Son dönemlerde Türkiye’de, yaşanmış olayların geriye dönük değerlendirmelerinde bir artış gözlenmektedir. Geriye dönük değerlendirmelerin yapılması, hiç kuşkusuz ki birçok yönden şimdiki zamana ve gelecek zamana ilişkin önemli yararlar sağlayacaktır. Geçmişe yönelik nesnel, tarafsız ve bilimsel yönden yapılacak bir değerlendirmenin faydası yadsınmamakla birlikte, geçmişe yönelik yapılacak çalışmalarda öncelikle şu hususların belirlenmesi bence çok önemlidir.
1) Geçmişteki hangi olayları, neden inceleyelim?
2) Geçmiş ne kadar bir süreye ilişkin olmalıdır?
3) Geçmişteki gerçeğin ortaya çıkarılması bugünkü siyaset açısından mı önemlidir?
4) Ortaya konan gerçek sosyal barışa katkı sağlar mı?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 17 Nisan 1993 tarihinde Ankara’da öldü. Ölümü ile ilgili olarak, özellikle ailesi tarafından, zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları ileri sürüldü. Daha sonra Devlet Denetleme Kurulu tarafından 2010 yılında hazırlanan raporda da Turgut Özal’ın cesedine otopsi yapılması gerektiği ifadeleri yer aldı. Gelişen süreçte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Özal’ın mezarının açılmasına karar verdi.
Savcılıkça verilen bu karara Özal’ın ailesi tarafından olumlu bakılmamış ve hatta karara itiraz edilmiştir. Ancak; kararın uygulanacağı ve mezarın açılacağı hemen hemen kesindir. Talimat yazılan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca belirlenen günde mezar açılacak, gerekli hukuki ve tıbbi işlemler gerçekleştirilecektir.
Mezar açma (feth-i kabir, fekk-i kabir, exhumation), Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 87/4. maddesinde yer almaktadır. Mezar açma işlemi, özünde, adli tıbbi işlemin eksik yapıldığı anlamını taşır. Ölümden sonra ortaya çıkan hukuki sonuçlarla ilgili olarak ölünün kimliğinin belirlenmesi, ölüm nedeninin belirlenmesi usule uygun olarak yapılmalı ve ceset mevzuata uygun bir şekilde defnedilmelidir. Ölenin kimliğinin belirlenemediği ya da ölüm nedeninin şüpheli olduğu durumlarda adli muayene ve otopsi işlemi yapılması kanun gereğidir. İşte, Turgut Özal’ın ölümü şüpheli görüldüğünden yaklaşık yirmi yıl sonra mezar açma işlemine gidilmiştir.
Şimdi ne olacak? Savcının başkanlığında oluşturulan ve içinde mutlaka adli tıp uzmanlarının ve savcının gerekli gördüğü diğer adli bilimcilerin de yer aldığı ekip, belirlenen günde mezar açma işlemini gerçekleştirecekler. Cesedi yerinde inceleyecekler, cesedin durumu müsaitse otopsi yapacaklar, tıbbi doku örneklerini patolojik, toksikolojik ve biyolojik yönden değerlendirmek için örnekleyip ilgili laboratuvarlara gönderecekler, özellikle cesedin içerisinde bulunduğu vasattan (toprak, kefen vs.) yine incelemeler için örnekler alacaklar. Aradan geçen yirmi yıl sonunda cesedin yumuşak dokularının bulunması olasılığı (istisnalar hariç) yoktur. Bu nedenle çürümeye dayanıklı dokuların (kemik, saç, tırnak) incelenmesi önem arz edecektir. İncelemelerin yaklaşık iki üç ay sürebileceği öngörülebilir.
Esas soru, “Süreç sonunda ne olacak?”
Eğer zehirlenmeye ilişkin olumlu bir bulgu gözlenmezse en azından aile bireyleri rahatlayacak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kazanacaktır. Aksi olup da zehirlendiği yönünde bir rapor, çok büyük bir tartışmaya neden olurken, özellikle ceza hukuku yönünden olmak üzere çözülmesi gereken birçok sorunu beraberinde getirecektir.
Bu gelişmelerle ilgili olarak, belki şöyle bir öneride bulunulabilir. Yasal bir düzenlemeyle, kanunla belirlenmiş devlet yöneticilerinin, en azından görevleri başında iken ölümleri halinde, cesetlerine otopsi yapılması zorunlu hale getirilmelidir. Çünkü bir cumhurbaşkanının, bir başbakanın ya da bir bakanın ölümü sadece kendisini ya da yakınlarını değil, Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilgilendirir. Ortaya çıkan bir şüphe, herkesi sıkıntıya sokar. Bazen de yirmi yıl sonra mezar açma işlemine neden olur. Başlangıçta yapılacak otopsi her açıdan daha iyidir.
Bilinmelidir ki otopsi, gerçekleri arayarak adalete ulaşmada çok önemli bir araçtır.