Deha, başarısızlığını kaderine; onur, suçunu sisteme: iman, günahını şeytana yükleyenlerde bulunmayan en üst düzey birer beyin yazılımlarıdır. Üstün akıl sahipleri işini gerektiği gibi yapıp engelleri aştığı için kaderini; onur sahipleri işini mertçe yapıp mazeret üretmediği için sistemi ve gerçek iman sahipleri de günah işlemediği için Şeytanı suçlamaz. Bu nedenle; dâhiler, onurlular ve evrensel hakikatleri keşfedenler pişman olmaz, af dilemez ve tövbeye gerek duymazlar.
DADA
Tarihi ve Teolojik Yön
Arapça bir kelime olan tevbe: “geri dönmek, rücû etmek, dönüş yapmak” anlamındadır ve “dinde yerilmiş şeyleri terkedip övgüye lâyık olanlara yönelme” biçiminde tanımlanır (Zeccâc, s. 61-62; Kuşeyrî, et-Taḥbîr, s. 84). Hinduizm’de ise günah evrenin nizamına karşı işlenmiş bir suç olarak telakki olunmaktadır (Schimmel, s. 77). Tövbe hususu semavi dinlerde de çok önemli bir yer tutmakta, Eski Ahid’in birçok bölümünde kavimler tövbeye çağrılmakta, günahtan uzaklaşıp Tanrı’ya yönelmesi öğütlenmektedir. Tanrı’ya dönmeyi ve O’nun istediği gibi iyi işler yapan bir kul olmayı tavsiye etmektedir (Montefiore, XVI [1904], s. 213). Hıristiyanlığa göre de tövbe, insanların yaptığı kötülüklerin farkına varması, yaptığı kötülüklerden dolayı kendini kınaması günahlarından arınarak Tanrı’nın rızasına uygun bir hayata yönelmesidir (Graham, s. 106-107). Zerdüştîllikte de günahtan arınma işlemine büyük önem verilmektedir (Dhalla MN: V, 664-666). Konfüçyüsçülük’e göre de işlenen her günahın mutlaka bir karşılığı olma zorunluluğu olmalı ve günahın karşılığında çekilecek cezanın da, genellikle ölüm sonrasında ve öteki âlemde değil dünyada uygulanacak bir ceza olarak verilmesi öngörülmektedir. Günah işleyen kişinin günahının karşılığını ödeyip bunu telâfi etmesi gerekir (Budda, s. 372-373).
Ateistlere göre tövbe akıllı, dürüst ve erdemli yaşayamayanların kendini avutmak ve toplumu tekrar tekrar aldatmak için toplumları içine ittikleri karanlık bir labirent ve çıkmaz bir sokaktır (Nietzche F: Nietzsche, et al. (2009). Bana göre Nietzche’nin Tanrı anlayışında iki Tanrı vardır. Toplumu yaratan Tanrı ve toplumun yarattığı Tanrı … Nietzche felsefesinde tapınaklarda din adamı kılıklı ticanilerin kendi rahat ve keyifleri uğruna toplumu sindirmek için yarattıkları Tanrı ölmüştür. Zira; Ateistler rahiplerin yarattığı Tanrı’yı reddetmekte; rahipler de ateistlerin aradıkları Tanrıyı anlayamamaktadır. Kendimizi Nietzche yerine koyarak düşündüğümüzde Nieztzche’nin çok derin bir Tanrı anlayışına sahip olduğunu sezeriz. Çünkü Nietzche’nin derinliklerine indiğimizde, onun Tanrı adına yeryüzünde kurulan tapınakların din adamlarınca imal edilen Tanrı anlayışına karşı savaş açtığını, eğer bir zerre aklımız varsa anlarız. Bu derinlikten hadiseye bakarsak; günümüz teologları öğretileri doğrultusunda düşünen kişilerin; kendi yarattığı Tanrı’yı keşfedince Ateizme; kendini yaratan Tanrı’yı keşfedince de Deizme meylettiğini görürüz. Yine Nietzche felsefesine göre rahiplerin Tanrısından ya da rahipler aracılığı ile Tanrı’dan af dileyip tövbe etmek üstün bir insana yakışmamaktadır.
Tövbe için herhangi bir aracıya gerek yoktur ve günahkârın samimiyetle tövbe etmesi ve tekrar etmemesi yeterlidir. Tanrı ile kul arasına girip tövbe bezirganlığı yapanlarda DEHA, ONUR ve İMAN zayıf ya da yoktur. Tahrif edilmemiş dinler ve felsefi görüşler bu olayın bir sahtekarlık olduğunda hemfikirdirler.
Güncel Metaforlarla Bu Kavramlara Bakış
Seninle cehennem ödüldür bana
Sensiz cennet bile sürgün sayılır
C. SAFİ
Tövbesizler
Günah işlemeyenler tövbe etmek zorunda kalmaz; tövbeyi alışkanlık haline getirenler de günah işlemekten hali olmazlar.
DADA
Tövbesizlere örnek olarak Şeytan’ı verebiliriz. Ulu Tanrı arş meclisinin tüm meleklerini toplayıp ve onlara: ‘’Benden başkasına ibadet ve secde etmeyin …’’ demişti … Ama daha sonra beyin donanımı ile mücehhez kıldığı Adem’i ver ederek meleklerin Adem’e secde etmesini istemişti. Tüm melekler Adem’e secde ettiği halde Şeytan Tanrı’ya verdiği sözden dönmeyip sözünde durarak Adem’e secde etmemişti … Mezopotamya mitolojilerine göre Şeytanın:’’ Beni ateşten, onu topraktan yarattın, ben ondan daha üstünüm! Ona secde etmem …’’ diyerek Adem’e secdeyi reddetmesi üzerinde derince düşünülmesi gereken bir derin husustur. Bugünün bilimi doğrultusunda düşünülürse ateşte bulunan elementlerin trilyonlarca kat fazlası toprakta mevcuttur. Bu eylemi sonucunda Şeytan arş meclisinden kovulmuş ve Adem soyunu aldatmak, belki de onun hakkında bir kayıtçı edasıyla suç dosyası hazırlaması için belki de Tanrı tarafından gizlice görevlendirilmişti (Gerald Messadie – Şeytanın Genel Tarihi). debelki de Şetan, Tanrı’nın istihbarat şefliğine terfi etmişti…. Kutsal kitaplarda da geçen bu derin metaforu derinden anlamadan bu yazı anlaşılamayabilir. Bu metafordan anlaşılan; insanların Allah’tan başka ilah edinmemeleri, ve ilahlık iddiasında bulunmamaları gerektiğidir. Eğer Tanrı Şeytana güvenmese idi onu insanların günahlarını kaydedecek olan bir katip olarak görevlendirmesi beklenir miydi? Şeytan’ın Allah dururken Ademe secde etmemesi, Fatiha Suresi’ne imanın bir gereği değil midir.? Ezanda da bu durum alen beyan vurgulanmakta değil midir?
Afsızlar
Ellerinde dudak izi, dudaklarına el izi olmayanlar kimseden af dilemek zorunda kalmazlar.
DADA
Af dilemeyenlere örnek olarak Hz. İbrahim’i verebiliriz. Hz, İbrahim; Nemrud’un tapınağında putları kırmış, baltayı en büyük putun kollarına yerleştirmiş: Nemrut Mahkemeleri duruşmalarında bu putları niçin kırdığı sorulduğunda:’’ Onu baltayı tutan büyük puta sorun …’’ dediğinde: ‘’Bre çocuk, bu cansız bir taş! Bu eylemi nasıl yapabilir….? ‘’ cevabına karşılık:’’ Bre beyinsizler! Bir baltayı kullanamayacak kadar aciz olan bu taş sizi nasıl yaratabilir ….?’’ Diyerek onlara meydan okumuştu. Nemrut:’’ Rahiplerin dinine döner ve af dilerse İbrahim’i affedeceğini söylemiş, ama İbrahim af dilemeyip ateşe atılmayı tercih etmişti. Ve ateş onu yakmamıştı …..
Kölesizler
Kölesi olmayanın efendisi de yoktur. Ancak böyle kişiler hayatın anlamını kavrar ve çok anlamlı bir hayat yaşarlar. Köle olduğunu bilmeyen ve her şeyi bildiğini zannedenlere hür olmadığını ve hiçbir şey bilmediğini asla anlatamazsınız.
DADA
Epiktetos, kendisine bilge kişi örneği olarak Sokrates’le Diogenes’i seçmiştir. Epiktetos, temelde ahlak ile ilgilenmiş ve gerçek insan olma yolunun sağlam bir irade ve hedefi olmaktan ibaret olduğunu iddia etmiştir. Her şeyin dilediğimiz gibi olmasını beklemememizi, her şeyin olduğu gibi olmasını dilememizi, ancak o zaman iyi olacağımızı belirtmiştir. Çok fazla egzersiz yapmanın, çok fazla yeme içmenin, fazla seks yapmak gibi bedenle ilgili eylemler üzerinde fazla vakit harcamanın, zayıf dimağlılara has davranışlar olduğunu düşünmüştür. Epiktetps’a göre: Tanrı’nın insana verdiği en büyük nimet; sahip olduğu halde sahip olduğunu bilmediği nimetleri birgün kendi içinde bulma kudretidir. Tüm semavi dinlerde ve islamiyette de kölelelik yasaklanmıştır. Aslında ilk ve orta çağlarda köle bir zenginin yanında çalışan işçi demekti. Hatta Kur’an; ‘’ Şerefsiz zenginin malında şerefli yoksulun hakkı vardır …(6/141; 17/26; 30/38; 70/24: TDV Yayınları)’’ şeklinde anlaşılabilecek beyanatı ile çok derin noktaya işaret etmiştir. Gerçek islamda, hür kişilerin sahip oldukları haklara kölelerin de sahip olması gerektiği sıkça vurgulanmaktadır.
Efendisizler
Kölenin ibadet etmek zorunda kaldığı bir efendisi; efendinin ise her birine ayrı biçimde ibadet etmek zorunda kaldığı sayısız efendisi vardır. Aslında her efendi aciz bir köle, her köle ise efendisini yemek için fırsat kollayan zalim bir efendidir.
DADA
Kendini yanmaya mahkum eden efendilere: ‘’Benim ölüm fermanını bildirirken bile siz benden daha çok korkuyorsunuz…’’ diyerek meydan okuyan Giordano Bruno, efendilerinin çıkarlarına hizmet etmeyenler için en iyi örneklerden biridir. Belki Sokrates ve Galileo’nun savunmalarında gizli birer af dileme tutkusu sezilebilir. Ama Giordano Bruno’nun savunmalarında asla korku izine rastlanmaz. Kilisenin fay hatlarını kıran Giordano Bruno adeta batı dünyası’nın yakılan İbrahim’idir. Getirdiği sonsuz evren anlayışı ile tapınakların cehaletini ortaya koyan ve rahiplerin gizlendiği tüm karanlıklara ışık tutarak dünyayı evrenin merkezinden, Tanrı seçkini ve evrenin efendisi olduğunu söyleyenleri de dünyanın merkezinden söküp atan, ve af-özür dilemeden ateşte yakılmayı seçen ve yakılan tövbesiz ve afsız bir kahraman, bir bilim şehididir.
Allah’tan başkasından tövbe ve af dilemek zorunda kalmayan ve efendisiz-kölesiz yaşayanlardan olmamız dileği ile eleştiri ve tavsiyelerinize muhtaciyetimi arz ederim.
Kaynaklar
Zeccâc, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 61-62.
Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 84.
Schimmel B, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 77.
Graham A, Peace with God, London 1954, s. 106-107.
Montefiore G: “Rabbinic Conceptions of Repentance”, Jewish Quarterly Review, XVI, Philadelphia 1904, s. 213, 223, 226-227.
Hilmi Ömer Budda, Dinler Tarihi-I, İstanbul 1935, s. 159, 309-310, 372-373, 381.
Nietzsche F, et al. (2009). Ecce Homo: Kişi Nasıl Kendisi Olur. ISBN: 9789944887335. Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Şeytanın Genel Tarihi. Gerald Messadie. Pegasus Yayınları. 2016
13 yorum
Hak bildiği yolda ilerleyen ler geceyi gece gündüz gündüz bilip aklını kiraya vermeyenlerin yoludurErol Cebeci
Hocam yüreğinize ve kaleminize sağlık.
Hocam isitifade ediyorum
Çok müteşekkirim
LÂKİN bu yazılarınızın
Döküman şeklinden de isifade etmek isiyorum iyi , sağlıklı ömürler dilerim.
( ömrünüzün uzunluğu ve ya kısalığıyla ilgıli bir düşünceye sahıp değilim. ) HOŞÇA KALIN HOCAM.
Sayın Aydın
Çok enteresan bir makale okudum. elinize ve aklınıza sağlık
DADA aşağı, DADA yukarı. “Kim ulan bu DADA” diye kendime sordum. Bilmiyordum tabi. Google, Wikipedia derken, Dadaizm’den başka bir şey bulamadım. bir de Okan Bayülgen’in DADA programı.
Neyse; sizi tanımak için özgeçmişinizi okudum. Çok sayıda makaleniz olduğunu müşahede ettim. Okuduğum makalelerde entelektüel kapasitesi yüksek, bilgili, daha doğru bir ifade ile bir münevver ile karşı karşıya olduğumu anladım.
Bu arada DADA kimmiş anladım.
https://www.akademikakil.com/aklin-calisma-hizini-gosteren-dada-yaylari-yeni-bir-teorem/mdumlu/
” Mezopotamya mitolojilerine göre Şeytanın:’’ Beni ateşten, onu topraktan yarattın, ben ondan daha üstünüm! Ona secde etmem …’’ diyerek Adem’e secdeyi reddetmesi” üzerine cümlesine gelince de düşündüm. Yanlış mı biliyorum acaba diyerek, tırnak içindeki cümleyi arattım. A’râf Suresi 12. Ayet karşıma çıktı. Bu ayetin mealinde Şeytanın değil de, İblis’in ; “Dedi: “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne alıkoydu?” (İblis:) “Ben ondan daha iyiyim; Sen beni ateşten yarattın, onu ise balçıktan yarattın,” dedi. mealinde ayetin olduğunu gördüm. İzaha muhtaç bir durum olarak, aklımın kayıtlarına geçirdim.
İblis; Ateşte yaratıldığını söylüyor. Biyografinizde Arapça bildiğiniz yazıyor. Bu nedenle size soruyorum. İblis; “ateşten yarattın derken”; ENERJİyi kastetmiş olabilir mi? Meal yazıcıları; ateşe karşılık gelen enerji kelimesini o devirde bilmiyor olabilirler mi?
Evet dediğiniz gibi, toprakta onlarca element var. Ancak; elementlerdeki enerjiyi kullanabilmek için işlemden geçirmek gerekir. İblis; ben, safi enerjiyim. İnsan; enerjiyi kullanmak için işlemden geçirmesi gereken benden aciz bir varlık demiş olabilir mi?
Rahmetli babanızın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi; ” Keşke aklını mühendislikte kullansaydın, daha iyi olurdun’’ ifadesine katılıyorum. Felsefe de olurdu. Kendinize yazık etmişsiniz.
Doktor , Cerrah, Beyin cerrahı sıralamasındaki espriye vakıfım.
Tekrar; elinize aklınıza sağlık.
Bir de soru. Beyinlerin mimarisinde ve organizasyonunda, aynı malzemelerden, “bazı beyinler bakla oda, nohut sofa ” olarak inşa edilirken, aynı malzemeler kullanılarak Versay Sarayı da inşa ediliyor. Yani DEHA derecesinde beyinler. Versay sarayına tuvalet koymadıkları gibi dehaların illa da psikiyatrik bir maluliyetleri oluyor. Neden acaba? Tesla ve Newton gibi…
hürmetlerimle.
Sayın Dadadaşım Demirbek,
Makaleler derin zihinli okur-anlar-uygularların sınırsız idrakinde enteresan boyut kazanır. Tövbesiz, afsız, efendisiz ve kölesiz yaşayan herkesin adı DADA’dır. Bu unvan kişiye -benim hayatımda olduğu gibi- beyni henüz kirlenmemiş olanlarca verilir. Bu unvan bana, genetik olarak donanım-yazılım kopyam olan bir nörokomputer tarafından verilmiştir. Zira, DADA olanı ancak DADA olanlar anlar. Ben de bu unvanın sizin için de uygun olacağını düşünerek size bazen DADADAŞIM diye hitap edeceğim.
Benim donanım malzememi yazılım proğramımı tanıtarak kendimi update etememe vesile olduğunuz için tüm teşekkürlerimi, saygı ve sevgilerimi iletiyorum….
DADA YAYLARI teoremi (Bkz:Akademik Akıl), bir kişinin beyin görüntü ve örüntülerinde, zihinsel faaliyetleri yaratan ve enformasyon akış yollarının fiziksel zamanı en ideal şekilde kısa tutacak biçimdeki dizaynının geometrik adıdır. Belki de yakın zamanda beynin hard disk ve RAM kapasitesi bu şekilde hesaplanarak RADYODEMOKRASİ’nin (Bkz: Akademik akıl) temelleri atılacak ve istihdamda bu somut veriler kullanılacaktır.
Eğer bütün Dünya mitolojileri kökünde Mezopotamya mitolojileri unitellektüel tarzda mütalaa edilirse rutinde devridaim girdabında dolaşan yorumlar çıkar. Ama DADA’ca mütalaa edilirse, sizin engin zihin evreninizde olduğu şekilde anlam bulur.
Yaratılışla ilgili rivayetler; günümüz beyin-komputer-yapay zeka koordinatlarında DADA’ca metaforize edilirse söz konusu yazımda irdelenen metaforlardan daha öte yorumlar doğar. Bu metaforlar evreninde Tanrı evrenin yazılım ve donanım mühendisi, dört büyük büyük melek Tanrı’nın Derin Devletinin şube başkanları, Şeytan’ın ise istihbarattan sorumlu başkan olduğuna dair bir benzetme yapılabilir. Zira şeytan sadece insan, cin ve meleklerin değil tüm yaratıkların eylemleri hakkında doya tutaa ve ahiret mahkemelerinde açmakla görevli bir raportördür. Oysa; Arş devletinde rızk dağıtan, canlıların yazılım-donanım kartlarını delete eden melekler eylemlerine devam ederken; bu deleting işlemini iptal edip, onları Recyle PIN’inden çıkararak eski taban bilgisi zemininde yeniden formatlayacak olan melek ahireti beklemekte, Arş ile yeryüzü arasında enformasyon taşıyıcı olan meleklerden ise yıllardır haber alınamamaktadır …. Bu nedenle başta sizin ve diğer okurların dikkatine metaforik bir özet sunacağım.
Tanrı; meleklerin itirazsız tavrından sıkılarak asilik yapacak bir varlık yaratmak ister. Çünkü Tanrı Meleklere Kal-u Bela’da : ‘’Yalnızca sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz’’ hükmüne uyarınca yaşamalarını ferman eylemiştir.
Kutsal metin ve mitolojilere göre: Tanrı düşünebilen bir varlık yaratma fikrini nihayet baş meleği olan şeytana açar. Birlikte, düşünebilen bir organizasyon olan beyne sahip bir varlık olacak ADEM’i (Yok olmaya mahkum) tasarlarlar. Ve Adem yaratılır. Tanrı Arş’ın tüm meleklerini, cinleri, ….. saraya çağırır ve Adem’i tanıtır. Ona secde etmelerini ister. Tüm melekler Kal-u Bela’da verdikleri sözün aksine Adem’e secde ederken; Şeytan Tanrı’ya verdiği sözde durur, bu ibadete katılmaz ve Adem’e secde etmez. Yine rivayetlere göre Şeytan bu ibadet töreninden önce meleklere Adem’in var ediliş yasalarını bir mühendis edasıyla açıklamıştır. Yani Adem’in var ediliş sürecinde kullanılan yazılım ve donanım metodlarını açıklamıştır. Melekler de bu yeni tasarlanarak yaratılan Adem’e hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Adem’e sadece Şeytanın değil, diğer meleklerin de secde etmiş olmaları Kal-u Bela ahitnamesine göre imkansızdır. Zira Şeytan’ın bu mecliste Fatiha Suresinde beyan olunan ahitnameyi okuduğuna dair DADA’ca rivayetler vardır: Kal-u Belada okunan Ahitname: ‘’ … Biz yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz….’’. ahitnamesi gereği Şeytan Adem’e secde etmemiştir.
Bu konudaki düşünüş ve inanışlarda tercüme ve idrak problemi olsa gerektir Unutulmaması ve anlaşı fereken temel nokta şu olmalıdır.: Tanrı Adem’i tanıtma görevini, Ademin yaratılışında da bizzat görev alan ve Baş Meleği olan Şeytan’a vermiştir. Şeytan Adem’i tanıtır ve tanımlarken, tüm arş meclisi de iyice anlayabilsin diye kendinin enerjiden, Adem’in ise Topraktan yaratıldığını açıklamış olmalıdır. Bu minvalde melekler Adem’e hayranlıklarını izhar ederken, Şeytan buna gerek duymamıştır. Çünkü kendisi bu yaratılış eyleminin müşahididir. İşte bu nokta Adem’e secde etme işlemi olarak düşünülmüş olabilir. Somut olarak düşünüldüğünde de enerjideki enerjinin sonsuz katı, enerjinin temel somut kaynağı olan maddede yani toprakta mevcuttur.
Rahmetli babamın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi; ” Keşke aklını mühendislikte kullansaydın, daha iyi olurdun’’ ifadesine katılmanızda bir sakınca yok değerli Demirbek Dadadaşım; ben beynin donanımıyla ilgilenen bir BEYİN DONANIM MÜHENDİSİ; siz de mesleğinin hakkını hakkıyla veren bir psikiyatrist olarak beynin ürünü olan AKLIN YAZILIM MÜHENDİSİ’siniz. Bu nedenle babamın dileğini hem ben ve dolayısıyla siz gerçekleştirmiş sayılırız. Aşağıda çok dahiyane şekilde sorduğunuz:
Beyinlerin mimarisinde ve organizasyonunda, “bazı beyinler bakla oda, nohut sofa ” olarak inşa edilirken, aynı malzemeler kullanılarak Versay Sarayı da inşa ediliyor. Yani DEHA derecesinde beyinler. Versay sarayına tuvalet koymadıkları gibi dehaların illa da psikiyatrik bir maluliyetleri oluyor. Neden acaba? Tesla ve Newton gibi…
Sorunuza gelince: yıllarca beynin anatomisiyle kafatasımda konumlandırılmış beynin elverdiği kadarıyla, sadece insan beyni ile değil, koyun, sığır, kedi, tanşan ve rat beyinlerinin de hem anatomisiyle hem histolojisiyle hem de patolojisiyle ilgilendim. Bu alanda ses konusu ile yaptığım keşifler yüzünden suçlu ilan edilerek ahenkli ve mucizevi sıkıntılara duçar oldum. Bu süreçte, Tanrı’nın da istediği şekilde, sadece bilimin ve aklın kabesine yönelmeye gayret ettim. Üniversitem ve devletimin sunduğu, ama çok kimsenin (arştaki meleklerin arştaki imkanların farkında olmadığı gibi) bu sonsuz imkanların farkında bile olmadığını farkettim. Çok kimsenin, adeta bilimin Mecnun’u olup çöldeki kayıp Leyla’sını aradığını acıyla tesbit ederek uyandım. Beni sorguya çekecek ikinci bir ben yaratmasını Tanrı’dan diledim. Bu benlerden biri Anatomi vahalarında Leylayı bulamazken; diğeri histoloji vahalarında aradığını buldu. Beynin Mikroskobik Anatomisi hakkında yıllarca çalıştı …
Sonuç: Anatomik aıdan biribirinin aynı olan iki beyin olmadığı gibi; beyin dahi kendi içinde her an donanım ve yazılımıyla değişen bir organizasyondur. Bu değişim ve dönüşümler beynin mikroskobik evreninde femtosaniyeler (1/katrilyon saniye) içinde olmaktadır. İbn-i Haldun: ‘’ Coğrafya kaderdir’’ derken adeta bu incelikleri dile getirmiştir.
Bence testis ve ovaryumlar; kendilerine tesadüfi ya da deterministik olarak gelen atomlarla bizim genetik yapımızı (Tıpkı ilk var edilişimizde olduğu gibi) dizayn ederken kullandığı atomlar, kendi donanım ve yazılımlarına uygun beyinelri üretmiştir. Ben öyle sanıyorum ki aynı aileden atomlar bile birbirinin aynı olmadığı gibi bir atom bile herhangi bir t anında olduğu atom olarak kalmamıştır. İşte bu nedenle beyinler de farklıdır. Akademik akıl sitesi ya da Pub Med, Google Scholar, Web of Science …. Gibi ortamlardaki yazılarıma da bakılırsa bu durum daha net anlaşılır.
Beyin kendi dizaynı, temel işlemcisi, yardımcı yazılımları … gereği kendine özgü dinamikler üretir. Bu sahada da çevrenin enformasyon kapasitesi ve kültürel yazılımlar devreye girer. Üstün tasarıma sahip beyinler kendi yazılımlarını kendileri yaratır. Bu dâhiler; günahlarını yükleyecekleri bir Şeytan; suçlarını yükleyecekleri bir SİSTEM ve başarısızlıklarını yükleyecekleri bir KADER anlayışları olmadığı için kendi yazılımlarında Tanrı’nın sakladığı TANRISAL AKLI keşfederek enginleşmişlerdir. İşte Tanrı, kendi suretini bu şekil beyinleri olan TESLA, NEWTON …. Gibi dâhilerde göstermiştir. Yani Tanrı, melek benzetmesinde olduğu gibi, rutin insanlardan bıktığı için bu dâhileri yaratmıştır. Bazıları, melekut aleminde olduğu gibi, Tanrı’yı unutur ve bu şekilde tanrılaşan yeryüzü Tanrıları’na secdeye kalkışırsa gözleri ve idraki körelir. Nitekim bu dâhiler bilimin Tanrısına karşı ateisttir. Ve asla bilimin mümini olmammıştır. Bilimin mümini olanlar bilimi anlamayanlardır. Zira Tanrı’da kendine iman eden melekleri bırakıp, kendini anlayacak Adem’i bu nedenle var etmiştir.
Çok Değerli DADADAŞIM, Bu yazı nedeniyle tanımaya başladığım sayın DEMİRBEK; sizi tanımaktan dolayı sonsuz bahtiyarım.
Versay sarayı, muhtemelen midesi büyük olanlar için değil, beyni büyük olanlar için yapıldığı veçhile TUVALETLER UNUTULMUŞ OLABİLİR …
Sevgi ve Saygılarımla
DADA
Değerli DADADAŞIM, Sayın Demirbak’e cevabım.
Sayın Dadadaşım Demirbek,
Makaleler derin zihinli okur-anlar-uygularların sınırsız idrakinde enteresan boyut kazanır. Tövbesiz, afsız, efendisiz ve kölesiz yaşayan herkesin adı DADA’dır. Bu unvan kişiye -benim hayatımda olduğu gibi- beyni henüz kirlenmemiş olanlarca verilir. Bu unvan bana, genetik olarak donanım-yazılım kopyam olan bir nörokomputer tarafından verilmiştir. Zira, DADA olanı ancak DADA olanlar anlar. Ben de bu unvanın sizin için de uygun olacağını düşünerek size bazen DADADAŞIM diye hitap edeceğim.
Benim donanım malzememi yazılım proğramımı tanıtarak kendimi update etememe vesile olduğunuz için tüm teşekkürlerimi, saygı ve sevgilerimi iletiyorum….
DADA YAYLARI teoremi (Bkz:Akademik Akıl), bir kişinin beyin görüntü ve örüntülerinde, zihinsel faaliyetleri yaratan ve enformasyon akış yollarının fiziksel zamanı en ideal şekilde kısa tutacak biçimdeki dizaynının geometrik adıdır. Belki de yakın zamanda beynin hard disk ve RAM kapasitesi bu şekilde hesaplanarak RADYODEMOKRASİ’nin (Bkz: Akademik akıl) temelleri atılacak ve istihdamda bu somut veriler kullanılacaktır.
Eğer bütün Dünya mitolojileri kökünde Mezopotamya mitolojileri unitellektüel tarzda mütalaa edilirse rutinde devridaim girdabında dolaşan yorumlar çıkar. Ama DADA’ca mütalaa edilirse, sizin engin zihin evreninizde olduğu şekilde anlam bulur.
Yaratılışla ilgili rivayetler; günümüz beyin-komputer-yapay zeka koordinatlarında DADA’ca metaforize edilirse söz konusu yazımda irdelenen metaforlardan daha öte yorumlar doğar. Bu metaforlar evreninde Tanrı evrenin yazılım ve donanım mühendisi, dört büyük büyük melek Tanrı’nın Derin Devletinin şube başkanları, Şeytan’ın ise istihbarattan sorumlu başkan olduğuna dair bir benzetme yapılabilir. Zira şeytan sadece insan, cin ve meleklerin değil tüm yaratıkların eylemleri hakkında doya tutaa ve ahiret mahkemelerinde açmakla görevli bir raportördür. Oysa; Arş devletinde rızk dağıtan, canlıların yazılım-donanım kartlarını delete eden melekler eylemlerine devam ederken; bu deleting işlemini iptal edip, onları Recyle PIN’inden çıkararak eski taban bilgisi zemininde yeniden formatlayacak olan melek ahireti beklemekte, Arş ile yeryüzü arasında enformasyon taşıyıcı olan meleklerden ise yıllardır haber alınamamaktadır …. Bu nedenle başta sizin ve diğer okurların dikkatine metaforik bir özet sunacağım.
Tanrı; meleklerin itirazsız tavrından sıkılarak asilik yapacak bir varlık yaratmak ister. Çünkü Tanrı Meleklere Kal-u Bela’da : ‘’Yalnızca sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz’’ hükmüne uyarınca yaşamalarını ferman eylemiştir.
Kutsal metin ve mitolojilere göre: Tanrı düşünebilen bir varlık yaratma fikrini nihayet baş meleği olan şeytana açar. Birlikte, düşünebilen bir organizasyon olan beyne sahip bir varlık olacak ADEM’i (Yok olmaya mahkum) tasarlarlar. Ve Adem yaratılır. Tanrı Arş’ın tüm meleklerini, cinleri, ….. saraya çağırır ve Adem’i tanıtır. Ona secde etmelerini ister. Tüm melekler Kal-u Bela’da verdikleri sözün aksine Adem’e secde ederken; Şeytan Tanrı’ya verdiği sözde durur, bu ibadete katılmaz ve Adem’e secde etmez. Yine rivayetlere göre Şeytan bu ibadet töreninden önce meleklere Adem’in var ediliş yasalarını bir mühendis edasıyla açıklamıştır. Yani Adem’in var ediliş sürecinde kullanılan yazılım ve donanım metodlarını açıklamıştır. Melekler de bu yeni tasarlanarak yaratılan Adem’e hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Adem’e sadece Şeytanın değil, diğer meleklerin de secde etmiş olmaları Kal-u Bela ahitnamesine göre imkansızdır. Zira Şeytan’ın bu mecliste Fatiha Suresinde beyan olunan ahitnameyi okuduğuna dair DADA’ca rivayetler vardır: Kal-u Belada okunan Ahitname: ‘’ … Biz yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz….’’. ahitnamesi gereği Şeytan Adem’e secde etmemiştir.
Bu konudaki düşünüş ve inanışlarda tercüme ve idrak problemi olsa gerektir Unutulmaması ve anlaşı fereken temel nokta şu olmalıdır.: Tanrı Adem’i tanıtma görevini, Ademin yaratılışında da bizzat görev alan ve Baş Meleği olan Şeytan’a vermiştir. Şeytan Adem’i tanıtır ve tanımlarken, tüm arş meclisi de iyice anlayabilsin diye kendinin enerjiden, Adem’in ise Topraktan yaratıldığını açıklamış olmalıdır. Bu minvalde melekler Adem’e hayranlıklarını izhar ederken, Şeytan buna gerek duymamıştır. Çünkü kendisi bu yaratılış eyleminin müşahididir. İşte bu nokta Adem’e secde etme işlemi olarak düşünülmüş olabilir. Somut olarak düşünüldüğünde de enerjideki enerjinin sonsuz katı, enerjinin temel somut kaynağı olan maddede yani toprakta mevcuttur.
Rahmetli babamın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi; ” Keşke aklını mühendislikte kullansaydın, daha iyi olurdun’’ ifadesine katılmanızda bir sakınca yok değerli Demirbek Dadadaşım; ben beynin donanımıyla ilgilenen bir BEYİN DONANIM MÜHENDİSİ; siz de mesleğinin hakkını hakkıyla veren bir psikiyatrist olarak beynin ürünü olan AKLIN YAZILIM MÜHENDİSİ’siniz. Bu nedenle babamın dileğini hem ben ve dolayısıyla siz gerçekleştirmiş sayılırız. Aşağıda çok dahiyane şekilde sorduğunuz:
Beyinlerin mimarisinde ve organizasyonunda, “bazı beyinler bakla oda, nohut sofa ” olarak inşa edilirken, aynı malzemeler kullanılarak Versay Sarayı da inşa ediliyor. Yani DEHA derecesinde beyinler. Versay sarayına tuvalet koymadıkları gibi dehaların illa da psikiyatrik bir maluliyetleri oluyor. Neden acaba? Tesla ve Newton gibi…
Sorunuza gelince: yıllarca beynin anatomisiyle kafatasımda konumlandırılmış beynin elverdiği kadarıyla, sadece insan beyni ile değil, koyun, sığır, kedi, tanşan ve rat beyinlerinin de hem anatomisiyle hem histolojisiyle hem de patolojisiyle ilgilendim. Bu alanda ses konusu ile yaptığım keşifler yüzünden suçlu ilan edilerek ahenkli ve mucizevi sıkıntılara duçar oldum. Bu süreçte, Tanrı’nın da istediği şekilde, sadece bilimin ve aklın kabesine yönelmeye gayret ettim. Üniversitem ve devletimin sunduğu, ama çok kimsenin (arştaki meleklerin arştaki imkanların farkında olmadığı gibi) bu sonsuz imkanların farkında bile olmadığını farkettim. Çok kimsenin, adeta bilimin Mecnun’u olup çöldeki kayıp Leyla’sını aradığını acıyla tesbit ederek uyandım. Beni sorguya çekecek ikinci bir ben yaratmasını Tanrı’dan diledim. Bu benlerden biri Anatomi vahalarında Leylayı bulamazken; diğeri histoloji vahalarında aradığını buldu. Beynin Mikroskobik Anatomisi hakkında yıllarca çalıştı …
Sonuç: Anatomik aıdan biribirinin aynı olan iki beyin olmadığı gibi; beyin dahi kendi içinde her an donanım ve yazılımıyla değişen bir organizasyondur. Bu değişim ve dönüşümler beynin mikroskobik evreninde femtosaniyeler (1/katrilyon saniye) içinde olmaktadır. İbn-i Haldun: ‘’ Coğrafya kaderdir’’ derken adeta bu incelikleri dile getirmiştir.
Bence testis ve ovaryumlar; kendilerine tesadüfi ya da deterministik olarak gelen atomlarla bizim genetik yapımızı (Tıpkı ilk var edilişimizde olduğu gibi) dizayn ederken kullandığı atomlar, kendi donanım ve yazılımlarına uygun beyinelri üretmiştir. Ben öyle sanıyorum ki aynı aileden atomlar bile birbirinin aynı olmadığı gibi bir atom bile herhangi bir t anında olduğu atom olarak kalmamıştır. İşte bu nedenle beyinler de farklıdır. Akademik akıl sitesi ya da Pub Med, Google Scholar, Web of Science …. Gibi ortamlardaki yazılarıma da bakılırsa bu durum daha net anlaşılır.
Beyin kendi dizaynı, temel işlemcisi, yardımcı yazılımları … gereği kendine özgü dinamikler üretir. Bu sahada da çevrenin enformasyon kapasitesi ve kültürel yazılımlar devreye girer. Üstün tasarıma sahip beyinler kendi yazılımlarını kendileri yaratır. Bu dâhiler; günahlarını yükleyecekleri bir Şeytan; suçlarını yükleyecekleri bir SİSTEM ve başarısızlıklarını yükleyecekleri bir KADER anlayışları olmadığı için kendi yazılımlarında Tanrı’nın sakladığı TANRISAL AKLI keşfederek enginleşmişlerdir. İşte Tanrı, kendi suretini bu şekil beyinleri olan TESLA, NEWTON …. Gibi dâhilerde göstermiştir. Yani Tanrı, melek benzetmesinde olduğu gibi, rutin insanlardan bıktığı için bu dâhileri yaratmıştır. Bazıları, melekut aleminde olduğu gibi, Tanrı’yı unutur ve bu şekilde tanrılaşan yeryüzü Tanrıları’na secdeye kalkışırsa gözleri ve idraki körelir. Nitekim bu dâhiler bilimin Tanrısına karşı ateisttir. Ve asla bilimin mümini olmammıştır. Bilimin mümini olanlar bilimi anlamayanlardır. Zira Tanrı’da kendine iman eden melekleri bırakıp, kendini anlayacak Adem’i bu nedenle var etmiştir.
Çok Değerli DADADAŞIM, Bu yazı nedeniyle tanımaya başladığım sayın DEMİRBEK; sizi tanımaktan dolayı sonsuz bahtiyarım.
Versay sarayı, muhtemelen midesi büyük olanlar için değil, beyni büyük olanlar için yapıldığı veçhile TUVALETLER UNUTULMUŞ OLABİLİR …
Sevgi ve Saygılarımla
DADA
Sayın DADA
DADADAŞ unvanını aldım ve mutlulukla kabul ettim. Yalnız bendenizden özlü sözler, büyük fikirler beklemeyin. Bendenizden ancak bir yol arkadaşı olur.
Hemen cevap vermedim. Bekledim ki; ilahiyat camiası mensupları, söyledikleriniz, yazdıklarınız, düşündükleriniz yanlış desin. Ancak ilahiyat camiası “İLAHİYAT 1.0 DENEME SÜRÜMÜ”nü halen daha kullandıkları için 1000 sene geriden geliyorlar kanaatindeyim.
Kanaatime göre; Allah ADEM ve soyunu, asilik ve kan dökücülük özelliklerinden dolayı değil de; eşyanın isimlerini öğrenen, ve o isimleri öğretme, analiz etme kabiliyeti vasfı kazandığı için ve – Bakara suresi 31, 32, 33 ayetler- O, kendi ilminden olan bazı şeyleri anlayıp ihata edebilme -bakara 255- kabiliyetini de lütfettiği için yaratmış olmalıdır.
Atomlardan ve determinizm’ den bahsediyorsunuz. Atomlar çok küçük. ki, araya bir fıkra sıkıştırayım.
-Adam arkadaşına soruyor. ” -Mikroplar neden çok küçük?” Adam bilemiyor cevabı soruyor. Arkadaşı; -” Mikroplar çok küçük değil biz çok büyüğüz.”
Bu sefer Adam arkadaşına soruyor. “- Kainat neden çok büyük?” Arkadaşı cevap veremeyince, adam; – “Kainat çok büyük değil, biz çok küçüğüz” diyor.
Determinizm yani sebep sonuç ilişkisi sizlere ömür. Amel defteri kapandı. Arkasından konuşmayalım. Dünyamızda şimdi determinizm’in değil, KAOS FİZİĞİ’nin kuralları geçerli.
Kaos fiziğinin kurallarından biri de; ‘başlangıç koşullarına hassas bağımlılık’ tır. yani, başlangıç koşulları her şeyi belirler.
Bu girizgahtan sonra; beynin anatomisini ve histolojisini komparatif olarak araştırmış ve incelemiş olmanıza çok sevindim. Şimdi vereceğim bilgi, DADA’ya yeni bir yol açacaktır inşallah.
Beynin; anatomisini, organizasyonunu, nöronların budanmasını, konnektomların sayısını ve yerini belirleyen ‘başlangıç koşulları’dır.
Okulda iken bize öğretilen kan beyin bariyerini istisnalar dışında hiçbir şeyin geçemeyeceği idi. Bu bilgi doğru değilmiş. koca koca hücreler beyin dokusunu geçebiliyorlarmış. Rahmetli annenizin kök hücreleri 3 haftalık cenin halinde iken sizin vücudunuza, sizin hücreleriniz de annenizin vücuduna geçiyormuş. Ecnebi meslektaşlarımız bu olaya FETO-MATERNAL MİKROKİMERİZM adını vermiş. Yavrularını emziren annelerin sütü yolu ile bebeğe geçen ve bebek beyninde nörona transforme olan kök hücreleri konu alan bir makaleyi dikkatlerinize sunacağım.
Bendenizin kanaatine göre; iki yönlü geçiş -bi directional trafficking- ya fizyolojik sınırlarda az veya orta düzeyde feto-maternal hücre geçişi oluyor. Veya Fizyolojik üst sınırları zorlayacak geçişler oluyor. Pato-Fizyolojik geçişler ise; ceninin ve embriyonun, viral veya bakteriyel hastalığa duçar olduğu durumlarda gerçekleşiyor. Örnek; Anne hamileliğin ilk 4.5 ayında influenza A hastası olmuştur. Cenine de influenza A virüsü bulaşmıştır. Annenin bağışıklık hücreleri mebzul miktarda cenine geçer. Geçiş tek yönlüdür. Anneden geçen hücreler bebeğe geri dönmez. Kök hücreler transforme olduktan sonra, organların yapımına katılır. Organların yapımına katılan bu hücreler, Allo -oto- immun hastalıkların sebebi olabilir.
Maternal hücreler; patofizyolojik sınırlara yakın düzeyde geçip, beyin dokusuna geçmişler ve nörona transforme olmuşlar ise; o beynin ‘kader’i değişmiştir. Versay sarayını inşa edecek hususiyet kazanmıştır. Yerleştikleri yerin anatomisi de önemli. Aynı beyin içinde iki DNA seti, eğer ilk çocuk değil ise 3 veya daha fazla DNA seti olacaktır. Aynı beyinde çalışan 2 veya 3 bilgisayar gibi düşünün.
DNA setleri, beynin anatomisini ve organizasyonunu değiştireceklerdir. ‘Başlangıç koşulları’ o beyin için çok değişmiştir. Versay sarayını yapar, ancak, maternal geçiş yapan hücrelerin yüzey antijenleri farklı olduğu için, hayatın bir döneminde, Versay sarayında tuvalet olmadığı gibi, bir takım arazlar ortaya çıkaracaktır. Zira; Donanım ve yazılımlar farklı olacak, farklı işleyecektir, Kişini beyni farklı yüzey antijenlerine karşı yani maternal hücrelere karşı antikorlar üretecektir. Tesla OKB hastası idi. Newton da belki bu sebepten beyin hastalıklarına duçar idi…
Maternal mikrokimerik hücreler beynin hangi anatomik bölgesine yerleşiyor? Organizasyonu nasıl değiştiriyor? Bulmak size kaldı…
Bilmem izah edebildim mi muhterem DADAdaşım.
Hürmetler
https://www.nature.com/articles/s41598-018-32715-5
https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1002/bies.201500059
https://academic.oup.com/clinchem/article/67/2/351/6071463?login=false
Bu arada anektodal bir bilgi. Osmanlı hariciyesi ile İstanbul’da görev yapan Fransız hariciyesi arasında diplomatik kriz çıkmıştır. Krizin sebebi, Fransız hariciyesi mensuplarının lazımlıklara yaptıkları kazuratlarını halkın geçtiği yola dökmeleridir. Adamlar medeni olamamışlar, kültürlerinde kanalizasyon sistemi, tuvalet ve banyo yok. İspanyol kraliçesi kirli Mary sadece vaftiz edilirken yıkanmış derler.
Fransa’dan, parfüm sanayinin gelişmesini banyo ve tuvalet kültürünün olmayışına bağlarlar. İyi koku, kötü kokuyu kovar diye düşünmüşler.
Bu aydınlatıcı bilgileriniz için tüm eleştirmenlere ve Sayın Dadadaş Demirbek’e sonsuz teşekkürler ….. Versay sarayında gereksiz görülen tuvalet, İslam’ın yükselme ve yücelme dönemlerinde bu kültürün Türk-Pers-Mezopotamya kültürleriyle birleşip birbirleri ile logaritmik tarzda çarpılması sonucu batıya da yayıldı. Aslında şimdi tüm dünyada akıllar için de akıl saraylarına tuvalet ve banyo inşa etmek gerekir diye espirili bir şekilde düşünmekteyim. Belki de akıllara ve ruhlara verilmesi gereken taharettir tartışılan ….
Yazılarınızdan ve bilgilerinizden istifade etmeye çalışıyorum. çok teşekkür ederim.
Sevgili DADA makaleni okurken beynimin zonkladığını hissettim.Çok güzel kurgulanmış ve yazılmış felsefi bir yazı. İsteyenler okur beğenir yada beğenmez. Kendi adıma ben beğendim.Bazıları ekranlarda arz-ı endam ederek bir sürü boş laf söyleyip bilim adamıyım diye kendini satmaya çalıştığı bu dönemde bu tür yazıların yazılması çok iyi.Yazıların devamı dileğiyle…Selamlar.
Sevgili DADA makaleni okurken beynimin zonkladığını hissettim.Çok güzel kurgulanmış ve yazılmış felsefi bir yazı. İsteyenler okur beğenir yada beğenmez. Kendi adıma ben beğendim.Bazıları ekranlarda arz-ı endam ederek bir sürü boş laf söyleyip bilim adamıyım diye kendini satmaya çalıştığı bu dönemde bu tür yazıların yazılması çok iyi.Yazıların devamı dileğiyle…Selamlar.
Gayet net ve açık şekilde bilgi aktarmış sin teşekkür ederim. Yazılarını devamlı takip edeceğim.
Sevgili Dumlu ağabey,sesine sözüne,kelâmına,kalemine,emeğine,düşüncene,
bakmana,görmene,basiretine,bakışına,görüşüne…sağlık.
Atipik,aykırı,dadaca ve dadagillere münhasır bu çok güzel yazın için sana,anlayabildiğim için de kendime teşekkürler…