Tecrübeler ortaya koymuştur ki, İnsanı insana mahkûm etmek yerine, insan onurunu koruyan, kişiliğini rencide etmeyen, “hakkaniyet ve kardeşlik ilkesi üzerine oturan” kurumsal yapılanmalara gidilmesi kaçınılmaz bir gerçektir. İslâm hukuk tarihinde, tabî ve sosyal nitelikli tehlikelere karşı âkile, zekât, fitre, kasâme, vakıflar ve sandıklar gibi sosyal güvenlik araçları kurumsal bir müessese haline gelmişlerdir. Bugün deprem, sel, yangın gibi tabi ve sosyal nitelikteki sosyal riskler ve sosyal yükler çoğalmıştır. Bu bağlamda Diyanetimizin desteği ile Kur’an’daki fon kaynakları acilen devreye sokulmalıdır. Sosyal riskler ve sosyal yükler bugün daha da artmıştır. Bugün tabi ve sosyal nitelikli rizikolar çoğalmıştır. Şehit, dul, yetim, yoksul sayısı gitgide aramaktadır. Biyolojik ve iktisadi rizikolar gün be gün çoğalmaktadır. İnsanlar sığınacak bir liman, tutunacak bir dal aramaktadırlar.
Dün olduğu gibi bugün de mazlumlar ve mağdurlar baba ve ana şefkatine muhtaçtırlar. Kur’an, “iyilik ve takva üzerine yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” ayetinin ilkesi gereği sosyal güvenlik havuzunu oluşturulması zorunludur. İyilik ve takva üzerine dayanışma (sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumları) kurunuz. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşacak müesseseler kurmayınız. Biz ise tam tersini mi yaptık bilemiyorum. Sosyal güvenlik kurumlarından ziyade banka gibi tek taraflı kurumlara ağırlık vermiş bulunuyoruz. Ancak her yasal olan hukuki olmadığı mumlumunuzdur. Desene yasal soygun alanları ürettiğimiz için mi hırsızın elini kesemedik onu da bilemiyorum.
Fon kaynaklarıyla birlikte merkezden taşraya kadar seferberlik ilanı ile acilen nehirleri asıl mecrasına döndürme çabalarını sürdürmeliyiz. Türkiye’mizde Müslümanların kendi aralarında diyanetimiz bünyesinde ciddi yasal düzenleme yapılarak çarçur edilen zekât müessesesinin yeniden yürürlüğe sokulmalıdır. Kimin kime ne verdiği belli olmayan dağınık ve insan onurunu kırıcı zekât dağıtımına kültür olarak biran önce son vermeliyiz. Zorunlu sosyal güvenlik aracı olan zekât müessesesini derhal devreye sokmalıyız. Bu dağınıklık ne zamana kadar sürecektir. Merkezden taşraya kadar ciddi yapılanmalara gidilmesinin vakti gelmedi mi? Zekat, ne kadar daha insafa ve merhamete bırakılacaktır. Mağdurlar ve mazlumlar bakışlarını başka ufuklara çevirdikten sonra bu ilahi emrin ne anlamı olacaktır. İslam, dünya hayatında müntesiplerine hak, hukuk ve huzur verebilmesi için bu ilkelerin yürürlüğe sokulması gerekmez mi?
Sosyal güvenlik, bir sığınaktır belki de bir kaledir. Gerçi eski kaleler havadan bombardıman yapılmadığı için kuşatılması oldukça zordu. Oysa bugün bu kalelere sığınmak mümkün de değildir. Artık uçak ve helikopterle kaleler üsten feth edilebiliyor. Desene araçlar ve yöntemler değişti, sığınaklar da koruma sağlamıyor. Dünün özel sığınakları onları korurken, bugün onları koruyamıyor. Desene yeni kalelere, yeni sığınaklara ve teminatlara ihtiyacımız var.
Hayıtın gelişmesine paralel olarak tehlikeler ve rizikolar, arttıkça arttı. Öngörü, tedbir ve güvenlik araçları da riziko çeşidine göre o nispetle arttı. Bugünkü rizikolar, dünkü rizikolara benzemez oldu. Kıyafetlerimiz değişti, tecrübemiz arttı ve kavramlarımız o nispette genişledi. Ancak araçlar değişse de amaçlar hiç değişmedi. Çünkü ihtiyaçlar her daim ola geldi. Sosyal güvenlik olası deprem, sel, yangın vb musibetlere karşı bir şemsiyedir. Sigorta, klasik ifadeyle, dünyada zekât, ahirette imandır. Mallarınızı zekâtla koruyunuz, sigortalayınız.
Sosyal güvenlik tarihte ve günümüzde zorunlu ve ihtiyari iki tür araçla temin edilmiştir. Klasik dönem zorunlu sosyal güvenlik araçlarından biri de zekâttır. Zekât, günümüzün mal sigortasıdır. Asıl sigorta, ahiret sigortası olan iman sigortasıdır. Mal sigortasıyla mallarımıza, teminat verilir. Can sigortasıyla canlarımıza, teminat sağlanır. Böylece Müslümanların mal ve gelir potansiyeli yaşatılır. Yani mülkiyetin korunması ZEKÂT fonuyla, gelir potansiyelinin yaşatılması FİTRE fonuyla sağlanmış olur. Böylece bireylerin, mal ve can sigortası yapılmış olur.
Klasik dönem toplumlarda ölen kişinin sadece miras hakkı düzenlenmiş, kişinin can güvenliğinin rizikoya uğradığından gelir potansiyelinin canlı tutulmasına yer verilmemiştir. Klasik dönemde vücut bütünlüğünü yok eden ölüm ve müessir fiillerde, kısas ve diyet kavramıyla teminat sağlanmıştır. Günümüzde belirlenen ve ölçülen hayat sigortası, sigorta bedeli klozları, müessir fiiller karşılığı olarak tazminat veya sigorta bedeli ödenir. Keza günümüzde ölenin sadece kişi olmadığı, kişinin gelir potansiyelinin de canlı tutulması gerektiği, bu potansiyel gelir intikalinin sağlanıp varislerine teminat verildiği de görülmektedir. Ancak gerçek sigortamız, iman sigortası olup bugün buna reasürans ve ret reasürans denilmektedir.
Zekât emri, namaz emri gibidir. Bunlardan her biri Allah ve devletin hakkının korunduğu zorunlu bir ödevdir, vergidir. Zekât genel norm niteliğinde Müslümanlar için evrensel bir vergidir. Hiç bir devlet vergi olmadan yaşayamaz. İslam toplumlarının vergisi zekât kavramı adı altında toplanmış ve dağıtılmıştır. Klasik dönemde zekâtın dışında başka bir vergi alındığına da rastlanılmamıştır. Zekâtın karşıladığı rizikolar yine özel bir düzenlemeyle yapılmıştır.
Kur’an, sekiz sınıf tehlikeden bahsetmiştir. Bunlardan ikisi kurumsallaşmaya yönelik olup temelde altı sosyal riski teminat altına almıştır. Bugün dünyadaki sosyal güvenlik sistemlerine ve teminatlarına bakıldığında, Dünya İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Çalışma Örgütü, Avrupa Sosyal güvenlik Yasası, altı veya dokuz sosyal risk belirlemiş ve teminat vermişlerdir. Bunların belirlediği sosyal risklerle, sosyal yükler, ilahi vahyin belirlediği risklere benzer risklerdir. Bu anlamda dünya, Kur’ân’ın belirlediği tabi ve sosyal riskleri esas aldığı söylenebilir. Anayasa, 60. Maddesi de “her bireyin sosyal güvenlik hakkının sahiptir, devlet bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapar” diyerek aynı noktada birleşirler. Deprem, sel ve yangın gibi tabi afetlere maruz kalan bireylerin mal ve mülklerinin teminatı zekât müessesiyle teminat altına alınır. Böylece Müslümanlar mal ve can sigortası yaparak mallarını ve canlarını sigortalamış olurlar.
Zekât emriyle, zenginin malında fakire bir hak tanınmıştır. Zenginler, bu zekâtı vermedikleri takdirde gasp hükümlerine tabi olurlar. Bu takdirde fakirin hakkını yediklerinden riba yemiş olurlar. Klasik dönemde zenginlik asgari geçim standardı, yıllık bazda belirlenmiştir. 200 dirhem gümüş = 20 miskal altın = 40 koyun = 30 sığır = 5 deve = 1 ton zirai mahsul gibi. Eş değer olan bu asgari zenginlik nisabı bugün iktisadi şartların değişmesine paralel olarak değişmiştir. Milli gelirden fert başına düsen gelir ile yıllık bazda asgari geçim standardı, eşitlik açısından bugünkü değerle bir hayli farklılık arz etmiştir.
Zekât vermekle malini haramdan temizler. Böylece para tedavüle girer herkes kazanır. Zekâtı verilen mal, temizlenmiş, para piyasaya girdiğinden herkes kazanmış olmaktadır. Ticari ve zirai malların zekât ve öşürü bu anlamda önemlidir. Klasik dönemde 8 sınıf fon kaynağı oluşturulmuş, fakirler, miskinler, zekât toplamakla memur olanlar, muellefei kulub, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolculardır. Bunların dördü iradi, dördü gayri iradi rizikoya uğrayanları ihtiva eder. Bu sekiz sınıf tehlike ve bunlar için oluşturulacak fon kaynakları, devletin sorumluluğundadır. Bu tehlikelerden her biri, dar veya geniş yorumlanmış ve yorumlanabilir. Bu tehlikelerden köle ve muellefei kulup gibi tehlikeler, sosyal siyasetin konusu olmuştur.
Özel yasal düzenlemelerin kaderi toplumların koşullarına bağlıdır. Bu fonların her biri gelirin kaynağı ve fonladığı kesim açısından güncellenmesi zorunludur. Hepsine yer veremeyeceğimizden birine kısaca değinelim. Borçlular fonu, iyi niyetle borca batmış kimselere, zekât fonundan teminat sağlanır. Günümüzde kredi talep edenlerden, kredi sigortası yapılır (hayat ve ferdi kaza), aldığı krediyi elinde olmayan sebeplerle ödeyemez, temerrüde düşerse veya ölüm gibi riziko gerçekleşirse, ailelerine yük de olmazlar. Hem de genel emir olan, “kimse kimsenin yükünü / günahını çekemez” ilkesi yerine getirilmiş olur.
Zekâtın sarf yerlerinden biri borçluların korunması, adeta günümüzdeki kredi sigortasına benzer. Bu fon sayesinde bireyler, daha serbest iktisadi hayatta atılım yaparlar ve halka daha faydalı olurlar. Hiç kuşkusuz günümüzde bireysel ve toplumsal sorumluluk bilinci yozlaşmış, tehlikede iştirak, nimette taksimat ilkesi ihlale uğramıştır. Bu da toplumsal yapıların değişmesi, zayıfın temel haklarının korunmasında devletin denetim, gözetim ve müdahalesi çalışma hayatına zorunlu kılınmıştır.
Zekâtın merkezden taşralara kadar örgütlenmesinin önünde hiç bir engel bulunmamaktadır. Zekât vergi midir? Yoksa vergi zekât mıdır? Bireysel herkes bir şey söylese de, bu uzman ekibin vereceği bir karardır. Yoksa Müslümanlar bugün fazla yükün altına mı girdiler? Bu konuda bireysel aklın kıyasının, uzman heyet aklının kıyasına yani şûra ile icmasına terk edilmesi hata ihtimalini azaltır. Herkesin bir fikri olsa da bağlayıcı karar, Diyanetin uzman heyet kararıdır. Herkes bu konuda haddini de bilmelidir. Ancak Diyanet, pratisyen hekim gibi her derde deva anlayışını bırakmalı, acilen uzman heyet yapılanmasına geçmelidir. Diyanetimiz önce bu konularda güven tazelemeli, çarçur olan zekât anlayışımıza bir düzenleme getirmeli ve bu konu hakkında ciddi bir yasal düzenleme yapılarak zekât müessesesini keyfi olmaktan ziyade Müslümanlar arasında zorunlu yürürlüğünü sağlamalıdır. Ehlisünnet ve’l cemaat anlayışı bu olsa gerektir. Saygılarımla.