Eylül 2004’te ‘Jinekolojik Onkoloji’ bölge toplantısı için Trabzon’dayız. Uçakta, toplam kırk kişi kadarız. Toplantıyı düzenleyenler yine bizleriz. Trabzon’a vardığımızda karşılayanımız olmasa da, gidilecek otel zaten belli. Kısa sürede ulaşıyoruz. Ertesi sabah toplantımızda, hep o tanıdık yüzler. Trabzon’da çalışan meslektaşlarımız nedense katılmaya gerek görmemişler. Birkaç kadın doğumcu dışında rağbet eden göremedik.
Gürcistan milli maçı nedeniyle milli takım da aynı otelde. Onlara ilgi doğal olarak çok daha fazla. Akşam maça gidiyoruz. ‘Avni Aker’ seyircisi, henüz milli maç kültürünü edinememiş, o bilince ulaşamamış. Tribünde ay yıldızlı bayrağımız yok denecek kadar az sayıda. Gol attığımızda, neredeyse tüm tribünü kaplayan koca bir Trabzonspor flaması açılıyor. Arada bir federasyona tepki sloganları ve açılan Haluk Ulusoy pankartı. Sanırım bunlardan ders alan yöneticiler uzunca bir süre Trabzon’da milli maç oynatmazlar.
Ertesi gün turistik gezi, önce Sümela Manastırı, dönüşte ise, Trabzon’u tepelerden gören ‘Atatürk Evi’ni geziyoruz. Rehberden detayları dinliyoruz. Aslında ev 1910 yılında, Trabzon’da bankacılık, bankerlik ve deniz ticareti yapan Trabzonlu bir Rum tarafından yaptırılmış. 1926 mübadelesinden sonra belde insanının yoğun arzusuyla, Trabzon Belediyesi tarafından ‘büyük kurtarıcı Atatürk’e hediye edilmiş. Atatürk eve ilk geldiğinde, bir saat kalıp kahve içmiş, ikinci ve son gelişinde ise toplam iki gün kalmış.
Ev dediysem, aldanmayın. O bir saray. Etrafında geniş bir bahçe ve ormanı var. Zamanın son teknolojisi kullanılarak, elektrik, kanalizasyon, içme suyu ve kalorifer tesisatları, 1900’ün başlarında yapılmış. Yer döşemeleri hala orijinal ve pırıl pırıl. Mobilyalar İtalyan, bir odasına piyano konulmuş. O günlerde ve daha sonrasında belki elli yıl böyle bir bina, üç büyük ilimiz dışında ne Karadeniz’de, ne Anadolu’nun diğer illerinde mevcut değil. 1950’li yıllarda ben ilkokuldayken, Polatlı’da tek kaloriferli bina Ziraat Bankası idi.
ğretmenimizle gezip görmeye bile gitmiştik.
Rum banker görüldüğü gibi oldukça zengin. Trabzon, Batum, Bakü ve Erzurum’da bankaları varmış. Mermerleri, mobilyaları, fayansları, küvet, lavabo gibi aksamı gemilerle Avrupa’dan getirtmiş.
Gayri Müslim vatandaşlarımız Osmanlı’nın tüm nimetlerinden aşırı biçimde yararlanmış. Vergi vermezler, askere gitmezler. Şu özgürlük ortamına bir bakın. Günümüzde, hangi devlette bunlar var? Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş savaşında, yaralanan, şehit düşen, her zaman gariban Anadolu köylüsü olmuş, İstanbul’dan bile katılım çok az olmuş. Savaş öncesinde İstanbul ve İzmir’in en güzel yerleri, yalıların neredeyse tamamı, yabancılara aitmiş.
Omanlı’daki gaflet, şimdilerde de maalesef devam ediyor. Yabancılara, karşılıksız mülk alma hakkı verilmiş durumda. Suriyeli Araplar, Hatay’dan, İsrailliler güney doğudan, Almanlar ve İngilizler, Alanya, Antalya, Muğla, İstanbul, ve İzmir’den bol miktarda gayrimenkul satın alıyorlar. Gayri Müslimler, çocuklarını Şanlıurfa ve Mardin’deki hastanelerde doğurarak, belge alıp gidiyorlar. Bir süre sonra Boğazdaki yalılara göz dikerlerse hiç şaşmam. Arkadaşlar, devleti yönetenler, gaflet ve delalet uykusunda olabilirler. Ancak millet olarak hepimiz bu işlerden sorumluyuz, ve uyanık olmak zorundayız. Çok para veriyorlar diye, yabancılara mülk satmayın, satılmasına engel olun. Bu işlere aracılık eden sözde uyanıklara, göz açtırmayın.
1800’lü yıllarda, kar görüp, üç kuruşa tamah ederek, Filistin’deki arazilerini satan ve sonrasında, birinci dünya savaşında, Osmanlı’ya silah çekenlerin şimdi düştükleri ibret verici hallerini unutmayın. Saygılarımla.
14
önceki yazı