İnsanın bir konuda “kafa yorarak” okuyucularına mesaj vermesi ve düşüncelerini paylaşması sorumluluk dozu yüksek bir durum.
Bir olayın başlaması, gelişmesi ve sonuçlanması bir mantık çizgisi temelinde ele alınırsa istikbali görmek hiç de zor değil.
Ne var ki bu yaklaşımı dostlarınıza uyguladığınızda sonuç almak çok zor.
Bu yöntemi birebir en yakın dostunuza uyguladığınızda bireysel olarak nadiren olumlu sonuç alırsınız. Çok üzülürsünüz. Sonucun yüzde yüz olumsuz sonuçlanacağını düşünerek yardımcı olmak istediğiniz dostunuz olumsuzluklarla karşılaştığında sizi sadece suçlamakla tavır göstermesi ayrı bir sorun olarak karşınıza çıkar.
Daha da önemlisi bu yaklaşımı bir gruba uygulamanız algılanma oranını çok daha fazla düşürme şansına sahip.
Hele bunu bir kurumsal kimliğe uygulama eğilimi gösterirseniz hiç şansınız yok.
Devleti yönetenlere vermeye çalıştığınız “dostça” mesajlara gelince; “en büyük örgütü” yönettiklerinden sizin sesiniz onlara ulaşana dek gürültüler arasında yok olur.
Bütün bunlar, demokrasiyi bir felsefe, bir yaşam biçimi olarak algılayanlar ve benimseyenler için geçerli olmamalı.
Geçerli ise demokrasi yok demektir.
Biz “demokrasinin faziletlerine” güvendiğimiz için yine de “birşey” demek istiyoruz ve demeye devam edeceğiz.
Gelelim demek istediğimize:
Haziran 2004 belki de 21. yüzyılın siyasi tarihinde en önemli zaman dilimi olacak.
Küreselleşmeyi hedefleyenler bölgesel organizasyonları nasıl koordine edeceklerini meşrulaştırma oturumlarını gerçekleştiriyorlar.
Bunu yaparken değerler sıralamasını metodoloji olarak alıp kategorizasyonu dizayn ediyorlar.
Nedir öngördükleri değerlerin sıralaması? Birinci derecede para, ikinci derecede milliyetçilik, üçüncü derecede din.
En güçlü zirve “para zirvesi” yani G-8 Zirvesi. Para gücü olan zengin ülkelerin bir araya gelerek “paylaşıma” yön verme toplantısı gerçekleşiyor. Bu para dolayısıyla silah gücünün dikte ettireceği hedeflere göre yeni bölgesel güçler oluşturulacak.
8-10 Haziran”da G-8 Zirvesi”nin şekillendireceği kararlar, ikinci derecede önemli olan milliyetçiliği ile ünlü İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarının (İKÖ) 16 Haziran”daki zirvesini yönlendirecek ve 24-25 Haziran”daki ABD-AB zirvesi de Ortadoğu”nun Hıristiyan Batı”nın güdümünde Musevi İsrail”in denetiminde Müslüman Arap ülkelerinin sükunetinde 28-29 Haziran”da NATO Zirvesinde NATO”ya teslim edilecektir.
Böylece yeni bir Büyük Ortadoğu Planı gerçekleşmiş olacak.
Peki güzel (!) de Türkiye”nin önemi bu planlamada nerede?
Nerede olacak hala mı anlamıyorsunuz? Türkiye “model ülke”, Ortadoğu için önemli ülke, laiklik için model ülke. Olmasa İstanbul”da hem İKÖ, hem de NATO toplantısı programlanır mıydı?
Düşünelim, anlayalım ve hazır olalım.
Masaya bizi davet edenler, birinci derecede paraya değer verirler. Yani kapitalisttirler. Toplantıların en önemlisini kendi ülkelerinde yaparlar. Önem sırasına göre ikinci toplantıyı Avrupa (Dublin) da yaparlar, üçüncü derecede değerli olanını İstanbul”da yaparlar. Yaparlar çünkü artık NATO”nun Ortadoğu”yu kontrole alması gerekiyor.
Türkiye bu şekillendirme çalışmalarında hiçbir bölgesel güç içinde yer almamaktadır. Büyük Ortadoğu Planı”na “evet” derse Avrupa Birliği bloğuna kaymasına izin verilebilecek ki ABD-İngiltere-İsrail sacayağı Ortadoğu”da “tarihsel engel” sorunundan kurtulmuş olsun.
Bütün bu yazılanlar hızlı akan zamanın taşıdığı görünür gerçekler.
Akışı lehimize değiştirebilmemizin tek yolu masaya oturduğumuz güçlerden daha geniş düşünebilmemizden geçiyor.