İlahiyat Fakülteleri ve İslami İlimler Fakülteleri
Bugün itibarıyla Türkiye genelinde İlahiyat Fakültelerinin sayısı 112’ye, onlara alternatif olarak kurulan İslami İlimler Fakültelerinin sayısı da 54’e ulaşmış durumdadır. İlahiyat Fakülteleri’nde Felsefe ve Din Bilimleri, Temel İslam Bilimleri ile neredeyse eşit krediye ve ağırlığa sahipti. Bu fakülteler, felsefe ve teoloji (her dinin teolojisi)nin birlikte öğretildiği evrensel müfredatla donatılması gerekirken, 2013’te felsefe ve sosyoloji derslerinin sayıları azaltılmak istenmiş; belli başlı ilahiyat fakültelerinin direnmesi sonucu bu girişim yarım kalmıştı. Ancak felsefe ve din bilimlerine müfredatına karşı olan kadrolar işin peşini bırakmamış; mevcut İlahiyatlarda yapamadıkları sözüm ona “İslamileştirme” operasyonunu, “Müslümanlaştırma Fakülteleri” misyonu yükledikleri İslami İlimler Fakültelerini kurarak tamamlamak istemişlerdi. İslami İlimler Fakültesi adı altında kurulan bu fakültelerde, planlanan müfredata göre felsefe ve sosyoloji dersleri kaldırılacak; Tefsir, Fıkıh, İslam Hukuku, Hadis ve Arap dili ve Edebiyatına ağırlık verilecekti. Ancak bu planlamadan da vazgeçildi; böylece İlahiyat Fakülteleri ile İslami İlimler Fakültelerinin müfredatları çok küçük farklar dışında, aynı kaldı. Ne var ki dünyanın önde gelen Teoloji Fakülteleri ile rekabet edemeyecek hale getiren bu müdahale ile İlahiyat Fakülteleri ve müfredatları belli bir dinin ve mezhebin propaganda edildiği “din propagandası yapılan” bir kurs düzeyine düşürülmüş ve fırsattan istifade, sayıları da artırılmıştır.
İlahiyat Fakültesi ilk açıldığı zaman ders müfredatları bir nizamname ile belirlenmiştir. Bugün gelinen noktada oluşmuş 3 bölümlü İlahiyat Fakültesi yapılanmasının kökleri ilk yapılanmaya kadar uzatılabilir. Bu 3 bölüm; Temel İslam Bilimleri, Felsefe ve Din Bilimleri ve İslam Sanatları Bölümleridir. Türkiye’nin bir anlamda bugünkü İlahiyat Fakültelerinin geçmişini ve geleneğini oluşturan Ulum-i Aliye-i Diniyye (1900)’de, Medresetü’l-Mütehasssin (194) ve ilk İlahiyat Fakültesi’nde (1924) bugünkü İlahiyat Fakültelerindeki 3 bölümlü programın kökenini bulmak mümkündür. İlahiyat Fakültelerinin 3 bölümlü ve bu derslerden oluşan lisans programı aslında dünyada bir anlamda diğer çağdaşlarından farklı belki yüzyılı aşkın bir birikimin ve deneyimin özetidir. Bu durum bir kazanım ve değerli bir birikim olmasına rağmen[1], son 30 yıldır İlahiyat Fakülteleri geçmişinden gelen bu birikimini, bir dinin Arap kültürü odaklı eğitim-öğretime yönlendirilmesi nedeni ile, son derece aşındırmış durumdadır.
Mevcut durumda ne İlahiyat Fakülteleri ne de İslami İlimler Fakülteleri, uluslararası düzeyde rekabet etmek bir yana, başta İslam olmak üzere dinleri sağlıklı ve nesnel bir şekilde öğretmekten uzaklaşmış; İslam dininin belli bir mezhebini esas alarak ikna ve dayatmaya dayalı kısır bir dinsel propaganda baskısı altında kendi içinde büyük sorunlarla boğuşmaktadır.
Belli bir tarihten sonra bu iki fakülteye, “Müslümanlaştırma Fakülteleri” misyonu yüklenerek neredeyse tüm yüksek öğretimde, öğretimden çok İslam’ın belli bir yorumuna dayalı bu modeli yaygınlaştırmaya, egemen kılmaya ve sonuçta dini bir baskıya dönüştürme yolunda epeyce mesafe alınmıştır. Teoloji Bilimleri, Sosyal Bilimlerin en önemli bölümlerinden birisidir. Bu fakülteler dinler tarihi ve bilimleri tarafsız, nesnel ve akademik ölçütlere göre okutulmak üzere kurulmuştur. Oysa özellikle son 30 yıldır özellikle son 25 yıldır İlahiyat Fakülteleri akademik tutumdan ve bilimsel nesnellikten uzaklaşmış ve üniversitelerin çağdaş, aydınlık ve eleştirel doğasına ters düşmüş; bununla da kalmamış, parçası olduğu sosyal bilimlerin diğer alanlarını ve hatta üniversitelerin akademik yapılarını olumsuz yönde etkileyecek mezhepçilik sınırlarına sığdırılan bir din ve Arap kültürü merkezleri olarak baskıcı ve kapalı devre bir yol izlemeye başlamıştır.
Bu fakülteler, bir yandan mevcut siyasi gücün, diğer yandan, tarikat ve cemaatlerin baskısını giderek daha fazla hissetmektedir. Günümüzde hissetme aşaması tamamlanmıştır. Yasa dışı dinsel yapılar, bir yandan bu fakültelerin bilimsel içeriğini doğrudan ya da dolaylı yollarla müdahale ederken diğer yandan, onları tarikat baskısı altına almanın türlü yöntemlerini denemektedirler; kendi çizgileri dışında kaldığını düşündükleri birkaç fakülteyi ve aydın bir kısım ilahiyat öğretim üyesini düşman ilan etmişlerdir. Ne var ki bugün gelinen noktada İlahiyat Fakülteleri ve İslami İlimler Fakülteleri devlet içinde devlet olmuş tarikat ve cemaatler tarafından yönlendirilmekte; yönetim hiyerarşisi belirlenmekte ve müfredat, içerik olarak selefileştirilmekte ve bu da öğretim kadrolarına yerleştirilen selefi zihniyetteki öğretim elemanları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
İlahiyat ve İslami Bilimler Fakülteleri, genel olarak felsefe ve dinler tarihinin bağlantısal olarak öğretileceği evrensel düzeyde teoloji fakülteleri olmak yerine, bir dinin belli bir mezhebinin ve propagandasının yapıldığı birimler olmuştur. Kaldı ki İslam bilimleri ve felsefesi bile nesnel, bilimsel ve akademik olarak öğretilmemekte; tam tersine, Arap kültürü merkezli bir inandırma mekanizması hakim bir yöntem olarak işletilmektedir. Bu fakülteler uluslararası teoloji fakültesi özelliklerini taşımaktan oldukça uzaklaşmış; birer Arap dil ve kültür merkezleri haline gelmiştir. Türk dili, kültürü ve inanç biçimine taban tabana zıt bir öğretim yöntemi ve içeriğine sahip bu fakülteler, kuruluş amacından iyiden iyiye uzaklaşmıştır.
110’u yurtiçinde, 2’si ise yurtdışında olmak üzere toplam 112 İlahiyat Fakültesi açıktır. Bunlardan 2’si İngilizce; 6’sı ise Arapça eğitim-öğretim vermektedir. Yabancı dille eğitim yapan İlahiyat Fakültesi sayısı toplamda 6’ dır. 38’i ikinci öğretim; 74’ü normal öğretim programı yürütmektedir. İkinci öğretim programı yürüten İslami İlimler Fakültesi sayısı 12; normal öğretim ise 42’dir. Arapça eğitim- öğretim yapan İslami İlimler Fakültesi sayısı da 6’dır.
İsmen iki ayrı ama müfredat ve işlev olarak aynı olan bu fakültelerin toplam 14’ünde Arapça ve İngilizce eğitim-öğretim yapılmaktadır.
Fakültedeki dersler Arap-İslam dili ve kültürü ağırlıklı olmak yanında, üstelik 12’sinde Arapça eğitim verilerek bu fakültelerin Türk yükseköğretimini, Türk bilim ve kültür hayatını ve Türkçeyi nasıl vesayet altına alıp zayıf düşüren merkezler haline getirildiğini görmemek mümkün değildir.
Bu fakültelerde öğretim kadrosuna son yıllarda onlarca sığınmacı Arap alınmış; sırf ana dilleri Arapça olduğu için “İslam alimi” muamelesi görmektedirler. Arap dili ve kültürü bu fakültelerde teoloji programlarının yerine geçmiş, bu dile ve kültüre kutsallık atfeden uydurma hadislerle hem Arap sığınmacı kadrolara yer verilmiş, hem de bunların Türk dili ve kültürüne karşı hegemonyaları için alan açılmıştır.
Türk vatandaşı olan ilahiyatçı kadrolar, sayıları gittikçe artan bu Arap sığınmacı kadrolar karşısında hem nicel hem de nitel olarak gerilemektedir. Bu gerileme, Türk akademisyenlerin sığınmacı akademisyenler karşısında pasifleşmesine, asimile olmasına ve onlarla birlikte dil ve kültür emperyalizmini kendi ülkesinde egemen kılma furyasına katılmalarına yol açmaktadır.
Sayıları çoğaldıkça “İslami ilimler” adı altında hadis, tefsir, fıkıh, siyer gibi 1000 yıl öncesine ait köhnemiş, hurafelerle dolu ve Türk toplumunun milli dokusunu örseleyen çağdışı efsanelerle örülü derslerin sayısı çoğalmakta; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletinin ulusal çıkarlarını orta ve uzak vadede tehdit eden mezhepçi, selefiyeci ve cihatçı dincilik tartışılamaz bir dogma gibi dayatılmaktadır. Türkiye’de din eğitim ve öğretimini en yüksek düzeyde ve en sağlıklı bir şekilde sunması gereken bu fakültelerimiz, böylece sağlıklı bir din görüşünü ve Türk kültürü ile uyumlu bir dindarlık anlayışını örseleyici bir zihniyet değişikliğine girmiştir.
Bilimsel ve akademik niteliğinin çökmesi ve Arapçı kültür emperyalizminin etkisinde kalmasının başka bir nedeni, özellikle akademik yeterliliği olmayan, dil bilmeyen ve “Müslümanlık yarışında” siyasal İslamcılığı ile öne çıkanların eğitim-öğretim kadrosunda daha fazla yer edinmeye başlamış olmasıdır.
İlahiyat Fakültelerinin çoğunda sınıflara, kantinlere ve hatta fakülte bahçelerine varıncaya kadar haremlik-selamlık uygulamaları yürürlüktedir. Bu uygulamalar, fakültelere özellikle seçilerek getirilen dekanlar, bölüm başkanları ve çoğu öğretim üyesi tarafından desteklenmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. Ne ki öğrencilerin büyük çoğunluğu bu çağdışı uygulamalardan içten içe memnun olmamakla birlikte, tarikat-cemaatlerin yönlendirmesiyle hareket eden bazı yöneticilerin ve bazı öğretim elemanlarının baskısından çekinmekte; “İslam’a aykırı davranmakla” suçlanarak dışlanmaktadır. Tarikat-cemaatçı ve selefiyeci-cihatçı atmosfer, neredeyse bütün İlahiyat Fakülteleri üstünde Demokles’in Kılıcı gibi egemen olmuş durumdadır. Bununla birlikte gerek derslerden gerekse bu baskıcı çağdaşı uygulamalardan etkilenen öğrencilerin sayısı gün gün artmaktadır.
İlahiyat Fakültelerinde felsefe, sosyoloji ve diğer sosyal bilimlere ait derslerin sayıları azaltılmakla kalmamış, Temel İslam Bilimleri (Tefsir, Fıkıh, Hadis, İslam Hukuku)nin hegemonyasına teslim edilerek var olanların içerikleri de selefiyeci-tarikatçı zihniyete uydurulmaya başlanmıştır.
Fakülte öğrencileri, Türk milletine, Cumhuriyet değerlerine, Türk kültürüne bu yolla yabancılaştırılmakta, hatta düşmanlaştırılmaktadır. Din bilimleri yerine Arap dinciliği ve Arap kültürü öne çıkarılmaktadır.1970’lerden itibaren çeviriler yoluyla ülkemize ithal edilen Müslüman Kardeşler’in dinci-Arap ırkçılığına dayalı ideolojisi, bugün, tarikatçı-cemaatçı örgütlerin ideolojileriyle birleşerek selefiyeci-cihatçı bir propaganda merkezi olarak İlahiyat Fakültelerini tutsak almıştır. Cihatçı-selefiyeci siyasal dinciliğin kısa ve orta vadede bütün üniversitelerimizi sarması işten bile olmayacaktır.
Bugün İlahiyat Fakülteleri ve İslami İlimler Fakülteleri, 30 yıl öncesine göre her bakımdan akademik ve bilimsel eksen kaymasına uğramıştır. Başka bir deyişle 30 yıl öncesine göre çok gerilemiştir. Kendi içinde akademik disiplini yitirmiş; ilahiyatın 3 bölümünde de bilimsel nesnelliğini, üniversite niteliğini ve saygınlığını sarsılmıştır.
Ne yapmalı?
Öncelikle İslami İlimler Fakülteleri kapatılıp İlahiyat Fakülteleri eski çağdaş ve akademik misyonuna geri döndürülmelidir. Yine İslam başta olmak üzere diğer dünya dinleri nesnel yaklaşımla öğretilmeli, sosyal ve beşeri bilimler kapsamındaki sosyoloji (Genel Sosyolojiden Din Sosyolojisine kadar) , felsefe (genel felsefe tarihinden İslam ve din felsefesine kadar), derslere din bilimleri oranında ağırlık verilmelidir.
Yurt içinde üniversitelerdeki eski saygın yerine kavuşturulmalı ve yurt dışındaki teoloji fakülteleriyle rekabet edebilecek akademik-bilimsel disiplin sağlanmalıdır.
Arapça, İngilizce veya Almanca, hangi yabancı dil olursa olsun hiçbir üniversitemizde eğitim-öğretim dili olmamalıdır. Türkçemiz dışında hiçbir dil, eğitim dili olamaz.
İlahiyat fakülteleri modern koşulların gereği olarak güçlendirilmeli; cemaat-tarikatların yasa dışı medrese ve sözde eğitim kurumları kapatılmalıdır. Bilinmelidir ki İlahiyat Fakülteleri gücünü yitirdikçe medresecilik, mollalık ve tarikat ağalığı azacaktır, azmaktadır.
Siyaset, tarikat ve cemaatlerin etkisinden uzak tutulmalıdır. Unutmamalıdır ki bu fakülteler en sağlıklı din eğitim ve öğretimin yapılabileceği en yüksek kurumlardır. Felsefe ile dini karşı karşıya getiren (soldan ya da sağdan) hiçbir yaklaşım ne filozof ne de teolog yetiştirir. İlahiyatlar Doğu; felsefe bölümleri Batı kültürünün temsilcileri gibi davranarak Türk milletine yararlı olmamaktadır. Doğucu veya Batıcı hiçbir yaklaşım Türk kültürüne ve Türk din anlayışına katkı sağlamadığı gibi, geleceğimiz için büyük yıkımı da beraberinde getirir.
Bütün Cumhuriyet kurumları gibi üniversitelerimiz ve İlahiyat Fakültelerimiz, her şeyden önce Cumhuriyetimizin temel felsefesine, Atatürk ilke ve devrimlerine, Türk milletinin çağdaş ve aydınlık değerlerine, laik sosyal hukuk devletine bağlı olarak eğitim-öğretim faaliyetinde bulunmakla yükümlüdür.
[1] Haluk Songur, Hukuk Tarihi Bakımından Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yükseköğretim Meselesi- YÖK’ün İlahiyat Fakülteleri Lisans Program Değişikliği Bağlamında-, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:2013/1, Sayı: 30, ss. 191-211.
4 yorum
Şahin Filiz hocamın yazdıklarının büyük bir kısmı yanlış değil ancak bu yazdıklarından kendisinin ulaştığı neticelere ben ulaşamıyorum. Katıldığım hususlar İlahiyat fakültelerinin ikinci öğretimleri ve lisans tamamlama programları birkaç fakülte ve azı sayıda öğrenci alımı ile sınırlanmalıdır. Bunların tamamen kapanması doğru değildir çünkü bir şekilde normal süreç içinde bu programa dahil olamayan kimseler için her zaman sınırlı sayıda da olsa açık kapı bırakılmalıdır.
Ayrıca İlahiyat Fakültelerinde felsefe programlarının azaltılmasına karşı çıkan hocaların ekserisi ilahiyat kökenli hocalarımızdı. Onlar sadece bir ortak dünya görüşüne de mensup değillerdi. Ben de bu felsefenin azaltılması programına karşı çıkan grupta yer aldım. İlahiyatlı ya da İlahiyat kökenli hocalar ve lisans ya da lisanüstü eğitimi felsefe programı olan hocalar bu azaltma çalışmasına engel olmak için yazdık, çizdik ve açıkça tepki ortaya koyduk.
Kıymetli hocam, İslami İlimler fakültesi kapatılmak yerine programlarının farklılaştırılarak bizzat Müslümanlara ve özellikle din hizmetlerine ilmi olarak destek olacak diyanet çalışanları (imam, müftü, Kuran kursu çğretmeni gibi) kişilerin yetiştirilmesind için İslami İlimler fakültelerine ihtiyaç var. İlahiyat tahsili çok kolay değil. Hem ilahiyat hem de İslami ilimler aynı programda tam olarak başarılamıyor. Bu yüzden hocamdan farklı olarak ben islami ilimlerin kapatılmasını değil ayrı bir program dahilinde güçlendirilerek varlığını sürdürmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu hususta hocam niçin kapatılmalı diyor anlayamadım.
Diğer katılmadığım bir husus da u kabları misali toplumsal değişim (bozulma demek istemiyorum) her yerde ilginç haller aldı. Aynı öğrenci zayıflığı felsefe bölümlerinde, tarihte, hukukta veya temel bilimlerde de var. İlahiyat hocaları ya da halk da İlahiyat mensuplarının hocamın dediği gibi bir tip ya da İslamın bir yorumuna göre tek tip insan ya da müslüman yetiştirmek şöyle dursun İslamla alakası yok diye şikayet ediyor. Bu olayın sadece İlahiyat hocalarına bağlanması ve sanki ilahiyatlar çok dindar insanlar yetiştiriyormuş, hepsi aynı kafadaymış gibi bir söylam yanlış. Hocamın gördüğü o tek tip ya da yoruma sahip mezunları ben göremiyorum. Bence bu çok kaba bir değerlendirme. Tam tersine dindarların şikayeti Şahin Hocamın aksine dinle alakası yok şeklinde. Hangisi doğru? Benim kanaatim şu yeni genç kitleyi tam olarak anlayamıyoruz. Aynı sorun felsefe bölümlerinde, tarihte ve Edebiyat bölümünde de var. Bu genel çerçeveyi İlahiyatla sınırlamak yanlış. Belki Aristoteles’ten Kiliseden ya da Aydınlanma ile başlayan tartışmalardan doğan ilahiyat programları da bugün için anlamlı gelmiyor gençlere. Üzüm yemek için bağcıyı dövmekten başka yollar da var Şahin hocam. Günah keçisi aramak yerine günah’a giden yolları görmek daha iyi değil mi. Hürmetlerimle.
Hocamın yaptığı tespitler doğru, İlahiyat fakültelerine de tarikatlar hakim olursa bu İslam’ın başkalaşması anlamına gelir. İbn Rüşd’, El- Kindi’nin düşündüğü gibi öyleyse Kuran nasıl tevil edilecek? Tarikatin menfaatleri doğrultusunda tevil edilecekse bu korkunç olur. Kuran felsefe ile tevil edilmelidir. Tarikatların amacı bilindiği gibi devletin kadrolarını ele geçirip sömürmek. Bu çok tehlikeli bir süreç.
Sayın hocamın çok kıymetli tespitleri var. Mevzu bahis olan öğrencilerden biri olarak söz hakkının bana da düştüğünü görüyorum. Birkaç günlük İslami İlimler Arapça mezunu olarak çok kısa fikrimi söylemek istiyorum. Formalitelerle daha ne kadar vakit kaybedeceğiz? Bu fakülteleri hala bu kadar kolay mı kazanacağız? Neredeyse hiç ders çalışmadan bu kadar kolay mı bitireceğiz? Çok değerli ve kıymetli olanlar azdır ve kazanılması için üstün çabaya ihtiyaç duyulur, kazanılınca da elde tutmak için üstün gayret sarf edilir. Ne kuşağı derseniz diyin biz bilgiye çok hızlı ve kolay ulaşıyoruz. Siz de hep bunu sağladınız. Yangına körükle gittiniz. Her istediğimizi zaten yapabiliyoruz. Gözümüz kara ve dünyadan korkmuyoruz. Önlem almadan yaşayabiliriz. Bu yüzden vazgeçmek bizim için size göre daha kolay. Ve istikrarlı olmak bizim için size göre daha zor. Odak noktası yanlış. Zaten çocukluktan itibaren yaptığımız en iyi şey bilgiye ulaşmak. İşte size buradaki açığı söyleyeyim. Bilginin doğruluğu nasıl ölçülür, doğru yanlış arasındaki mantık nasıl kurtulur, bilgiye ulaşamadığımızda zihnen mantık çerçevesinde oturmuş olan doğru-yanlış arasındaki ilişki nasıl kurulur, neden-sonuç ilişkisi nasıl devam eder, nasıl düşünülür, nasıl sentez yapılır, tutarlı bir zeminde nasıl fikirler karşılaştırılır vb birçok sorunun hiçbir cevabını da bilmiyoruz. Öğrenmek en iyi yaptığımız şey. Bilgi bizim oyuncağımız. Kafamıza eseni de hızlı uyguluyoruz. Açılanlar kapananlar , sosyal medya da müçtehid edasında birbirini afaroz eden gençler, daha niceleri bunun örneği… Eleştirmekte de cesuruz. Velhasıl, bölüm kapatarak, isim değişikliği yaparak, bazı derslerin sayısını azaltıp çoğaltarak, öğretim dilini değiştirerek, öğrenci ırkını kontrol altına alarak vs çözülecek şeyler değil bunlar. Sorun çok daha büyük ve derin ve ben oradan sesleniyorum. 5 yıl canımı dişime takarak çalışıp bitirdiğim fakültemin daha dün yapılan mezuniyet töreni son nefesinde imanını bırakmış bir sahabe gibiydi. Nitekim farklı illerdeki aynı eğitimi veren bu fakültelerin durumu da hiç farksız değil hatta daha kötüydü. Hayşumun keçisi olarak çalışmaya devam ederiz çokta şey biliriz ama bu bizim keçi olduğumuz gerçeğini değiştirmeyecek. Kaldı ki şeytan da bilmiyor muydu? Bilmek kibri onu şeytan yapmamış mıydı? Ahh ah. Hz Adem kazandı. Bazen diyorum -galiba artık çoğu zaman diyeceğim- keşke çobanlık yapsaydım dinimi daha iyi öğrenir ve yaşardım. En azından teslimiyeti ve tevekkülü öğrenirdim. Hz Adem as gibi Efendimiz sav gibi Müslüman olurdum. Şimdi sanki şeytana daha yakınız.
Zenginliği fakirleştiemek, kazanımları kendi eliyle itmek yerine,
İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİ: Diyanete müezzin, imam, vaiz,. müftü yetiştiren eğitim kurumları olsun ve buralarda İslami ilimler derinlemesine öğretilsin
İLAHİYAT FAKULTESİ: Milli Eğitime öğretmen yetiştiren, İslam felsefesi ve din felsefesi ağırlıklı bilimsel çalışmalar yapacak akdemisyen ve yazarlar yetiştirecek bir eğitim kurumu olsun.
Nitekim Eğitim Fakülteleri ile Fen-edebiyat Fakültelerinde de ortak bölümler ve Anabilim dalları var, ama eğitim amaçları, hedefleri, metodolojisi farklıdır.
Mevcut sistemde hem eğitim eğitimci ve öğretmen ayağı zayıf kalıyor, hem de Diyanete gidecek personel tarafı da zayıf kalıyor.