Türkiye’de bilim imajı konusunda geçen yazıda din ve bilim ilişkisinin çerçevesi içerisinde bir analiz yapmıştık. Burada Türkiye’de bilim imajının iki boyutuna bakmalıyız ki, bunlardan birisi üniversitede bilim anlayışı ikincisi de bilimin geniş kitleler tarafından nasıl algılandığıdır.
Üniversiteler bilimin icra edildiği mekanlar olarak birkaç önemli işlev yüklenmişlerdir. Bunlardan ilki, üniversiteler serbest bilimsel çalışmaların yapılması gereken özgür ve özerk kurumlar olmalıdır. Gerek fizik ve tabiat bilimleri gerekse sosyal bilimler alanında bilim adamları sübjektiviteden uzak tavırlarıyla belirli yöntemleri uygulayarak bilimsel çıktılar üretirler. Bu bilimsel çıktılar tabii ki, bilim adına son noktayı ifade etmezler. Dolayısıyla her bilimsel çıktının “doğru”luk ve “yanlış”lık açısından denenebilirliği ortada olduğundan bilimsel sonuçlar açık uçludurlar. Bu durum bilimde tartışmalara bir sınır koymanın önünde engel olmaktadır. Burada esas sorun; bilim adamının bilim adına ürettiği çıktıların siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel vb. sebeplerle söylenmesinin engellenmesidir.
İkincisi, üniversiteler bilim adına bir ülkesinden başlayarak dünyaya doğru genişleyen sorunlar konusunda tartışmalar yapabilmesi ve entelektüalite geliştirmesinin gerekliliğidir. Hem fizik ve tabiat bilimleri hem de sosyal bilimlerde gerçekleştirilecek entelektüel tartışmalar, siyasetin, toplumun, kültürün daha geniş açılımlar ve çözümler için ciddi bir birikim oluşturacaktır. Söz gelimi; eğitim alanında ülkede yaşanan sorunların tümüyle ilgili üniversitelerin ilgili birimlerinde geliştirilecek entelektüel tartışmalar eğitim konusunda bu sorunları halletmek yolunda önemli verileri alternatifli bir şekilde sunabilecektir.
Üçüncüsü, bilim son kertede birikimsel nitelikler taşımaktadır. (Kuhn’un “paradigma” kavramını paranteze alıyor değilim) Bilimsel çalışma demek, yazılan makale ve kitapların “tez”ler üretmeleri, sonuçlara gitmeleri, karşıt tezler üretmeleri demektir. Bu arada üniversite öğrencilere bilimsel yöntemin öğretildiği ve aktarıldığı bir perspektif geliştirebilmelidir.
Türkiye’de üniversitelerde acaba bu işlevler nasıl işliyor? İlkin, bilimde Batı dünyasının Türkiye’den önde olduğu bir gerçektir. Tabii ki kimi bilimsel alanlarda Türkiye’nin önemli başarılara imza attığı doğrudur. Fakat bilhassa sosyal bilimler alanında kendi sosyal teorisini üreteme temel amaç olmalıdır. Bu noktada Türkiye’nin kendi gelişim sürecinde bilim dışı alanların (siyaset, toplum ve kültür vb.) bilimin kendisini özgür ifadesi bazı sorunlar taşımaktadır. Söz gelimi; ilahiyat alanındaki farklı bilimsel çıktılara cemaat ve dini grupların baskıları söz konusu olmaktadır.
İkincisi, bilimsel anlamda entelektüel tartışmaların yapılması noktasında da kimi zafiyetler gözlemlenmektedir. Özellikle üniversitelerde her şeyin bir güvenlik sorunu kılınarak, bilim adamlarının bu minvalde bilimsel tartışmalardan geri çekilmeleri ciddi bir sorun olarak görünmektedir. Dikkat edilirse, birçok önemli konuda üniversitelerden ziyade üniversite dışı popülaritenin bu tartışmaları belirlediği izlenebilmektedir. Üçüncüsü, bilim alanındaki çalışmalarda nicelik (belirli dergilere odaklanma, makalelerin niceliğine bakılması) bilimsel içerikleri zayıflatmaktadır.
Peki bilim Türkiye’de geniş kitleler tarafından nasıl algılanmaktadır? Bir kere Üniversiteler (lisans eğitimi) toplum tarafından bir statüsel yükselme ve “ekmek parası” olarak algılanmaktadır. Bu durum üniversite ve onun muhteviyatındaki bilim üretme ve bilimsel yöntem meselesini, statü ve ekmek parası etrafında araçsallaştırmaktadır. Diğer yandan toplum bilim kavramına saygılı olmakla birlikte, onun gündelik hayattaki işlevlerini olumlamakta ancak çok geniş bir çerçevede “bilim”selliği bu işlevselliğin dışında merkezileştirmemektedir. Anahatlarıyla tartıştığımız bu konu tabii ki geniş bir analizin konusudur.