Batı dünyasında çıkan tıp etiği ile ilgili diğer yasalara gelince, bu konudaki ilk Hekimlik Ahlakı Uluslararası Yasası, 1949 tarihinde Dünya Tabipler Birliği’nin 3. Genel Kurulu’nda benimsenmiş, 22. Dünya Tabipler Kurulu’nda 1968 tarihinde ve 35. Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’nda 1983’te geliştirilmiştir. Hekimlerin genel olarak görevlerinden ve tıp etiği ilkelerinden söz eden bu yasa, Türkiye’de ilk çıkan Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’dan 20 küsür yıl sonradır ve daha net olarak tıp etiğini işlemektedir. Ancak bu yasanın 1968’de, Sydney’de geliştirildiği düşünülecek olursa, Türkiye’deki Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi, bundan çok daha eskidir. Yine, bütün Ulusal Bakım Sistemleri İçin Sağlık Bakımı Sunulmasında On İki İlke, 1983 tarihlidir. Görüldüğü gibi, Türkiye’de tıp etiği konusunda modern yasalar çıkarılması, batı dünyasından çok daha eskidir ve bu durumuyla Türkiye’deki tıp etiği çalışmaları batıya örnek olacak düzeydedir. Lizbon’da 1981 yılında I. Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi yayınlanmıştır. Bu bildirge hekimlik mesleğinin hastalara sağlamayı amaçladığı temel hakları içermektedir.
Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi’nin hasta lehine olan tüm bu gelişmelerine ek olarak, Cruzan davasında olduğu gibi hastaların yaşamları ile ilgili kararların verilmesinde aile üyelerinin de (anne-baba) katılımının gerekliliği tartışılmaya başlanmıştır. Bunun sonucu olarak, 1989’da kabul edilen “Hastanın Kendi Durumunu Belirleme Hakkı Yasası (Patient Self-Determination Act) 1991’de uygulamaya konulmuştur.
Hasta hakları hakkında ikinci ve önemli bir gelişme ise, Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi’dir. Amsterdam’da 28-30 Mart 1994 yılında yayınlanmıştır.
Hasta hakları konusundaki çalışmaların ulaştığı son noktayı vurgulamak açısından Amsterdam ve Bali Bildirgeleri ele alınıp karşılaştırıldığında temel ayrımın hastaya yüklenen anlamı bakımından olduğu söylenebilir. Genel olarak, Amsterdam Bildirgesi’nin hastaya daha geniş haklar tanıyan, sağlık ekibinin yükümlülüklerini arttıran bir metin olduğu savunulabilir. Bali Bildirgesi’nde ise hastanın hakları daha sınırlıdır; bu bakımdan Bali Bildirgesi’nin daha gerçekçi ve uygulanabilir olduğu söylenebilir.
Tüm dünyada son 30 yılda yoğun bir şekilde gelişme gösteren hasta hakları konusunda ülkemiz yabancı kalmamış ve bu konuda girişimler başlatmıştır. 1928 tarihli Tababet-i ve Şuabat-ı Sanatlarının Tarzı icrasına Dair Kanun’un 70. maddesi hekimlere hastalardan onam (rıza) alma zorunluluğunu getirmektedir. Ancak buradaki onam kuşkusuz hekim hasta ilişkisinin yasal çerçevesi içindedir. Evrensel etik değerlerde onam alınırken hastaya ve değerlerine saygı gösterilip gösterilmediği, yeterince bilgilendirilip bilgilendirilmediği önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü’nce kabul edilen “Sağlık Tanımı” 1947 yılında 5062 sayılı yasa ile ülkemizde de kabul edilmiştir. Bu tanım 1961 Anayasası’nda yer almaktadır. Dolayısı ile 1982 Anayasası’nın 90. maddesi uyarınca bir iç yasa olmaktadır. Devletin, uluslararası yükümlülüklerinden kaynaklanan bir sorumluluğu vardır. Bunun gereklerini yerine getirmelidir. Nitekim 1982 Anayasası’nın 56. maddesi sağlık, çevre ve konut konularını düzenlemektedir. Bu madde devlete daha çok düzenleyici ve denetleyici bir işlev vermektedir.
Ülkemizde 1960’lı yıllarda dünyadaki benzerlerinin çok ilerisinde bir anlayışla gerçekleştirilmiş olan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, 1978 yılında Alma-Ata’da tüm dünya ülkelerinin benimsediği ilkeleri 1980’li yıllarda yaşama sokmayı hedeflemiştir.
1961 yılında çıkarılan “Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi” ise hasta hakları konusunda bazı hükümler taşımaktadır. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nde; sır saklama, hastanın hekimini serbestçe seçmesi, insanlar üzerinde yapılacak deneysel çalışmalar ve sınırları, hastanın hastalığı ve prognozuna ilişkin bilgilendirme, konsültasyon, hekimin hastanın tedavisinden çekilmesi gibi günümüz hasta hakları içinde yer alan ana başlıklar vardır.
18 Ekim 1961’de Torino’da Avrupa Konseyi üyesi 16 devlet temsilcilerince, “Avrupa Sosyal Şartı” kabul edilmiştir. Türkiye, Avrupa Sosyal Şartının kabul edilmesinden 28, yürürlüğe girmesindense 23 yıl sonra onaylamıştır. 1581 sayılı ve 16 Haziran 1989 tarihli yasa ile onaylanması uygun bulunan şart bu tarihten 2 aya yakın bir süre geçtikten sonra 7 Ağustos 1989’da Türkçe metniyle birlikte yayınlanmıştır. Böylece Türkiye “Sosyal Şart”ı onaylayan 16. ülke olmuştur. Sosyal şart içerisinde, güvenlik ve sosyal yardıma ilişkin haklar, sosyal ve tıbbi yardım hakkı, sağlığın korunması hakkı gibi konular yer almaktadır.
Hekimliğin kendine özgü kural ve yasaları olduğu gibi hastalarına karşı görevlerini belirleyen dış hukuk kuralları da vardır. Merkezi Fransa’da olan Dünya Hekimler Birliği bu alanda bir dizi bildiri yayınlamıştır. Tokyo, Lizbon ve Helsinki Bildirgeleri bu alandaki örneklerdir.
Hasta hakları, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 14. maddesinde de “tabip hastanın hayatını kurtarmak ve sağlığını korumanın mümkün olmadığı durumlarda dahi ızdırabını azaltmak ve dindirmekle yükümlüdür” denerek dile getirilmektedir.
Türkiye’de önemli tıp konuları, organ aktarmalarıyla ilgili ilk yasa 2238 sayılı ve 1979 tarihli Organ ve Doku Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun’dur. Bu konuyla ilgili olarak batı dünyasında, 1985 tarihli Canlı Organların Ticaretine İlişkin Duyuru çıkarılmış bulunmaktadır. Bu duyuru ise detaylı olmayıp, bundan 6 sene önce çıkarılmış olan bizim yasamız çok detaylı maddeleri taşımaktadır. Bu arada, aile planlaması ile ilgili olarak Türkiye’de ilk çıkarılmış yasa, 1965 tarihli ve 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun’dur. Bunun daha geliştirilmiş hali Mayıs 1983’te yayınlandı. Ancak batı dünyasında Aile Planlamasına İlişkin Duyuru, 1967’de Madrid’de, 1969’da Paris’te benimsenmiş ve Venedik’te, 35. Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’nda 1983’te geliştirilmiştir. Görüldüğü gibi aile planlaması ile ilgili bu yasa da Türkiye’de batı dünyasına nazaran daha eskidir.
Yine Dünya Tabipler Birliği’nin Aile Planlaması ve Kadınların (Korunma) Doğum Kontrol Hakları Konusundaki Kararı, 1996 Kasım’ında Güney Afrika Cumhuriyeti Somerset West’te yapılan 48. Genel Kurul’da kabul edilmiştir.
29 Ocak 1993 tarihli İlaç Araştırmaları Hakkında Yönetmelik ise bu konuda Dünya Tabipler Birliği bildirgelerinden geride değildir.
Yine 1998 tarihli Türk Tabipleri Birliği, Hekimlik Meslek Etiği Kuralları da taslak halinde olup hekim sorumluluğunu çağdaş olarak inceler. Bu tüzüğün amacı, hekimlerin mesleklerinin gereklerini yerine getirirken uymaları zorunlu olan meslek etiği kurallarını belirlemektir.
Böylece Türkiye, tıp etiği konusundaki yasalar ve bu yasalarla ilgili uygulamalar açısından da batıya örnek olacak düzeydedir.
Yine bugün tıp etiği alanındaki bilimsel dernekler ise Türkiye’de en azından 15 yıllık bir geçmişe sahiptir. Batıdaki dernekleri de incelediğimiz zaman görüyoruz ki bazıları bizim derneklerimizden çok daha yeni olarak kurulmuştur.Örneğin Türkiye Biyoetik Derneği, 1993 yılında kurulmuş olup yaptığı ulusal ve uluslararası kongreler ile batıya örnek olmuştur. Birçok yabancı Türkiye’ye gelerek, kendi bilgilerini sunmuşlar ve Türk tıp etiğinden de etkilenerek örnekler almışlardır. Bu derneğin 2003’te Bursa’da yaptığı ve birçok yabancının geldiği uluslararası ve bilimsel özellikteki kongre, tüm dünyanın bu derneği tanımasına neden oldu. Ayrıca bu yıl aynı derneğin Asya Biyoetik Derneği ile birlikte 14-18 Kasım 2005 de Şanlıurfa’da yaptığı uluslararası biyoetik kongresi de bizim etiğimizi yabancılara sunacak özellikte bilimsel bir kongre idi.
Bu arada 11 Aralık 2004’te kurulan Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Derneği ise ülkede ilk kez tıp etiği ve tıp hukuku konularını bir arada işleyecek olan yeni bir dernek olup ilk sempozyumunu uluslararası katılımlı olarak 27 Mayıs 2005’te yaptı. Bu sempozyum bu yeni etik derneğinin sesini tüm ülkeye ve dünyaya duyurdu.
Bu arada anabilim dalları da uluslararası düzeyde tıp etiği toplantıları yapmaktadırlar. Buna bir örnek de 1 Kasım 2005’te İstanbul Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı’nın yaptığı, yabancıların da geldiği, son derece verimli ve bilimsel olan Terminal Dönemde Çocuk, Tıp Etiği Günleri adlı toplantı idi.
Çeşitli ülkelerde tıp etiği ile ilgili olarak bazı derneklerin de kuruluşu Türkiye’deki derneklerden pek eski değildir. Türkiye’den bu derneklerin kongrelerine katılan meslektaşlarımızın sunduğu konular ilgi çekmekte ve bu konudaki yasalarımızın modernliği ve laik düzeyde oluşları, yabancı araştırıcıları zaman zaman şaşırtmaktadır.
Bütün bu bilgilerin ışığında Türkiye’deki tıp etiği çalışmalarının batıya örnek olacak bir düzeye geldiğini kıvançla belirtmek isteriz.