Tıp, insan sağlığını inceleyen ve onu tedavi eden çok önemli bir branştır. Tarihin ilk dönemlerinden beri insanlar hastalıkların nedenlerini araştırdılar ve tedavi yolları bularak uyguladılar. Özellikle Rönesans ve daha sonraki çağlarda çok değerli keşifler yapıldı.
Bilindiği gibi, tıp tarihini incelemek ve olaylar üzerinde yorumlarda bulunmak, geçmişle gelecek arasında bir kıyaslama yapmamızı sağlar. Böylece tıbbi gelişimleri daha anlaşılır tarzda kavramaya sahip olur ve orijinal sonuçlar elde ederiz. Bu sonuçlarla tıp tarihi ile ilgili tüm dönemleri daha rahat inceleyerek onları gerçekçi yönüyle görürüz. Bu durum bir çeşit zihin jimnastiği olmakta ve yeni görüşler elde etmemizi sağlamaktadır.
Bir tıp mensubunun tıp tarihini incelemesi ve bundan bazı bilimsel sonuçlar çıkarması, yeni tıbbi gelişmeleri araştırması ve anlaması açısından çok önemlidir. Ancak, bizce tıp tarihinde en büyük buluşlar XIX. yüzyılda yapıldı. Bu yüzyılın tıp açısından en karakteristik görünümü, doğal bilimlerin uygulanması ve sistematik ilerleme idi. Bu devirde tıp, teknoloji ve bilimdeki gelişmeler, endüstri ve kapitalizmin büyümesi ile ekonomiye, demokrasi ve milliyetçiliğin evolüsyonu ile politikaya paralel gittiler.
Orta Çağ’da tıp, kütüphanelerin etrafında çevrelenmişti. Sonraki üç yüzyıl boyunca klasik antik devirde olduğu gibi hasta yatağı başında klinik dersleri verildi. Ancak XIX. yüzyılda tıp mesleği hastanelerin etrafında toplandı. Hastaneler, “Hastane Tıbbı” devri olarak karakterize edilen XIX. yüzyılın başlarında, tıbbın gelişimine etki eden önemli bir faktördü.
Hastaneler daha önce de birçok ülkede vardı, ancak endüstriyel devrim, hızlı şehirleşmeye yardım ettiği için bu kuruluşların sayısı daha da arttı. O devirde, büyüyen şehirlere göç eden binlerce köylü için barınacak yer bulmak gerekiyordu. Bu göç edenler çoğunlukla tifo ya da tüberküloz gibi hastalıkların kurbanı oldular. Böylece kendilerine bakacak ne evleri, ne de aileleri olmayanlar hastane hastaları oldular. Kalabalıklaşan hastaneler, klinik gözlem ve otopsi için daha önce bulunmayan vakalara sahip oldular. Artık otopsi izni konusunda da hiçbir güçlük kalmamıştı.
XIX. yüzyılın ilk yarısında Paris, Dublin, Londra ve Viyana’daki klinik okulların gelişimi, tıp tarihinin en büyük konularından biridir. Bu gelişim sırasında fiziksel tanının ve kabataslak anatomi biliminin olanakları sınırlı idi. Lokalizm yaygın bir durumda, ancak bütün patoloji problemlerine bir yanıt vermekten uzaktı. Bu bakımdan yeni yolların bulunması gerekiyordu ve bu yollar, temel bilimlerin klinik tıbbın problemlerine uygulanmasıyla bulundular.
Histoloji, patoloji, fizyoloji ve farmakoloji bilim dallarında yeni ilerlemeler, XIX. yüzyılın ikinci yarısında klinik tıbbın yeni bir tipinin gelişmesine yol açtı. Bu yeni klinik tıp, bugünün tıbbıdır.
Lokalizm, anestezi ve asepsi, XIX. yüzyılda cerrahinin ilerlemesine yardımcı oldu. Humoralizmin etkin olduğu yıllarda, cerrahın hastaya bıçağı uygulaması pek kolay olmuyordu. Cerrahi araştırmalar, anestezi ve asepsinin bulunuşundan önceki 10 yıl içinde büyük ölçüde genişledi. Böylece eski cerrah tipinden çok değişik olan yeni bir cerrah tipi doğdu.
Ancak XX. yüzyılda, elde edilen bazı ilerlemeler dışında, bir tıp tarihçisi olarak XIX. yüzyıldaki gibi çığır açan buluşların yapılmadığını görüyoruz. Antibiyotiklerin, sülfonamidlerin, aşı ve serumların bulunması yanında organ nakillerindeki bazı yenilikler XX. yüzyıla damgasını vurmuş gibi görünüyorsa da kansere çare bulunamaması, hastane enfeksiyonlarının yeniden hortlaması ve beyin, beyincik gibi organların işlevlerinin henüz araştırılmakta olması ve bunlara ait hastalıkların tam tedavi edilememesi, bir tıp tarihçisi olarak bizi esefle düşünmeye sevk etmektedir.
Şunu unutmayalım ki, tarih tam elde edilen başarılara tam not verir. Temenni edelim ki insanlık bundan sonra insan sağlığını tam olarak koruyacak çok daha güçlü buluşlarla karşılaşır.