Denize kıyısı olan bir ülke toplumsal olarak denizcilik ruhundan uzaksa deniz gücü olamaz. Deniz gücü olmak için sadece coğrafi özellikler yetmez. Kendi milli özelliklerinizin de en üst seviyede olması gerekir.
Bunu yapabilmenin en iyi yolu halkımızın tarih bilincini en üst seviyelere çıkarmaktan geçer. Bu anlamda TRT tarafından yayınlanan Midilli’den çıkan dört kardeşin Denizlerin Fatih’i olmalarını konu alan “Barbaroslar: Akdeniz’in Kılıcı” adlı dizi büyük bir hizmeti yerine getirmektedir [1].
Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşan Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah deniz kıyısından aldığı kumu babası Sultan Alp Arslan’ın Merv’deki mezarının üzerine serperek ne demişti: “Müjde sana ey baba! Çocuk olarak bıraktığın evladın dünyayı baştan başa fethetti!”.
Sultan Melikşah’ın bu cümlesinden şunu anlamalıyız: “Denizlere hakim olan Dünyaya hakim olur”. Alfred Thayer Mahan da ünlü eserinde zaten bunu söylemiyor mu?
Osmanlı denizcilik tarihinde şüphesiz Barbaros Hayreddin Paşanın yeri büyüktür. 1538 yılında Türklerin Doğu Akdeniz‘deki karşı konulmaz ilerleyişleri karşısında Papa III. Paulo önderliğinde birleşen İspanya, Venedik, Avusturya, Portekiz, Ceneviz ve Malta devletlerine karşı Preveze’de kazandığı zafer hala hatıralarda yer almaktadır.
Kanuni döneminden Seydi Ali Reis, Piri Reis, Murat Reis, Turgut Reis gibi levendlerin Osmanlı devletinin Doğu Akdeniz’e egemen olmasında katkıları göz ardı edilemez.
Bilinmelidir ki, 600 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu altın çağını denizlerde güçlü olduğu dönemlerde yaşamıştır.
Deniz Hakimiyet Teorisi, tarih boyunca önemini hiç yitirmemiştir. Çünkü denizler hem kendileri doğal kaynaklara sahiptir hem de karadaki doğal kaynaklara en iyi ulaşım rotası sağlamaktadır. Günümüzde Arktik bölgesi sahip olduğu konum nedeniyle devletlerin, şirketlerin ilgi alanı haline gelmişlerdir.
Denizci devletler kendi güçlerini koruyabilmek için kara devletlerini Avrasya‘ya hapsetmeleri gerekir. Bunun yanında jeostretejik kıyı ve noktalara hakim olmaları gerekir. Örneğin Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, Adalar Denizi, Akdeniz vb.
Şu anda Akdeniz ve Adalar Denizinde yaşadığımız sorunlar ülkemizin denizlere ulaşımını engellemek yada Anadolu’ya hapsetmek değil midir?
Devletimizin sahip olduğu imkanlar ve soğukkanlı tavrı sayesinde Yunanistan’ın özellikle Adalar Denizindeki provokatif, hukuk tanımaz, uzlaşmaz ve gerginliği tırmandırıcı tacizlerine karşı geçmişte olduğu gibi gelecekte de gereken cevap verilecektir.
27 Kasım 2019 tarihinde İstanbul’da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” her iki ülkenin de Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını korumayı amaçlamaktadır.
Bu anlaşma aslında yıllarca adil çözümler bulunması çağrılarına karşın Güney Kıbrıs Yönetiminin Akdeniz’de tek taraflı olarak attığı adımlara da güçlü bir cevap olmuştur.
Uygarlık Denizde Başlar
Deniz uygarlığını başarabilen devletler dünya deniz ticaretini ve deniz zenginliklerini kontrol yeteneğine sahip olurlar. En önemlisi de siyasal ve jeopolitik hedeflerine erişim aracı olarak kullanırlar.
Bu nedenledir ki denizaltı doğal kaynaklarımızın aranmasında faaliyet gösteren Sismik araştırma ve Sondaj gemilerimizin varlığı Doğu Akdeniz’deki hak ihlallerimize karşı da en büyük güçtür. Türkiye, 2 sismik araştırma ve 4 sondaj gemisiyle Mavi Vatan’da Türk bayrağını dalgalandırmaya devam etmektedir.
Denize kıyısı olan ülkeler refah seviyesini yükseltirler. 2030 yılında artan nüfusla birlikte fosil yakıtlara olan talep Enerji kaynakları için inanılmaz bir yarışa sebep olacaktır. Devletimiz bu yarışta ülkemizi ileriye taşıyacak ekip ve donanımlara yatırım yapmaktadır, yapmak zorundadır.
Diğer yandan Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaş nedeniyle AB ülkelerine yönelik olarak Rusya’nın koyduğu kısıtlamalar ülkemizin önemini daha da artırmıştır. Bu süreçte AB ülkeleri yenilenebilir enerji hedeflerini gerçekleştirememiş ve geleneksel enerji kaynaklarına yönelmişlerdir [2].
Ülkemiz, AB ülkelerinin Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyet’lerinin sahip olduğu Enerji Kaynaklarına ulaşımda merkezi ülke konumundadır. Bu anlamda Türkiye Avrasya’nın kilididir. Yakın zamanda devletimizin girişimleriyle gerçekleştirilen “Tahıl Koridoru Antlaşması” bunun en büyük göstergesidir [3].
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülkemiz, bulunduğu konum itibariyle kara devletinden önce bir deniz devleti durumundadır. Tarihten aldığımız güçle gerçekleştireceğimiz politikalar ülkemizin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine büyük katkı sağlayacaktır [4].
Ülkemizin bölgesel ve küresel etkinliğini artırmak için denizlere yönelmek Jeopolitik bir zorunluluktur. Bunun için ülkemiz üniversitelerinde Denizcilik, Balıkçılık, Su Ürünleri, Jeofizik, Jeoloji, Maden, Petrol ve Doğal Gaz ile Sondaj Mühendisliği öğretimi yapan bölümlerimize destek verilmesi, derece ile mezun olanlara istihdam garantisi sağlanması, Yüksek Lisans yaptırılmak üzere Burslu olarak yurt dışına gönderilmesi siyasetin değil coğrafyanın gereğidir.
Aksi Halde;
Adalar Denizine çıkmamız engellenir. Doğu Akdeniz’de Antalya Körfezine sıkışır, haklarımız gasp edilir, herhangi bir varlık gösteremeyiz [5].
Kırmızı ibikli küçük tavuğun durumuna düşeriz [6].
Kaynakça
[1] https://www.trt1.com.tr/arsiv/barbaroslar-akdenizin-kilici
[2] https://euracoal.eu/2021/07/16/the-future-of-coal-regions-depends-on-joint-efforts/
[3] https://www.trthaber.com/haber/gundem/tahil-koridoru-dunyaya-nefes-aldirdi-700741.html
[4] http://www.surdurulebilirkalkinma.gov.tr
[5] https://www.akademikakil.com/turkiye-uzerinde-oyun-mu-oynaniyor/ataatun/
[6] https://www.akademikakil.com/kirmizi-ibikli-kucuk-tavuk/haldunguner/