Kel Başa Şimşir Tarak’ mı denmeli?
Planlı yaşamayı hepimiz istiyoruz ama modern dediğimiz günümüzde giderek artan hız, nüfus ve beklenmeyen bir sürü sürpriz olaylar artık hepimizi düşünemez hale getiriyor. Bu hızlı değişen gündem veya olaylar giderek sıradan gelmeye başladı ve daha iyisi olurmuyu düşünemez olduk. Sistemi oluşturan aslında insan ama sistemi kullananlarda hiçbir itiraz yok. Alışmış kudurmuş meselesi gibi mi bilemiyorum. Ya da cahil cahilliğinden memnunken ne gerek var okumaya gibi.. Bırakalım biraz daha dibe vursun mu demeli ya da cevap mı vermeli bu konuya, bilemiyorum.. Planlar neler? Kaçını gerçekleştirdik? Önceden planlama vardı da bizler mi kaybettik.
Şimdi nereden buraya geldik demeyin, ne gerek var böyle düşünmeye yaşayıp gidiyoruz demeyin. Aslında her bir insan geleceği ile ilgili kaygılar duyar ve plan yapmaya kendi çapında çalışır. Tabi daha büyük ölçekli bir kurumda da aynı kaygılar olmalıdır, gelecek için planlar yapılmalıdır. Tabi plan yapan ufku olan zihinler gerekir. Elbet düşünen birileri vardır demek istiyorum, yoksa neden bizlere sorulsun ki, ufku mu daraldı bazılarının.. Bu günlere planlayarak mı geldik? Plansız bir devlet olur mu? Daha uzun vadeli planlara mı ihtiyaç var?
Bu günlere nasıl geldik? Kısaca hatırlayalım.
Türk milletinde ulus bilincinin oluşup bir devlet kurmaya başlaması tarihi kaynaklara göre milattan önce Hun’larla oluşmuştur. Mete han devrinde güçlü bir ordu kurulmuş ve Çin defalarca mağlup edilmiştir. Devlet oluşturabilme kültürü giderek güçlenen Türk’ler de, nihayet kendi adlarıyla Köktürk devletini kurmuşlardır. Ancak hem Çin ile hem de kendi içlerinde Çin’in de körüklediği ayrılık tohumları özgürlüğüne son derece düşkün olan bu Türk topluluklarını birbirleri ile savaşmaktansa göç etmeye yeni yaşamaya uygun topraklar aramaya itmiştir. Türklerin kendi içlerindeki mücadele onların farklı isimlerle adlandırılmalarına sebep olmuştur. Önce Çin’in yanı başındaki Türk devleti doğu ve batı diye ayrılırken, Türk topluluklarının bir kısmı daha da batıya Aral gölüne akan Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında kalan Maveraünnehire yerleşmişlerdir. Bu bölgeye yerleşenlere Oğuz ismi verilmiştir. Oğuzlar kendi soydaşlarının ve Çin’in baskısı ile bir de kuraklık açlıkta birleşince daha güneye Horasan’a göç etmek zorunda kalmışlardır. Bugün ki Afganistan’ın yerinde kurulmuş olan Gazneliler devleti ile aralarındaki yönetim mücadelesini kazandıktan sonra da günümüze kadar sürecek olan büyük Türk devletini kurdular. Bir çok tarihçi Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti şeklinde ayırsa da aslında her şeyin başlangıcının 1040 yılındaki Dandanakan savaşı olduğunu düşünüyorum (1). Bu gün halen yaşamaya devam eden devlet geleneğinin aslında 1040 yılında kurulduğunu görememek bence çok yanlış olur. Bizler huzurla yaşadığı vatanımıza bir plan sonucunda erişebildik. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde onu son olarak kurtardık. Geçmişten günümüze ulaşan ulus devletlerinin kurulma süreçleri de buna benzer ama bu kadar çok mücadele ile olmamıştır. Hatta birçoğu bizlerin devlet geleneğine göre çok da gençlerdir. Mesela Amerika birleşik devletlerini kuran koloni, 4 Temmuz 1776’da İngiltere’yi yenerek ayrı bir devlet oluşturmuştur. Ancak Kanada devleti ismen ayrı olsa da halen İngiltere’ye bağlı bir Vali ile yönetilmektedir. ABD 250 yıl sonunda tüm dünyanın süper gücü olmuştur. Bu tesadüf değildir, her alanda çok çalışarak, bilgiye ve eğitime çok değer vererek ve emparyalizm bayrağını alarak olmuşlardır. Aslında dünya üzerinde 2000 yıl önce ulus devlet olabilmiş örnekler oldukça azdır. Belki sadece Almanya, Fransa, İtalya (Roma) sayılabilir. Bir çok millet bizler kadar şanssız da değildir, ada toplumları olan İngilizler hiç yer değiştirmek zorunda kalmamıştır, bir de Japonlar. Ya da Çin binlerce yıldır nüfus fazlalığı avantajı sayesinde yerinden ayrılmamıştır. Onlarda da milli birlik dürtüsü çok eski oluştuğundan birbiri ardına devam eden devletler kurabilmişlerdir.
Bunları neden yazıyorum, devlet olma bilinci bu kadar eski olan bir toplumda, çarelerin tükenmeyeceğini düşünmek istiyorum. Belki İngilizler gibi 100 yıllık planlar yapmamız mümkün değildir ama en azından kısa vadeli planları yapmaya devam etmekteyiz. Özümüzü sarsan türlü olaylarla ve Çin’in yerini almış modern emperyalist güçler ile, yine içimizdeki satın alınmış hainlerle mücadele etmeye devam ediyoruz. Yani her seferinde yeni dirilişler yaşamış böyle bir toplumda planlama zor olmasa gerek. Ancak bunu sağlayacak en önemli eksiğin eğitim olduğunu düşünüyorum. Eğitim sistemimizin daha planlı, yapbozsuz güçlü bir hale gelmesi, devletin direkt kendi eliyle gerçekleştirilmesi ve yetenekli zeki öğrencileri küçük yaşlardan itibaren belirleyen, tüm öğrencilere okulu bitirtmeyen, kalma sistemi olan bir sisteme evrilmesini diliyorum. Her öğrenci yeteneklerine göre seçilebilirse, toplumun eksiklik duyduğu her alanda daha da güçlenebiliriz. Daha çok üretime yönelebiliriz. Kendine yeten bir devlete dönüşebiliriz. Ekonomik olarak dışa bağımlı olmayan bir hale gelebiliriz. Tüm eğitim sistemini baştan düzgün planlarsak, cehaleti ortadan kaldırır, bilginin ışığında güçlü bir devlet haline gelebiliriz. Ama bütün bunları en başta tüm toplumun arzu etmesi gereklidir.
Sonuç olarak, devletin planları çok uzun vadeli olmalıdır, siyasi yönetim değişikliklerinden etkilenmemelidir, çünkü tek Türkiye vardır. Yöneticiler değişse bile, devletin menfaatleri hep aynıdır. Kişisel menfaatlere göre değil, Devlet menfaatine yapılan akılcı 40-50 yıllık planlar, yöneticiler değişse bile uygulanmaya devam edilmelidir. Bu sayede kalıcı bir başarı sağlanmış olur. Buna verilecek en iyi örnek, Alman toplumudur, 1945’den günümüze kadar ülkelerini nasıl onarmış ve Avrupa’nın yeniden en güçlü devleti haline sokabilmişlerdir. Bu tesadüfen olmamıştır, yaptıkları plana sadık kalmaları ve çok çalışmaları ile oluşmuştur. Yani başımız kel değil, tarağa da ihtiyacımız var.
Atalarımızın yıllar önce planlı olmaya verdiği önemle ilgili ata sözlerimiz ile bitiriyorum (2).
“Ağaç yaş iken eğilir.”
“Ayağını yorganına göre uzat.”
“Azıcık aşım, kaygısız başım.”
“Ağustosta beyni kaynayanın, zemheride kazanı kaynar.”
“Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.”
“Damlaya damlaya göl olur.”
“Demir tavında dövülür.”
“İşten artmaz, dişten artar.”
“Bugünün işini yarına bırakma.”
“Ne ekersen, onu biçersin.”
“Lâfla peynir gemisi yürümez.”
“Sakla samanı, gelir zamanı.”
“Ak akçe kara gün içindir.”
“Hazıra dağ dayanmaz.”
“Taş yerinde ağırdır.”
“Son pişmanlık fayda etmez.”
Kaynak:
- Köl Tegin, Erhan Aydın (2024)
- Türk Atasözleri Sözlüğü, Belgin Tezcan AKSU, Şükrü Halûk AKALIN, Recep TOPARLI. (2022)