Batıdaki gelişmelerin farkında olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, 1700’lü yılların başlarında, ilk daimi büyükelçi olarak görevlendirilen 28 Mehmet Çelebi’ye, eğitim konusunda bir araştırma yapmasını ve bir rapor hazırlaması buyurmuştur. Büyükelçi Fransa’ya gittiğinde ulaşılan refah seviyesini görmüş ve durumu anlatmak için “kafirlerin cenneti” tabirini kullanmıştır.
1770 yılında Rus Donanması’nın Baltık Denizi’nden çıkıp, Avrupa’nın batı kıyılarını dolaştıktan sonra Akdeniz’e geçip Çeşme önlerine gelerek limandaki donanmamızı yakması üzerine artık batılı anlamda askeri teknolojiden anlayan ve benzer teknolojileri kullanabilen, yapabilen mühendisleri eğitmek üzere Mühendishane-i Bahri Hümayun kurulmuştur. Daha sonra ise Mühendishane-i Berri Hümayun kuruldu. Bu okullar bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temelini teşkil etmiştir.
1800’li yıllara kadar bilim ve teknoloji iki ayrı yoldan ilerliyordu diyebiliriz. Arada bir bağlantı vardı ama bu çok güçlü bir bağlantı yoktu. Örneğin kağnı arabasında kullanılan tekerleği ele alalım. Bu tekerleğin tasarımı ve üretimi tecrübi bilgiye dayalı olarak yapılıyordu. Tekerleğin üzerine ne kadar yük binecek, tekerleğin çapı ne olmalı, daha uzun süre dayanması için hangi malzemeden yapılmalı gibi konularda bilimsel teori ve formüller değil o güne kadar tecrübe ile elde edilen bilgiler kullanılıyordu.
1800’li yıllarda ise bilimsel sonuçlar doğrudan teknolojiyi etkilemeye, bilimsel sonuçlardan yola çıkarak teknoloji üretilmeye başlandı. Örneğin elektromanyetik teori olmadan telsiz tasarımı ve yapımı mümkün değildir. Bilimsel teori olmadan radyo ve televizyon yayını ve alıcı cihazlarını yapamazsınız. Artık günümüzde sadece tecrübi bilgi kullanarak teknoloji geliştirilemez, teknolojik cihazlar yapılamaz.
1700’lü yılların sonunda kurulan mühendishaneler ve daha sonra 1800’lü yıllarda kurulan diğer okullar batıda geliştirilen teknolojiyi anlama, kullanma ve üretme çabası içindeydi. Biz sonuçları görüyor ve kısa yoldan bu sonuçları elde etmek, bu teknolojilere sahip olmak istiyorduk. Gözden kaçırdığımız en önemli husus artık teknolojinin bilim olmadan, araştırma yapılmadan üretilmesinin mümkün olmadığı idi.
Peki bilimsel çalışmalar nerede yapılacak? Bilimsel çalışma yapılan en önde gelen kurumlar üniversite ve araştırma enstitüleridir. Bu durumu geçte olsa anlamış olmalıyız ki, 1845 yılında Darülfünun (üniversite) kurma fikri ortaya atıldı ama 1863 yılında ancak açılabildi. İki sene sonra kapandı. 1870 yılında tekrar açıldı yine iki sene sonra kapandı ve nihayet 1900 yılında Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) tekrar açılabildi.
Bugün ülkemizdeki üniversite sayısı 200’ün üzerinde. Artık bilimsel çalışmanın önemini anlamış durumdayız. Üniversitelerimiz ve araştırma enstitülerimiz araştırma yapıp makaleler yayımlıyor. Fakat hala uygulamalı bilimleri öne çıkarıyor, temel bilimleri( Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji) ihmal ediyoruz. Üniversitelerde temel bilim kontenjanları boş kalıyor. Çocuklarımızın fizikçi, matematikçi olması yerine doktor, mühendis olmasını istiyoruz. Temel bilimlere yeterli maddi ve insan kaynağı ayırmıyoruz. Temel bilimlerde araştırma yapılmadan bilimde ilerleme mümkün değildir, sadece uygulamalı bilimlerle odaklanarak ve teknolojiyi öne çıkararak uzun vadede bir yere varamayız.