Hepimizin sıkça tekrarladığı bir cümle vardır “Zaman ne çabuk geçiyor!”… Çabuk veya değil ama yılların geçtiği kanıksanamaz bir gerçeklik. Yıl 1985, üniversiteyi bitirdim ve o zamanlar da var olan zorunlu hizmet kurasında Selçuk Üniversitesi Anesteziyoloji Anabilim Dalı’nı görev yerim olarak seçtim. Anesteziyolojideki işleyişler konusunda bilgim oldukça sınırlıydı. O zamanlar neredeyse herkesin öyleydi. Ben artık anesteziyoloji ile tanışıktım ve bu tanışıklık yaşamımın önemli bir parçası olacaktı.
Çukurova Üniversitesi’ne geldiğim 1986 yılında tek zorunlu hizmetli ben değildim. Her nedense, anesteziyoloji klinikleri, asistan sıkıntısı çekiyordu. “Anesteziyoloji” sözcüğü halka olduğu kadar hekimlere de yabancı bir kavramdı! Çünkü, herkes bir cerrahi girişimin sadece cerrah tarafından gerçekleştirilen mucizevi bir işlem olduğunu düşünüyordu. O zamanlarda preoperatif vizit sırasında tetkik istemek nerdeyse imkansızdı. Hastanın cerrahisini, bir tıbbi gerekçe ile ertelemek de neredeyse suç işlemek gibi bir olaydı. Anestezi uygulaması sırasında, izlem yöntemleri ise inanılmaz zor ve bugün kabul ettiğimiz yöntemlerle kıyaslanamaz durumdaydı. Kan iğneleri, şimdilerde uyguladığımız santral katater uygulamaları gibiydi neredeyse. Anesteziyi öğrendiğimiz hocalarımız, gözümde her geçen gün bir kahraman niteliği alıyorlar. Adım adım bilgi, kliniklere yerleşti ve modern hasta izlem yöntemleri tüm üniversitelere yayıldı. Anesteziyoloji poliklinikleri kuruldu. Buralarda hastalar anesteziyolog hekimleri tanıdı. Daha dün asistan bulamayan klinikler TUS’ta yüksek puan almış, nitelikli hekimlerle donandı.
Anesteziyologlar, yaptıkları işin gereği ağrı tedavisi ve yoğun bakım takiplerine de sahip çıkmaya başladılar. Bunun doğal sonucu olarak, algoloji ve reanimasyon bilim dalları veya üniteleri kuruldu. Anesteziyologlar, multidisipliner çalışma kavramlarıyla tanıştı ve çok yol aldılar. Bu arada, çok değil sadece 20 yıl önce teknisyenler ve zorunlu hizmetli hekimlerle yürütülen anestezide branşlaşmalar oldu. Bizler kardiyak, obstetrik, pediatrik anestezist gibi yeni kavramlarla tanıştık. Birçok akademisyen, alanlarında uluslararası kimlik kazandı. Ülkeye çok nitelikli hekimler kazandırıldı. Yavaş yavaş halk tarafından da tanınır bir branş olma niteliği kazandı. Üniversitelerde, anesteziyoloji anabilim dalları olması gereken yerlere yerleşti veya yerleşme yolunda çok önemli yol alındı. Anesteziyolog olmadan cerrahi olamayacağı ve ciddi bir ekibin birliktelik ruhuyla hareket etmesi gerekliliği artık kabul görür oldu.
Anesteziyolojinin geldiği bu noktada mesleğe mensup her bireyin katkıları çok büyüktür. Çalışma şartları çok ağırdır ve stres katsayısı da bir o kadar yüksektir. Anesteziyolog, hastayı yaşamla ölüm arasındaki incecik çizgide tutan bir sihirbaz gibidir. Bu ağır bir sorumluluktur. Sadece tıbbi bir sorumluluk değil, aynı zamanda hukuki ve vicdani bir sorumluluk da taşımaktadır. Üniversite ve eğitim hastanelerinde bu sorumluluklar paylaşılabilirken, acaba diğer kurumlarda durum nasıldır? Çalışma koşulları ve donanımlar hangi düzeydedir? Çok yol aldık ama…
Bu soruları izninizle önümüzdeki sayıda tartışmak istiyorum. Dostluk ve sevgiyle kalınız.