Aklımın, havsalamın ve izanımın almadığı bir çok durumla karşı karşıyayız. Anlamakta, izah ve ifade etmekte ve anlatmakta güçlük çekiyorum. Bir bilim adamı olarak da, bu çaresizliğim sebebi ile utanıyorum. Kendi memleketimde de olduğu gibi, uluslararası düzeydeki ilmi toplantılarda, gittiğim ülkelerdeki meslektaşlarıma, arkadaşlarıma ve dostlarıma, sorduklarında, onları tatmin edecek şekilde cevap veremiyorum. Bunun hep sıkıntısını yaşıyorum. Ben de “bu tuhaf ve acayıp problemlerin cevabını hep benden mi soruyorlar, başka kimseyi bulamıyorlar mı?” diye hayıflanıyorum. Belki kaarilerimin, (aslında okuyucularım demek, biraz daha usturuplu, edebi ve aristokrat olsun diye kaari kelimesini kullanıyorum!) bu hususlarda bana yardımcı olabilecekleri düşüncesi ile, bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum. Anlayabilen beri gelsin…
Neden Üniversite Giriş İmtihanında (Pardon şimdileri sınav deniyor, neyi sınıyorlarsa) yüksek puan alanlar, yüzde birlik dilimin içine girenler, daha sıkı ve çok daha uzun bir eğitim ve öğretime tabi tutulur, daha sonra bu kişilere, hiçbir meslek grubuna uygulanmayan kurallar uygulanır, kısa devre askerlikten ve bir çok insani haktan mahrum edilirler, birçok memur grubuna uygulanmayan mecburi hizmet gibi bir zorunluluk dayatılır, bu meslek grubunu, insanların sudan sebeplerle üst makamlara şikâyet etmeleri için teşvik edilir, bu amaçla özel iletişim hatları tahsis edilir, bunun için büroların kurulur, hatta yargılayıcı “Halk Komisyonları!” ihdas edilir, alın terlerinin karşılığı verilmez, “çok para kazanıyorsunuz!” (kaç kişi kazanıyorsa?) diye suçlanır, birisinin hatası bütün meslektaşlarının hatası imiş gibi medya organlarında sık sık afişe edilir, anlayamıyorum.
Medya organlarında, hastalıktan korunma ve tedavi konularında, hekim olmayanlar neden çok daha fazla yer bulur, bilimsel olmayan reçeteler(!) sunulur, toplum tarafında itibar edilir, fal ve efsun gibi hiçbir akl-ı selimin kabul etmeyeceği usul ve yöntemler arz-ı endam eder, saçma sapan düşünceler bilerek ya da bilmeyerek masum beyinlere sunulur, şuur altında bir çok istifhama sebep olur, yıllardır yapılan bir ameliyat, bir tedavi yöntemi, bazı meslektaşlarımız tarafından, sanki ilk kez uygulanıyormuş gibi anlatılır, çok saçma bulduğum “doktorun doktordan başka düşmanı yoktur”(!) sözünün doğruluğunu ispat etmek için hiçbir espiyonaj sisteminden asla taviz verilmemesini anlayamıyorum.
Hatayı yapan, suçu işleyen, kanun ve hukuk kurallarına aykırı davranan, hırsız olan, haksızlık yapan, iftira atan ve cinayet işleyenden ziyade, bunları, hiçbir ard niyet ve maddi kazanç beklentisi olmadan ilgili makamlara bildirenler, suçlanır, sorumlu tutulur, “bu belgelere neden izinsiz sahip oldun?” gibi izahı mümkün olmayan sorulara maruz bırakılırlar, “üzüm yemekten çok, bağcıyı dövmek” gaye edinilir, binlerce maske kullanarak “işini karşıya geçirince” edepsizliğin ve pervasızlığın zirvesinde olmayı şiar edinenleri anlayamıyorum.
Ve bir beyit;
“Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar
Eşek divitkar oldu, katır mühürdar”…