Son olağan genel kurul toplantımızı 4 Kasım 2012 Pazar günü Ankara Dedeman Oteli’nde gerçekleştirdik. Nedendir bilinmez, yıllardır Dedeman’da bilimsel toplantı yapılmıyor ya da ben katılmadım. Birden eski hatıralarım canlandı. 1984 yılında yine aynı salonda, ilk defa bir ulusal kongreye katılıyorum. Düzenleyen Ankara Jinekoloji Derneği. Kongre başkanı, aynı zamanda dernek kurucularından olan Dr. Necdet Erenus. Yıllardır dernekçiliğe gönül vermiş olan rahmetli büyüğümüzün hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Anadolu’dan gelmişim. Yanımdaki arkadaşım Dr. Feride Söylemez’e, hastanede ipek ve “catgut” bulamadığımızdan dert yanıyorum. Bana artık ameliyatlarda “vicryl” kullandıklarını söyledi. Uzun sürede absorbe olan güçlü bir materyal olduğunu anlattı. İşte o gün, giderek bilimde geri kalmakta olduğumu anladım. Üniversiteye tekrar adım atmaya karar verdim. Teklif üç yıl sonra geldi ve Gazi’de yardımcı doçent olarak göreve başladım.
Son genel kurulda neler yaşandı, bir bakalım. Arkadaşlar topluca teveccühte bulunarak, yine bana divan başkanlığı görevini verdiler. Kendilerine teşekkür ederim. Yaşlanıyor muyum ne!.. Pek çok şeyi sonradan unutuyorum. Bari aklımda kalanları yazayım dedim.
Efendim, Marmara Bölgesi’nin sağlık istatistikleri Ege’den daha kötüymüş. Hatta dernek sekreteri hiç iş yapmıyormuş. Vay hınzır vay, zaten ben de, kapıcının merdivenleri düzgün paspas yapmadığından şüpheleniyordum! Tüm bunlar meslektaşlarımızın dövülmesinden, yaralanmasından, hatta öldürülmesinden daha önemli imiş. Muayenehanelere kilit vuruluyor, doktorlar işçi haline getirilmek isteniyor, trilyonluk tazminat davalarıyla karşı karşıya kalınıyor. Kimsede tık yok!
Dernek merkezinde, meslektaşlarımıza İngilizce kursu önerisi geldi. Ne büyük öneri! Belki o zaman, saldıran hasta yakınına “No, no!” diyerek saldırılardan da korunmuş oluruz. Yer geniş, İngilizce kursuna gelemezseniz bile, pilatese, folklora buyurun!!!
Şaka bir tarafa, genel merkez listesinin net kazandığı bir seçimi daha yaşadık. Ilımlı ve bilimsel olan iki arkadaşımızı da karşı listeden seçerek, yeniden yanımıza almış olduk.
Genel kurullarda başkanlık yapmanın zorluğunu hepiniz iyi bilirsiniz. Yanlı ve ayrımcı olmamak, her isteyene söz vermek lazım.
“Başkan adayları yarımşar saat konuşsun.” dediler, konuşturduk. “Zaman kısıtlı, geri kalanlar beş dakikada toparlasın.” dediler, asıl söylenecekler arkadaşların boğazlarda kaldı. Konuşmalar şöyle böyle dinlenildi. Sadece Dr. Talip Gül, Diyarbakır’ın sorunlarını anlatırken, karşı komşusunun kaybolduktan tam üç ay sonra toprak altında cesedine ulaşıldığını, bu nedenle aylarca uyuyamadıklarından bahsedince delegelerin şöyle bir kendilerine geldikleri görüldü. Boğazlar düğümlendi, gözler nemlendi.
Dernek hesaplarının, bir uluslararası denetleme firması tarafından kontrol edildiği, ayrıca, İçişleri Bakanlığının üç müfettişinin iki hafta süreyle tüm hesap ve yazışmaları denetlediği, sonuçta, hiçbir eksik ve hata bulunamayıp, dernek yönetimine teşekkür ederek ayrıldıkları bir bir anlatıldı ise de arkadaşlardan 400 TL’nin hesabını soranlarımız bile oldu.
Her seçimde olur. Kazananlar da oldu, kaybedenler de. Ancak bana göre asıl kaybeden, en büyük ikinci şubemiz olan Ankara şubesi oldu. Onların yönetimde tek bir temsilcisi bile yok. Ankaralı olarak bir tek ben varım, ama ben genel merkez delegesiyim. Her ne kadar saymanlığını, hatta bir zamanlar başkanlığını yapmış olsam da, halen Ankara’nın seçilmiş delegesi değilim. Kişisel çıkar ve ihtirasları uğruna Ankara şubesini bu duruma getirenlerin, şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri ve bu duruma acilen çare bulmaları, “Neden biz hep kaybediyoruz?” sorusunu ciddi şekilde sorgulamaları lazım.
Sonuçta yine derneğimiz kazandı. Kol kola başladık, yine kol kola ve dostça ayrıldık. Arkaya bakmak, durmak yok. Sizlerden aldığımız güçle, yine koşmaya devam edeceğiz. Bize olan güvenleri nedeni ile dost, arkadaş ve tüm meslektaşlarımıza gönülden teşekkür ederim.