Üniversitede akademik kadroyu profesör, doçent ve doktor öğretim üyesi oluşturur. Profesörden önceki aşamada bulunan öğretim üyeliği “doçent” liktir. Ne doktor öğretim üyesi ne de profesörlüğe başvuru kriterleri ne hikmetse doçentlik kadar değişikliğe uğramaz Türkiye’de. Nerdeyse her on yılda bir değişikliğe uğrayan doçentlik başvuru kriterlerinin hangi bilimsel çalışmalar sonucunda değiştirildiği bilinmez, tıpkı akademik kadro ilanlarında belirlenen kriterlerin neye göre yapıldığı bilinmediği (!) gibi. Aslında ikincisi yani akademik kadro ilan kriterlerinin neye göre yapıldığı resmen açıklanmasa da adrese teslim kadrolar olduğu, yani alınması istenen kişinin özelliklerine göre ilana çıkıldığı bilinen bir gerçektir. Geçmiş yıllarda doçent olma kriterlerinden çıkartılan ve kanımca akademisyenlikte çok önemli olan iki değişiklikten biri üniversitede ders anlatma yeterliliğinin saptandığı “Doçentlik dersi” anlatma, diğeri de daha yakın tarihte kaldırılan sözlü sınavdı. Günümüzde sadece kriterlere uygun dosya hazırlamak ve jürinin de onay vermesi halinde doçent olunabilmekte, ancak bu kriterlerde amacın “daha bilimsel olmak” olduğu savıyla sık sık değişikliğe uğramakta.
Doçentlik başvuru kriterlerinin yine neden değiştirildiğini, değişikliği yapan kurum olan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) na bağlı Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) genel sekreteri Prof. Dr. Abdulkerim Çalışkan’a sorarsanız cevap ”Temel amaçlarının yayınlarda kaliteyi artırarak eğitime katkı ve adaylara kendi uzmanlık alanlarına ait kabiliyet ve eserleriyle farklılıklarını ortaya koyabilecekleri ortam sağlamak” şeklindedir. Oldukça iyi niyetle verilen bu cevabın kriterlerde yapılan değişikliklere bakıldığında çokta gerçekçi olmadığı görülecektir.
9 Ağustos 2023 tarihinde ÜAK tarafından duyurulan “Doçentlik Başvuru Şartlarında yapılan değişiklikler” den en çok tepki çeken ve nedeni tam anlaşılamayanı “Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Ortak Veri Tabanını (YÖKSİS) kayıtlı olan ve editörlük için üniversitesinden izin almış Profesör ünvanlı öğretim üyelerinin editör olduğu kitap kabul edilir” maddesidir. Burada sorunlu iki kavramdan biri kitabın editörünün mutlaka Profesör ünvanlı olması diğeri de bağlı olduğu üniversiteden izin alma zorunluluğudur. Akademisyenlik özgürlük ortamında yapılması gereken bir iştir, bilimsel çalışma da özerk ve özgür ortamda yapılır. Bilimsel çalışma yapmak, makale veya kitap yazmak, ya da editörlük yapmak hiçbir akademik ünvanın tekelinde olacak bir bilimsel eylem değildir. Adam kayırmacılığın en üst düzeyde olduğu son 20 yılda Türkiye’de nice profesör ünvanı alan kişi vardır ki gerçek bir bilimsel üretimden yoksun; nice doktorasını bitirdiği, hatta doçent olduğu halde kadro verilmeyen ve “araştırma görevlisi” kadrosunda çalıştırılıp; ders anlatma, tez yönetme, dergi veya kitap editörlüğü yapma, ulusal ve uluslararası birçok bilimsel proje yürütme gibi üniversitenin her türlü akademik üretimini sırtlanan.
Şimdi sorarlar size; nasıl oluyor da yıllarını bilimsel üretime adamış, ama kadro verilmediği veya sırtını dayayacağı kuvvetli bir siyasi yakını olmadığı için hala profesör olamamış, daha da vahimi doçent olduğu halde hala araştırma görevlisi kadrosunda çalışan bu akademisyenlerin editörü olduğu kitapları bilimselliği yetersiz diye doçentlik başvuru kriterlerinden çıkartıyor; merdivenin basamaklarını hızla tırmanıp akademik bilimsel yeterliliğe ulaşmadan unvan sahibi olmuş profesörlerin editör olduğu kitapları bilimsel kabul edip puanlıyorsunuz diye…
Ülkemizde özgü olduğunu düşündüğüm önemli bir durum doçentlik başvuru kriterlerinin belirlenmesi dışında akademik kadroları işgal eden her kademeden akademisyenin bu kadroların gerektirdiği bilimsel ve mesleki yeterlilikte olup olmadığıdır. Diğer bilim dallarını bilemem ama kendi mesleğim nedeniyle tıp camiasına baktığımda akademik unvan almamın amacının ne yazık ki çoğunlukla özel sektör veya muayenehanelerde bu ünvanı kullanmak olduğunu görüyorum.. Burada başımdan geçen bir anıyı anlatarak bu konuyu somutlaştırmak isterim. Üniversiteden emekli olduktan sonra çalıştığım bir özel hastanede bir hastamla aramıza geçmişti bu anı. Hastamın benimle ilgili olmayan başka bir problemi nedeniyle takip olup olmadığımı sorduğumda “ takip oluyorum hem de ….. hastanedeki bir profesör ve bölüm başkanına diye cevap vermişti. Aydın, anlayışlı ve kültürlü bir insandı, konu üzerinde kendisi ile konuşulabilirdi. Bundan cesaret alarak sordum kendisine “Profesör” ya da “bölüm başkanı” olmak sizin için ne ifade ediyor diye. Cevabı şöyle oldu “işinde en iyi olan doktorlardan biri olmalı ki kendisine profesörlük ve bölüm başkanlığı ünvanları verilmiş”. Düşüncesi doğruydu, ama ülkemde özellikle son 20 yılda bu doğru düşünceyle uyumlu Doçent veya Profesör ünvanını alan alan kaç doktor vardı; yada yıllarını ve hatta yaşamını mesleğine adamış işini çok iyi yapan ama ünvanı sadece “ uzman” olan doktor, mesleğinin en iyisi değil miydi….
2 yorum
Mükemmel bir yazı tek cümleyle ve gerçekleri ilmi olarak anlattığı için de son derece faydalı bir yazı-tebrik ederim emeğine sağlık.
Beğeniniz için teşekkür ederim