Akademikakil.com ‘un delaletiyle bu ayın konusu olan “Türkiye ve Bilim” başlığında düşüncelerimi değerli okurlarımla paylaşacağım. Konuyu Üniversiteyle sınırlamadan ve temel bilim kurumu olan üniversiteleri de konu dışında bırakmadan özetlemeye çalışacağım. Bilim, bilimsel düşünme, bilimsel üretim hayatın kendisidir. Bilimsel üretim bağımlı değişken olarak düşünüldüğünde bunun bağımsız değişkenleri bilimsel anlayış, bilimsel işleyiş, bilimin maliyeti ve insan gücüdür diyebilirim. Konumuz bilim olunca ister istemez kullanacağımız kavramlarda bununla ilgili olacaktır. Bağımlı değişken bilim daima sonuç olmakla birlikte; bağımsız değişken birden fazla olabilir. Bu genel hipotez tüm ülkeler için geçerlidir.
Bilim evreni, olayları deneye dayalı belli yöntemlerle açıklamaya çalışmaktır. Bilim metottur. Bilim sistematik bilgiler bütünüdür. Sosyal, doğal, tabii, sağlık, temel bilimler için geçerlidir. Bilimin uygulamaya geçirilmesi iktisadi sonuçları teknoloji kavramını öne çıkardı. Sanayi dallarındaki teknoloji jenerik teknoloji, rekabet öncesi teknoloji, destek teknolojisini birlikte getirdi. Bilim temel, uygulamalı ve deneysel diye temel ayrımı ülkemizde neredeyse tüm bilimlerde bu üç ayrımı yapınca her bilim dalı kendine has metodu varsayımıyla analiz metodu ayrışarak anlaşılmaz hale geldi.
Bilimin bağımsız değişkenlerinden birincisi bilimsel anlayış ve düşüncedir. Ülkemizde bilimsel çalışmaların az oluşu bilimin nimetlerinden yeterince yararlanamamamızın altında bilimsel anlayış değişkeni birinci sıradadır. ”matbaa dan dolayı gelişemedik, okuldan dolayı gelişmedik, tarihte böyleydi böyle oldu.” Gibi söylemler başta bilimsel anlayışa ket vurmaktadır. Çünkü bilimsel ve sosyal gelişmeleri kendi zamanı, zemini ve aktörleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Örnek 1727 matbaa çalışmaları yeni başlamışken 1730 patrona Halil isyanı Osmanlıda dengeleri etkiledi. Bunun kanıtlarında biri Sultan II. Abdülhamit kuduz hastalığına aşı bulan Pastör’ü İstanbul’a çağırmıştır. Gelmeyince ülkemizden iki bilim adamını Paris’e göndermiş ayrıca İstanbul’da “darülkelb” adı altında laboratuvar kurdurmuştur. Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte demek istediğim ne yapabilirdi?. 1735 de Fransız General Comte de Bomeval İstanbul’da “humbaracı ocağını” kurdu. Viyana yenilgisi olmuştu. Bu alanda bilimsel gelişme zaruri idi.1772 Baron de Tott Hasköy’de top dökümhanesini kurdu. Osmanlının savaşlarda bilim ve teknolojiye yenilmesinin çözümü bu gibi kurumların tesisini zorunlu kıldı. Fransa’da askeri mühendis okullarından Ecole Royal du Genie 1748 açıldı. Osmanlı bu tür kurumları açmakta geç kalmadı ama özgün olmayınca başarılı olamadı.
Selçukluda, beyliklerde, Osmanlı dönemlerinde bilimsel çalışmalar takip edilmekle birlikte çağdaşı devletlerle aynı seviyeye gelememiştir. Tanzimat, ıslahat birinci ve ikinci meşruiyetteki sosyal ve siyasal çalkantı bizde bilim alanında kurumsallaşmayı engellemiştir. Rönesans’ı, reformu, sanayi devrimini, ticaret devrimini yaşamayan bir imparatorluğun zamanındaki devletlerle bilimsel alanda rekabet etmesi olamazdı. Sonuçta iki yüz yıl öncesinde sorunları arayabiliriz, tartışırız oradan çıkacak rafine bilgileri günümüze uygularız. Bence birinci sorun bilime bilimsel olarak yaklaşmamızdaki bu anlayıştır. Geçmişe suç atmadan bugün neyi nasıl niçin ne tür bir yöntemle yapabileceğimizi tartışmalıyız.
İkinci bağımsız değişken dil konusudur. Türkçeyi bilim dili olarak algılamak önem arz etmektedir. Dünyada 7100 den fazla az veya çok kişi tarafından kullanılan dil çeşidi bulunmakla birlikte bu dillerin kelime sayıları birbirinden farklıdır. Örneğin; Korece’de 1100373, Çincede 616 767, İsveççede 600000, İzlandaca 560000, Litvanyacada 500000, Japoncada 500000, Norveççede 500000 ,İngilizcede 470000, Flamanca da 400000, Almancada 330000 kelime bulunmasına rağmen yapılan bilimsel yayınlarda İngilizce birinci sıradadır. Nedeni açıktır. ABD’nin de dilinin 1 oyla Almanca olmayıp İngilizce olması değişen dünyada İngilizcenin bilim dili olarak algılanması yatmaktadır. Bilimsel gelişmemizin altında yatan nedeni ABD keşfolmadan önce çok önceki yıllara bağlamak gerçekten uzaklaşmak olur.
Bunun yanında Arapça, Mandarin Çincesi, Korece, Lehçe, Japonca, Macarca, Fince, Tayland dili öğrenilmesi zor diller sıralamasında gelmektedir. Çünkü bir Çinceyi, Koreceyi, Japoncayı öğrenmek için 2500 çok sayıda karakter bilmek gerekmektedir. Kore ile yaklaşık aynı zamanda kalkınma hamlemiz başladığına göre ilim alanında geri kalmamızın geçmişteki söylemlerle değil de günümüzde değişim mantık ve uygulamaya ayak uyduramamamızda aramamız gerektiği kasnısındayım.
Dünyada en çok konuşulan diller arasında İngilizce 1 130 milyon, Manadarin Çincesinin 1.117.milyon, Hintçenin 615 milyon, İspanyolcanın 534 milyon, Fransızcanın 280 milyon, Arapçanın 274 milyon, Bengalcenin 265 milyon, Rusçanın 258 milyon, Portekizcenin 234 milyon, Endonezya canın 199 milyon, Urducanın 170 milyon, Almancanın 132 milyon tarafından kullanılması bunun kanıtıdır. Bazı ülkelerin nüfusunun dört beş katı fazla nüfus tarafından kullanılmaktadır, bunun nedeni ise keşif sömürgelerin doğal sonucudur. Osmanlı’nın emperyal amaç gütmemesi de bunun kanıtıdır.
2000 yıllı Türk tarihinde 1000 yıllık Anadolu da var olmasından sonra Arapça, Farsça sonra Osmanlıca kullanılması. Bürokrasi dili halk dili ayrı oluşu Osmanlıda dünyadaki gelişmeleri takip etmesini zorlaştırmıştır. Sonraları Fransızca dil eğitimi Fransızca okullar hatta Fransa’da Osmanlı adına okul açmaya kadar gitmiştir, gerekli sonucun alınamaması başkadır. Tanzimat’tan günümüze farklı metotlar uygulamalıydık. Bugün bile bilim politikamızı geçmişten aldığımız derslerle acil çözüm bulmalıyız.1773’de Mühendishaneyi Bahri Hümayun, 1795’te Mühendishaneyi Berri hümayun, Tıp okulları, Maden okulları, Darülfünun kurulmaları bunu izledi. Bunu Osmanlı coğrafyasına yayılmaması bilimsel gelişmeyi engelledi. Bunun gibi çalışmaların yanında birkaç olumsuz örnek göstererek bilim tarihindeki gelişmelerden işe önyargı karışınca analiz etmemiz zorlaştı.
Dünya gazeteciler birliğe (wan) yaptığı araştırmalarda 2022 yılı itibariyle dünyada çok gazete okuyan ülke Japonyadır.15 milyon gündüz tiraj yapan gazeteleri vardır. Son teknolojiye hakim olmalarına rağmen sürekli okuma kültürü yerleşmiştir. Dünyada en çok okunan 100 gazetenin ilk beşi Japonya’dadır. Okul yılları, işgünü sayıları, PISA skorlarındaki başarı, TIMSS Skorlarındaki başarıları yukarıdaki hipotezimi doğrulamaktadır.
İkinci bağımsız değişken insan faktörüdür. Bilgi toplumu, sanayi toplumu gibi sosyolojik tasnifler tüm dünyadaki ülkeler için genellemeye çalışıldı. Hâlbuki bu ülkeden ülkeye farklıdır. Fransa’da 1700’lerde mühendislik okulları açıldı. Bizde yükseköğretimde öğrenci sayısı 8 milyona yaklaşmışken Fransa da 2 milyondan fazladır. Mühendis sayısı mezun olarak bizden fazladır. Nicel sayıyı çoğaltmak bilime gerektiği gibi vakıf olduğumuz anlamını taşımamaktadır.
ABD’de: Bureau of Standards
Almanya’da: Physikalishe und Techische Reichsantalt
AB ülkelerinde
Comenuz: Okul eğitim alanı,
Erasmus: Yüksek öğretim alanı,
Grunduting: Yetişkin eğitimi alanı,
Lingua: Dil eğitimi alanı,
Minerva: Eğitim bilişim alanı,
Observation innovation: Eğitim sosyal, politika alanı,
Joint action: Diğer eğitim etkinliklerini kurumsallaştırmaya çalışmaktadır.
Bunlar AB ülkelerinin kendi ülke sistemlerindeki eğitimden farklı uygulamalardır. Burada vurgulamak istediğim insan unsurudur. Kısaca coğrafi keşifler; (B. Diaz’ın 1487 de Ümit burnunu keşfi, K. Kolomb’un 1492 ABD’yi keşfi, V. Gama’nın 1498 ümit burnundan Hindistan’a gelmesi gibi) ,14 yüzyılda İtalya’da kültür hareketi olarak başlayan Rönesans; Almanya’da başlayan reform hareketleri, birinci sanayi devrimi, ikinci Sanayi devrimi ,ticari devrim ,savaşlar, matbaa ve türevleri bilimsel gelişmeyle doğru orantılı olmuştur.1609 Hollanda’da teleskop kullanımı,1620 haftalık gazetenin Avrupa’da düzenli çıkmaya başlaması, 1709 demir çelik üretimindeki gelişmeler,1762 Harrison un ilk kez kronometreyi kullanması, 1769 watt buharlı makinalar kullanmaya başlaması gibi birçok bilimsel devrim Avrupa’nın ve dünyanın çehresini değiştirdi. 13 yüzyılda Anadolu ve balkanlarda genişlemeye başlayan Osmanoğulları Beyliği 1517 sonrası Arap dünyasına, İslam dünyasına yayılmıştır. 1492’de İspanya’dan gelenlerle Osmanlıda bilim alandan ilerlemeler olmuştur.
Bu yazımda ikinci temel değişken olarak gördüğüm işgücü ve bilim politikalarının uygulanmasıdır. Sizleri rakamlara boğmadan özetleyerek aşağıda bazı verileri sunacağım nereden nereye ?
Yıl Üniversite öğretim üyesi öğrenci
* 2022 (kurum) (öğrt.elemanı) (Örgün yaygın)
1923-1924 9 307 2914
1933-1934 17 574 5851
1942-1944 26 1403 18293
*2018-2019 207 ÖNLİSANS 984.640+1.844.790 =2.829.430
Lisans 2.384.651+2.036.048 =4.420.669
Toplam 3.369.291+3.880.839 =7.250.129
(* İŞARETLİ VERİ . Ufuk Akçetin, Elif Özcan çalışmasından alınmıştır. Tuba Yay. Ankara).
2021 verileri ise 3.114.623 önlisans, 4.676.657 lisans, 343.569 yüksek lisans, 106.148 doktora kayıtlı öğrencimiz bulunaktadır. Konumuz olan Türkiye’de bilim değişkenleri başlığıyla ilgili olarak 2021 yılı itibariyle 207 üniversite, 1930 fakülte, 397 yüksekokul, 1020 meslek yüksekokulu,597 enstitü, 3973 AR-GE birimi, 19129 bölüm, 23597 program, 33565 anabilim dalı, 7496 Bilim dalı 12913 yüksek lisans programı, 1712 doktora programı, 142 sanatta yeterlik programı bulunmaktadır.
Yukarıdaki veriler akademik hayatın olağan akışıyla paralel gitmemektedir. Lisansüstü eğitimi tek çatıda bilim dallarını yüzlerce alanda toplamaktadır. Her bilim kavramı için veya kısa sürede öğretilebilecek konular için yüzlerce, binlerce anabilim ana sanat dalı açılması bilimsel gelişmeyi engellemektedir. Bunun altında yatan psikolojik mantık personel rejimiyle, unvanla bilim dallarının farklılaşmasından yatmaktadır. Bir öğretim üyesi bir bilim dalında, anabilim dalında, bölümde, programda olacağına göre, alt program sayıları olması gerekenden iki kat fazladır.
Bunu birkaç ülkeyle karşılaştırırsak
*Ülke yıl yükseköğretim öğrenci sayısı nüfus
Tc 2019 7. 750.000 82 milyon
Almanya 2016 3. 430.000 83
Fransa 2016 2.480.000 67
İngiltere 2016 2. 387. 000 60 (*Kemal Gözler.http//:www.anayasa.gen.tr erişim tarihi 1.4.2022)
1981-2007
*ÜLKE makale sayısı atıf sayısı
Almanya 1.490. 270 20.868.725
Fansa 1.075.958 15.056.167
İngiltere 1.382.426 24.262.167
TC 150.562 584.847 (*Hasan Seçen. Türk Yurdu.2011 cilt. 31.s.286) son üç veri alınmıştır.) .
Kısaca 2019 yılı itibariyle ülkemizde sadece üniversitelerde öğretim üyesi sayısı Prof. Doç. ve Dr. öğretim üyesi sayısı 64800 iken; programlarda, anabilim dalı, bilim dalı, ana sanat dalı sayısı toplamı 41203’dür. Gelişmiş ülkelerle farklılık buradan kaynaklanmaktadır. Bilimle ilgili kuruluşların bütçelerini de böyle parçalı düşünürsek sanırım ülkemizde bilimin neden yeterince ileri olmadığını anlayabiliriz.
Özetle yakarıdaki hipotezlerimi dünyadaki bilim politikaları ve verileri doğrulmaktadır. Yenidünyayı yeniden keşfedecek değiliz. Bilim dünyasında neden sonuç ilişkisi değişkenler arasındaki ilişki yanlış kurgulanmaktadır. Farklı kişiler farklı analiz yapınca yorumda farklı olmaktadır. Zaman geçirmeden ortak akılla bilginin güncelliği zaman emek sermaye tüketmeden bilimde bilim metodunu uygulamalıyız
2023’lere girerken ölçütlerimizi aşağıdaki veriler dikkate alınarak tekrar gözden geçirmeli ve muhasebesini yapılmalıdır kanısındayım. Türkiye ve bilim başlığında sıradan öneriler olmayıp Ülkemizde bilim, kalkınma, gelişme ilişkisini aşağıdaki değişkenlerle kurabiliriz. Bunlar.:
*ARGE, (Kamu ve özel sektörün ARGE ye ayırdığı bütçe. AB ülkeleri GSMH’larının yüzde ikisini ARGE’ye ayırmak zorundadır. Hesaplamalarda Almanya’nın GSMH trilyon dolarla ifade edildiği için ayırdığı pay oldukça fazladır. ARGE harcaması kamu kaynaklarının bu ad altında harcanması anlamına gelmemelidir.)
*Bütçe (Genel, katma, özel, özerk, bütçeli kuruluşların ayırdığı pay ve denetimi. Ülkemizde bütçeler yıllık yapılır AB ülkelerinde gelişmiş bazı ülkelerde 3 yıllık yapılır. A ülkesi, 1 yıl sonrasını göremezken B ülkesi 3 yılın sonunu tahmin edebilmekte olan göre plan program yapmaktadır. Eğer dünya ile yarışacaksak Bunu değiştirmeliyiz. Yani 3 yıllık bütçelerle tanışmalıyız. )
*AB, (AB ülkelerindeki bilim kalkınma ilişkisini takip için EURUSTAT verilerinin kullanılması. AB üyesi olmadığımız için bu verileri satın alma yoluyla elde edebiliriz. Veya onların verdiği oranda yaralanabiliriz. Gerçek olan bilim ilişkisinde AB-27’yi derli toplu analiz edebilmektir. )
*Pisa, (PISA skorlarındaki sürekli ortalamanın altında olmanın nedenlerinin araştırılması. Finlandiya’nın bu skorda birinci olması temel eğitim ilköğretimde başarılı olmasıdır. Burada birinci devlet aranmamakta sadece sıralama yapılmaktadır. Bu sıralamada ülkelerin müfredatına göre soru hazırlandığı için bizde ülke ve bölge bazında farklılıkların çok olması ilginçtir. )
*Yayın, (Yılda yapılan bilimsel yayın sayıları ve oranları.)
*Dünya bankası, OECD verileri, Eurostat verileri nin analizinin yapılarak ülkemize uyarlanması.
*Patent, tescilli marka, telif, gibi türev mevzuatın yeniden düzenlenmesi. Patent Latince “açık mektuplar” anlamına gelen “Letters patent”in kısaltması olan “patent” kelimesinden gelmektedir. Patent, faydalı fikirler, tescil, marka, sınai haklar gurubuna girerken, telif ise fikri haklar gurubuna girmektedir. İhtira ise buluş icat anlamına gelen Arapça kelimedir. İhtira beratı bizde ilk defa 1879 da kabul edildi.1859 tarihli ceza kanununda maddi sınai haklarla ilgili maddeler konuldu.
*Temel düşüncenin malumattan (information) bilgiye (knowledge) devşirilmesi. Bilgi güçtür. Bu gücü yakalayan ülkeler iktisadi sosyal ekonomik ve siyasal yönden de güçlü olmaktadır. AB ülkeleri bu güçlerini birleştirdi dünyanın en donanımlı ikinci uçağını yaptı. Benzer kaynaklara sahip İslam ülkelerinin bun yapamaması yukarıda belirttiğim bilimsel yaklaşım kültür hipotezlerini doğrulamaktadır.
Sonuç olarak belki bazı okurlarım “bunlar zaten bilinen sonuçlardı bundan sonrası için ne yapılabilir.?” Diye bir soruyu zihninden geçirebilir. Burada bilimsel düşünme, planlama ve uygulama zorunludur. Ülkemizde zeka testlerinin çevirisi 1915 yılında İbrahim Alâeddin Gövsa tarafından yapıldı ama o zaman dil devrimi olmadığı için Osmanlıca açıklanmaya çalışıldı. S.Binet zeka testi Osmanlıca “Zekâ mikyazı” diye açıklandı. Daha sonra dil devrimi oldu. 1931 yılında bu testler yeni harflerle tanıtılmaya başlandı. Yeni harflerle zekâ testleri anlatılmaya başlandı. Münferit denemelerin dışında ülkemize özgü geçerliliği, güvenirliliği bilimsel geniş guruplar uygulanan zekâ testi sonuçlarına göre gruplama olmadı. Çünkü W.Wunt 1879’larda psikolojide deney laboratuvarlarını Leipzig’de kurmuştu. Salt amaç test değildi ama konuya bilimsel yaklaşım geldi.
İkinci sıradaki planlama ise eski planlama mantığı değişmiştir. Günümüzde sektörlerde değişmiştir. Bunların ihtiyacına göre planlamalar yapılmazsa aynı sonuçlarla baş başa kalacağız demektir. Kendi kültürel özellikler öne çıkaran geçerli güvenilir bilimsel zekâ testleri veya meslek envanterlerine göre öğrencilerimizi gruplamalıyız. Çağın ihtiyacım planlamaya göre sektörlere göre planlamayı yapmalıyız. Hepsinden öte eğitim kumları hakkıyla eğitim yapan kurumlar olarak düzenlenmeliyiz. Bunu da acilen kaynak israfını önlemek (Yıllık harcama ve planlama yapılıp bununda yılın ayrısını israf etmek anlamına gelir) için eğitimi dönemlerini 2’den 3’e çıkarmalı işgünü sayısı artırılmalıdır.
Tam zamanlı yarı zamanlı araştırmacı kavramına yeniden bakmamız gerekir. Çünkü araştırmacı tanımı görevleri dünyadaki diğer istatistiklereler örtüşmemektedir. Türkçeyi düzgün öğretmeden başlayarak temel eğitimde iş gününü artırarak, norm fazlası binlerce eğiticiye boş geçirilen zamanları bırakıp “Bilim – Türkiye ve gerçekleler” yüzleşmeliyiz.
Selam ve dua ile hayırlı Ramazanlar dilerim.
1 yorum
Değerlendirmeleriniz çok dikkat çekici ve düşündürücü. Bilimsel düşüce ve üretme iklimine vesile olmasını diliyorum. Teşekkürler