Bir meslek mensuplarının, yapılan yasal veya yönetsel değişimlerden ne şekilde etkilendiği konusunda ülkemizde çalışmalar yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünce, sosyal bilimci yanımı şiddetle uyarıyor. Özellikle ümit etmenin, bir akademisyen için çok önemli olduğunu seziyorum.
Uzun uzadıya araştırmış değilim; ama yaşamlarının etkilendiği değişimleri hekimlerin sıklıkla yaşadığını düşünüyorum. Zorunlu hizmet sürprizleri, tam gün yasa tasarısı, performans ve diğer uygulamalar acaba hekimleri nasıl etkiledi? Her gün çevremdeki mutsuz insanlar halkasına yeni birilerinin ekleniyor olduğunu görmek çok tatsız.
Mutsuzluk ve yılgınlık bulaşıcı bir nitelik de taşıyor. Sistemin değişimi gitgide hekimi ne yaptın, nasıl yaptın, ne kadar yaptın, ne zaman yaptın, sorularını yanıtlamak zorunda bırakan bir ortama sürüklemekte. Belki şu an için çok farkında değiliz, ama gidişat o yönde. İç denetim sistemleri bizler farkına varmadan yaptığımız işi nicelik yönünden gözetlemekte. Ancak yapılan işin niteliği bakımından bu tür bir değerlendirmenin yapılması pek söz konusu edilmiyor şu aralar. Bir öğretim üyesinin kaç ders anlattığı önemli, ama dersin niteliği önemli değil. Baktığı hasta sayısı çok mühim, ama sonucu çok da kimseyi enterese etmiyor. Bu durumun iki istisnası var; birincisi hasta zarar görürse şikâyet eder, yargı devreye girer; diğeri de masraf çok olur, paketi aşar, o zaman size sorarlar. Dikkatinizi çekmiştir, kimse eline sağlık bu iş de pek güzel olmuş, demez.
Tamam denmesin, biz onaylanma yaşını geçtik de, bu kadar çok iş yaparken hata nasıl yapılmayacak?
Bir de çevresel etkenler var! Ameliyathane baskını yapan hasta yakınları, akademik aşamaları geciktiren etkenler, emeğinizi gasp eden patronlar, şefler, ana bilim dalı başkanları, hastane sahipleri, rektörler, başhekimler
Yazmayı unuttuğum diğer gaspçılardan özür dilerim! Hasta ile ilgili stres faktörleri mesleğimizin bir parçası, bunu yadsımak mümkün değil elbette. Ama hayatı boyunca hiçbir risk almayan bir başka meslek mensubu "Hocam, tam günden sonra iyi para alacaksın hadi hadi" deme cüretini gösterebiliyor. Sana ne? Sana ne benim ne para aldığımdan! Birlikte mi kazandık? Ayrıca senin aldığın her kuruş fazla, ne ürettin? Diyemiyorum, demek istiyorum, diyemiyorum sayıları fazla. Ama bilsinler ki, yüzlerine karşı içimden söylüyorum bunları. Korkumdan değil suskunluğum, muhatap almaya değer bulmamaktan.
Ödül ve ceza sistemleri eğitimde bir yöntem olarak uygulanmıştır. Ancak bir sistem sadece cezalandırma üzerine kurulmuş olamaz, mutlaka ödül bacağı da olmalı. Tüm yukarıda saydığım durumlar hekimlerde tükenmişlik sendromu denilen bir duruma neden olur. Bu durum 1974 yılında Freudenberger tarafından "Enerji, güç veya kaynaklar üzerinde aşırı talepler oluşturarak başarısızlığa uğramak, yıpranmak ve yorulup tükenmek" olarak tanımlanmıştır. Sturgess ve Poulsen’e göre de "insanlara hizmet verilen mesleklerde çalışan kişilerin işlerinin bir sonucu olarak deneyimledikleri ilerleyici bir idealizm, enerji ve amaç kaybı" olarak ifade edilir. Gerçekten tükenmişlik, hekimler ve tıp fakültelerindeki akademisyenler arasında yaygınlaşırsa ne olur? Atıp yenisini alamazsınız, benden söylemesi. Bir akademisyenin yetişmesi kolay olmuyor, zaman lazım, para lazım.
Bir hekim olarak ben tanıyı koydum, tedavi etmeyi çok isterim. Ama yazık ki boyutları her birimizin gücünü çok aşmakta. Ancak çözümsüz ve çaresiz olamaz, yeter ki yasa koyucu ve yöneticiler olaya bir de bu açıdan baksınlar ve bir kez olsun empati yeteneği kullansınlar.
Saygılarımla arz ettim.