Behey Kardaş
Be hey gardaş Hakk’ı bulam mı dersin, Hakk’a yarar amel işlemeyince? Tarikat sırrına erem mi dersin, Kamil mürşid sana söylemeyince?
Özenirsen gardaş, tevhide özen. Tevhiddir nefsinin kal’asın bozan. Hiç kendi kendine kaynar mı kazan, Çevre yanın ateş eylemeyince?
Değme kişi gönül evin düzemez. Hakk’ın takdirini kimse bozamaz. Tarikat ummandır dalıp yüzemez, Aşkın deryasını boylamayınca.
Aşkım galip geldi yüreğim harlar. Aşık olan ar-ı namusu neyler. Behey Yunus sana söyleme derler. Ya ben öleyim mi söylemeyince?
Yunus Emre
Ben bu yazıyı yazarken henüz geçen hafta yayınlanan “Küskün Tavşanlar” başlıklı yazım çıkmamış, dolayısıyla okuyuculardan gelmesi muhtemel –olumlu veya olumsuz- tepkiler bana ulaşmamıştı. Yani, “küskün tavşanlar”ın ne kadarına bu mesaj ulaştı ve onların bu konudaki düşünceleri nelerdir şu an için bilemiyorum.
Yazımızın mürekkebi henüz matbaada kurumadan, benim gibi küskün ve uyuyan tavşanların suratına şamar gibi çarpan bir olay gerçekleşti. Malumunuz, 4 Ekim Cumartesi sabahına ülke acı bir haberle uyandı. 17 vatan evladı Mehmetçik sınır ötesinden gelen bir grup teröristin düzenlediği hain saldırıda şehit edilmişti. Hepimizin yüreği yandı, içi öfke doldu. Herkes haklı tepkilerini dile getirdi ve olayı gerçekleştiren teröristleri ve onların destekçilerini kınadı. Bizim meslek örgütümüz de hafta sonu olmasına rağmen toplumsal duyarlılık refleksi ile 5 Ekim 2008 Pazar günü “Yitirdiklerimizin yakınlarına, hepimize başsağlığı, yaralılarımıza acil şifa diliyoruz.” başlıklı bir basın bildirisi yayınladı. Bildiride daha önce de aynı temenninin dile getirildiğinden bahisle, “silahların konuştuğundan, insanların öldüğünden, uçakların bombaladığından, mayınların patladığından, insanların göç ettiğinden, ormanların yakıldığından” söz ediliyor, fakat ölenlere taziyeler bildirilirken ölenin, vatan evladı Mehmetçik veya ülkenin huzur ve refahına kasteden terörist olması konusunda ayırım yapılmaktan özenle kaçınılıyordu. Yani TTB Merkez Konseyi basın bildirisinde, ölen teröristlerin de “yitirilenler” arasında olduğu gibi anlaşılabilecek, yaralanan teröristlere de acil şifalar dileniyormuş gibi okunabilecek bir dil kullanmaktan çekinmemişti.
Bunun böyle olduğuna ihtimal vermeyi tabii ki istemeyiz. Yoksa TTB Merkez Konseyi Başkanının 20 Ağustos 2008’de yaptığı basın açıklamasındaki, “TTB’nin adının Ergenekon iddianamesinin eklerinde ‘yıkıcı’ ve ‘bölücü, örgütler arasında geçmesi” konusunda Başbakana yönelik ‘efelenmesini’ nasıl anlayabiliriz. Ama bildiride kullanılan dilin bir siyasi parti başkanının, “Çatışmalı ortam devam ettiği müddetçe gerek PKK’lı olsun, gerek asker veya köy korucusu olsun bu insanların yitirildiğini görüyoruz. Biz hiçbir insanın ölmesini istemiyoruz.” söylemi ile paralellik göstermesi de insanı ‘işkillendiriyor’.
TTB üyesi olsun veya olmasın hiçbir hekim, vatani görevini yaparken ülke savunması için canını veren askerle, ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun terörist örgüte katılıp askere silah sıkarken ölen haini denk tutmaz. Hipokrat Yemini safsatası yapacaklara da hemen cevap vereyim; hekimlik vazifesinden bahsetmiyorum. O hain, yaralı veya hasta olarak gelirse tabii ki tıbbi bakımı yapılacak ve adalete teslim edilecektir. Ondan söz etmiyorum. Söz konusu olan, askerle terörist arasında bir fark görülmediği izleniminin verilmesidir. Açıklamada bir yanlış anlaşılma olduysa düzeltilmeye muhtaçtır. Eğer yanlış anlaşılma yoksa vahim bir durumla karşı karşıyayız. Desene, TTB Merkez Konseyi yalnızca elinde ‘golf sopası, bağcının peşinde değil, daha ‘büyük’ oynuyor!