürür, iyice tartışılması gereken bir konudur. Konu hep devlet hastaneleri açısından değerlendirilmektedir. Üniversite bu değişimden en çok etkilenecek kesim olmakla birlikte tartışmanın çok da içinde görünmemektedir. Oysa üniversitelerin bu konuyu ciddi bir şekilde tartışma ihtiyaçları vardır. Bu politikaların tıp mesleğinin geleceğini doğrudan etkilediğinin bilincinde olmak durumundayız. Popülist ve pragmatik yaklaşımlarla işlerin yürütülmesi gelecek açısından büyük riskler taşımaktadır.
Üniversitelerin kâr amaçlı yerler olmadıkları hatırlanmalıdır. O halde, belki de yapılanmaları yeniden gözden geçirilebilir. Fazla yatak sayıları, döndürülemeyen bütçeleri mutlaka sorgulanmalıdır. Asistan eğitiminde yeni bir noktaya gelmek üzereyiz. Eğer asistan olmadan yürütülebilen bir sistem yoksa kurumda, yakın gelecekte asistan verilmeyeceği de satır aralarından okunuyor.
Üniversitelerin yeni bir noktaya evrildiği bir gerçektir. Bunun bilincinde olarak geleceğin birlikte kurgulanması önemlidir. Yükseköğretim Kurulu, bu konuda tahmin ediyorum ki yakın bir gelecekte yeni bir planlama ve önermede bulunacaktır. Performans yönetmeliğinde yapılan bazı değişikliklerin, özellikle eğitim becerisi alan öğretim üyesine eğitim puanı verilmesi bir değişimin başladığına işaret olabilir mi, diye düşünüyorum. Ancak Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Yönetmeliğiile afiliyasyonu birbirinden ayrı görmemek gerektiği kanısındayım. Bu nedenle de bizleri değişimlerin beklediğine inanıyorum.
Eskilerin dediği gibi hayırlara vesile olsun…