Anayasası olmayan bir devlet olabilir mi?
Olabilir; İngiltere ve İsrail en çarpıcı olanlardır.
Olması gereken, devletleşme sürecindeki bir toplumun, tüm kesimlerinin onayını alan bir toplumsal sözleşme metninin içeriğindeki evrensel değeri olan ilkelere bağlı olarak yönetilmesidir.
Böyle bir anlayışla ilk yapılandırılan toplum, Hz. Muhammed’in sunduğu Medine Vesikası diye bilinen toplumsal sözleşme ile tarihe mal olan metindir.
Tarihte bilinen ilk anayasa Hammurabi kanunlarının içerdiği metindir.
Bazı toplumlar sınır tanımayan bir ‘’dünya yorumu’’na göre yaşamı algıladıklarından anayasa gibi ulusal zorunluluk getiren bir metne bağlı kalmak istemeyebilirler. (İmparatorluklar)
Kuralları toplumsal gelişme sürecinin aşamalarına göre koymanın daha özgür bir özgürlük potansiyeli taşıdığını düşünebilirler. (İngiltere gibi toplumlar)
Bazı toplumlar da tanrı tarafından kendilerine sunulmuş toprakları ileri sürerek geleneklerini tanrının buyrukları olarak algılayıp sınır belirlemek istemezler (İsrail gibi toplumlar).
Bazı toplumlarda insanı merkeze alıp evrensel bir değer olarak haklarda eşitliği ve adaleti yapılandıran bir devlet olmayı hedeflerler. (Hz. Muhammed’in Medine’de yapılandırdığı devlet gibi)
İslam’ın gelişme sürecinin Medine aşamasında çok kültürlü, çok dinli bir toplumun birlikte yaşaması zorunluluğuna yönelik geliştirilen ‘’toplumsal sözleşme’’, tarihte gerçekleştirilen haklarda eşitlik ve adalet anlayışıyla hayata geçirilen, ilk sosyal, biyolojik ve fiziksel ilkeleri içeren içeriği ile tarihe geçmiş oldu.
Tarihin kaydettiği birçok sözleşmelere karşın toplumların gelişip değişmesinde insana dokunan ve yönlendiren metinler içerdikleri ilkeler bağlamında Medine Sözleşmesi, Magna Karta ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’dir.
Medine sözleşmesinin diğer metinlerden ayrılan temel farkı, vahyi haber kökenli bir dünya yorumunu yaşam biçimine dönüştüren bir elçinin (peygamberin) hazırlayıp toplumuna sunması ve toplumun tüm kesimlerinden oy birliği ile onay almasıdır.
Beni ilgilendiren yönü, metnin ve sözleşmenin evrensel ilkelerden oluşan bir örgüsünün ve sunumunun olmasıdır.
Medine vesikasını batıda tanıtanlar yine Batılı oryantalistler (Alman oryantalist Wellhausen) olmuştur.
İslam dünyasına tanıtanda Prof. Muhammed Hamitullah’tır.
Vesikayı ilk kayda geçiren, Muhammed ibn İshak’tır. (ölümü hicri 151)
Vesikayı tam metin olarak veren İbni Hişam’dır(ölümü hicri 213).
İtalyan tarihçisi Caetani, Medine vesikasının tarihi değeri hakkında bir sorun olmadığını yazmıştır.
Vesikanın Enes B.Malik’in evinde Hz. Muhammed’in başkanlığında Müslümanlar, Yahudiler, müşrikler, putperestler vs. ile yapılan görüşmeler sonucunda kayıt altına alınmıştır.
İlk 23 maddesi Müslümanlar arasındaki ilkeleri,24-47 arasındaki ikinci bölüm ise Müslümanlar ve Yahudi ve müşrik blok arasındaki ilkeleri içerir.
MEDİNE VESİKASININ ZEMİNİNİ HAZIRLAYAN FELSEFE
Vahyi haberin Allah’ın Elçisi tarafından Mekke toplumuna anlatılmaya başlandığı M.S.610 yılında doğal olarak topluma yabancı olan mesajların hemen algılanıp kabul görmesi mümkün olmamıştır. Hz. İbrahim’den kalan ve gelenekte var olan Tevhit inancının toplumdaki izleri silinmiş,
Evrensel değerlere göre uyarılmayı reddetmeye hazır bir sosyal psikoloji iklimi oluşmuştu. Buna karşın her toplumda her zaman gerçeğe yönelik fikir geliştiren insanlar var olmuştur. Tebliğ hareketine en yakınından başlayan Hz. Muhammed, eşi Hz. Hatice, Mekke’nin zenginlerinden Hz. Ebubekir, gençlerden Hz. Ali, kölelerden Hz. Zeyd tarafından destek görmeye başlayınca, mesajlarının toplumun her kesiminde anlaşılabilir olduğu sosyolojik olarak önemli bir sonuç üretmişti.
Böylece Tevhit felsefesiyle şirk felsefesinin çatışmaya başladığı sürece girilmiş oldu. Ticaret yolları yönünden Hindistan’dan, Yemen’den, Habeşistan’dan, İran’dan, Çin’den gelen ticari kervanların kesiştiği kavşak coğrafyayı oluşturan ve ticaretin evrensel çapta yoğun yaşandığı Mekke toplumunda din de, kültür de, hukuk ta sosyal hayat ta, fiziksel hayat ta mal ve yönetim gücüne dayalı bir gelenekçi paradigmadan köken alıyordu. Mekke egemenlerinin yönetim felsefesi, putperest olan insana, putlarla donatılarak kutsallaştırılan mekana, ve jeopolitik ekonomik konumun getirdiği imkana dayalı bir paradigmaya bağlı idi. Egemenlerin yönetimde kullandıkları en büyük araç ‘’din’’di. Tüm kabilelerin ittifakla katıldıkları yönetim modeli hiyerarşik, oligarşik ve gelenekçi dini yönetimdi.
Peygamberin sunduğu fikirler, bütün bu anlayış ve yaşantıların tersi, insanı özgürleştiren, saltanatı reddeden, oligarşiyi mahkûm eden, malın ve gücün etkinliğini yönetimden kaldıran, evrensel ahlak ilkelerine bağlı bir nitelik taşıdığından, çatışmanın tek taraflı şiddete dönüşmesi ve peygamber taraftarlarının göç etmesi sonucunu doğurmuştu.
Doğal olarak her sosyolojik yapıda, bu tür çatışma ortamlarında insanların özgür ve güvenilir bir yer arayışları beklenen durumdur.
Tarihsel süreçte, kültürünü din edinmiş toplumlarla, evrensel ahlak ilkelerini yaşam biçimine dönüştürmüş(tevhit),evrensel hukuk ilkelerini toplumsal bütünlüğü(vahdet) sağlayan uygulamalar olarak beklenti edinmiş, evrensel insan haklarını(adalet) yaşam biçimi olarak benimsemiş insan yapılanmaları ile, ayrılmak zorunda kaldıkları, yaşanarak gözlenen sayısız örneklerle test edilmiş ve onaylanmıştır.
Mekke toplumu ile Medine toplumunun sosyolojik örgüsünün farklı olması da beklenen bir durumdu. Bu durum, bir toplumun yeniden örgütlenmesi ve yapılandırılması için, öncü kadrolar tarafından ilk dikkate alınması gereken bilimsel bir gerçekliktir.
Peygamberler gibi ,ferasetle, akılla ve hayatın doğal akışını vahyi uyarılarla birleştirip mücadele sürecinin her aşamasında yöntem geliştirerek toplumu yönlendiren insanların, sosyolojinin kültürel ‘kodlar’ını düşünmeden hareket etmelerini beklemek doğru olmaz görüşündeyim.
MEDİNE VESİKASININ SOSYOLOJİK TEMELİ
Mekke’deki Arap geleneğinin insan faktörünün örgütlenmesinde ki baskın karakteri Kabile Ruhudur. Toplumu oluşturan kabilelerden Mekke’de Kureyş, Taif’te Sakif kabileleridir.
Buna karşın Medine’de kabile ruhu baskın karakter değildir. Arap kabileleri olan Evs ve Hazreç, Yahudi kabileleri olan Beni Nadir ve Beni Kurayza arasında sürekli savaş ve çekişmeler sürüp gitmekteydi.
Mekke’de din ve hukuk temelinde bir birliktelik varken bu durum Medine’de söz konusu değildi.
Böyle bir sosyolojik temelli yapıda sosyal, siyasal ve ekonomik farklar yeni bir toplumun yapılandırılmasında uygun parametrelerdi.
MEDİNE’DE SOSYOEKONOMİK YAPI
Medine’de bir siyası otorite ve yönetimi yoktu.
Askeri bir güç yoktu. Merkezi bir savunma sistemi ve örgütlü bir askeri güç yoktu.
Her kabile kendini savunmak için gerekli imkanları kurulmuş olan halk sandığı tarafında karşılanıyordu
Kan diyetleri için sosyal sigorta kurulmuştu.
Kabileler arası yazılı hukuk yoktu.
İhtilaflar hakemle ve örfle çözülüyordu.
Hakemlerin uygulama gücü ve yetkisi olmadığından, çoğunlukla güçlü olanların kararları geçerli oluyordu.
MEDİNEDE ASAYIŞIN DURUMU
Araplarla Yahudiler arasında çatışma devam ediyordu.
Arapların kendi aralarında da çatışma sürüyordu.
Yahudilerin de kendi aralarında ki çatışma da devam ediyordu.
Kabilelerin aralarında müttefikliklerde vardı.
Yahudi Kaynuka Oğulları Arap kabilesi olan Hazreçliler’le müttefikti.
Yahudi Nadir Oğulları ve Kureyza Oğulları Arap olan Evs kabilesiyle müttefikti.
HZ.MUHAMMED’İN İLK YAPTĞI İŞLER
Hicretle Mekke’den Medine’ye göç eden muhacirleri Medine’de gerekli mekanlara yerleştirdi.
Gelen ailelerin günlük zaruri ihtiyaçlarını karşılattı.
Muhacir ve Ensar arasında sosyal ve ekonomik dayanışma ve yardımlaşmayı tesis etti.
Zirai, ticari hayata ve ev geçimine ortaklıklar düzenledi.
Kan ve akrabalık bağı yerine din ve hukuk temelinde birliktelik oluşturdu.
Medine’nin sosyal, dini ve demografik yapısını ortaya çıkardı.
Nüfus sayısını belirledi.
Medine’nin doğal şehir sınırlarını çizdi.
Dini ve yasal temelde çoğulcu bir toplum yapılanmasını gerçekleştirdi.
Şehir devleti oluşturdu.
Bu yapılanmayı MEDİNE VESİKASI ile hukuksal ilkelere bağladı.
MEDİNE VESIKASININ KURUCU İLKELERİ
Toplumsal sosyolojiye uygun(bilimsel),
Doğal Hukuk’a uygun, hukukla korunan,
Toplumsal barışı amaçlayan,
İstikrarı gözeten,
Dini, yasal, felsefi ve siyasal farklılıklar gösteren guruplar arasında bir sözleşme temelinde anlaşma imzalanacak.
Hakimiyet yerine katılımın hareket noktası seçilecek.
Toplum çoğulcu bir toplum olarak kabul edilecek ve her gurup tam özerkliğe sahip olacak. Her gurup, yaşama, yargı, ticaret, eğitim, kültür, sanat, gündelik hayatın düzenlenmesi konularında kendini nasıl tanımlıyorsa öyle ifade edecek ve yaşayacak.
Kamusal alanda tek bir hukukun uygulanması ortak kararla geçerli olacak.
Peygamber hakem durumunda olacak.
Peygamber Müslüman blok üzerinde mutlak hakim olacak.
Suç ve ceza bireysel nitelik kazanacaktır.
Adalet ve güvenlik ortak sosyal sorumluluk olacak.
Toprak bütünlüğü içindeki yaşayanların tümüyle korunması esastır, bu toprağı korumayla ilgilidir,
Din ile ilgili savaşlar sadece dini gurupları bağlayacaktır.
Günümüzde Müslüman’ca yeni bir toplum yapılanması ihtiyacı duyanlara, güncel ve evrensel
Mesajlar veren Medine Vesıkası’’, Toplumsal Sözleşme’’ için değerlendirilerek, uygulanmayan Evrensel İnsan Hakları’nı hayata geçirmekte, değerli bir yöntem olarak bayraklaştırılabilir.
Yolumuz aydınlık olsun.