Benim tıp fakültesini bitirdiğim yıllarda, tıpta uzmanlık sınavları, biz Anadolu çocuklarının hevesini kıran bir şekilde uygulanıyordu. Üniversitelerde her bölüm, örneğin KBB Ana Bilim Dalı kendi kadrosunu açıyordu. Genellikle yılda bir ya da iki defa, bir ya da iki kişi için kadro açılırdı. Bu kadrolara alınacak adaylar önceden belirlenmeden kadro açılmazdı. Bu kadrolara genellikle hoca yakınlarının alındığına şahit olurduk. Bu durumun bazı istisnaları yok değildi, örneğin Dahiliye Ana Bilim Dalı her seferinde 10’u aşkın araştırma görevlisi alırdı. Bundan sebep hep dahiliyeci olmak istemişimdir. Aklımca yarısı torpilli olsa kalan yarısının arasına girme ihtimalimin olduğunu düşünürdüm.
Tam da ben Cerrahpaşa Tıp fakültesinden mezun olacağım 1987 yılında tıpta uzmanlık sınavı konuldu ve ben süratle dahiliye fikrinden vazgeçip KBB ana bilim dalında açılan kadroya talip oldum. Sınavda on bin aday arasında ilk 250 arasına girerek İstanbul Tıp fakültesinde KBB ihtisası yapma hakkı kazandım. Anlatabildim dimi, TUS sayesinde adı konulmamış kast sisteminin dışında olan bir Anadolu çocuğu olarak, Türkiye’nin en iyi KBB ana bilim dalında ihtisas yaptım.
TUS uygulaması, Türkiye’de tıbbi çalışmalara ve uygulamalara çağ atlattı. TUS ile ihtisasa başlayan bir hekim olarak benden önceki yöntem ile ihtisasa başlayan hekimlerle aynı ortamda çalıştım. Onların ufuklarının hocanın ufku ile sınırlı olduğunu, TUS ile girenlerin ise hocaların ufuklarını da bir ileriye taşıdığına şahit oldum.
Nitekim TUS ile ihtisas alan hekimler Türkiye’nin dört bir tarafındaki eğitim hastanelerine, kamu ve özel hastanelerine yayıldıkça, sağlık hizmetinin kalitesi arttıkça arttı. Türkiye’den yurt dışına hasta sevki durdu, aksine yurt dışından Türkiye’ye hasta gelir oldu. Türkiye’nin sağlık turizmi ve ilintili alanlardan elde ettiği gelir 2 milyar dolar, yani 28 milyar TL civarında. Sağlık Bakanlığının 2021 bütçesi 77 milyar TL idi dersem, ne demek istediğim anlaşılır.
Gelişmelerin seyrine şahit olduğum bir başka mecra kongrelerdir. 1987-91 yılları arasında, ihtisasım boyunca kongrelerde yabancı ülkelerden gelen konuşmacıları takip ettik. Onları hayran hayran dinledik. Yurt dışı kliniklerde birkaç ay gözlemci olarak çalışabilmek için çabaladık. Ama şimdilerde öyle bir seviyeye ulaştık ki, gelsinler onlar bizi dinlesinler, bizden öğrensinler.
Tüm bunların TUS sayesinde olduğunu iddia ediyorum. Hep keşke benzer bir yöntem, başta mühendislik olmak üzere diğer alanlarda da olsa diye düşünmüşümdür. Biz böylesi bir gelişmeyi bekleyeduralım, Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca, TUS da reform düşünüyoruz diyerek hekimlik camiasını tarifsiz bir kaygının içine atıverdi. Kendi fakültem üzerinden bir durum değerlendirmesi yapayım.
PAÜ Tıp Fakültesinde “Probleme Dayalı Öğrenim” metodu uygulanmaktadır. Öyle ki hekim adayları daha birinci sınıftan, hasta ve hastalıklarla karşılaşmaya hazırlanmaktadır. Bu sisteme geçerken idare sadece öğretim üyelerinin değil, öğrencilerinde görüşünü almıştı. Bazı öğretim üyeleri ve öğrenciler bu sisteme karşı çıkmışlardı. Temel gerekçe şu idi; tıp fakültelerinin başarısı TUS başarısı ile ölçülür, bu sistem sahaya pratisyen yetiştirmek üzere kurgulanmıştır, TUS başarımız geri düşecektir. Bu kaygı haklı idi, ama bir tıp fakültesinin amacı sahaya hekim yetiştirmekti, TUS tıp fakültelerinin değil, kişilerin bir sorunu idi. Taviz vermeden uygulama başladı.
Neticede görüldü ki 2011 Üniversite sınavına göre, kamu üniversiteleri tıp fakültelerine giriş ortalama puan sıralamasında 23. sıradan aldığımız öğrencileri, 2017 TUS puanı ortalamasına göre 12. sıraya taşıdık. Taşıdık çünkü Probleme Dayalı Öğrenim, günlük ve yoğun çalışmayı gerektiriyordu, öğrenilen bilgi kafalardaki sorulara cevap niteliğinde olduğu için kalıcı oluyordu. Öğrenileni kullanmanın, en az öğrenmek kadar önemli olduğu, bilmediğini öğrencinin kendisinin araştırmasının ve öğrenmesinin üzerine kurulu bu sistem sayesinde biz, Pamukkale Üniversitesi olarak hem sahaya pratisyen hekim yetiştirdik, hem de TUS da başarılı olduk.
PAÜ’den devam edelim. Akredite bir fakülteyiz, tıp fakültelerinin yarıdan azı akredite. Fakültemizde öğrenciler birkaç sınav ile kaldı geçti olarak değerlendirmiyorlar. Derse katılım, uygulama, ara sınavlar ile sürekli puan topluyorlar. Not sistemi hocadan hocaya değişmiyor. Final sınavında 90 alıp kalmak mümkün, eğer yıl içinde hakkını veremedi isen. Sorasım var, kaç üniversite bilgiyi gerçekten değerlendiriyor.
İddia ediyorum Türkiye’deki fakültelerin %90’ında notu bol olan ve kıt olan hocalar vardır. Cerrahpaşa tıp Fakültesinde okurken tek bir soru ile sınav geçtim, tek bir soru ile kalan oldu. Benim dönemin birincisi bir idareci hocanın çocuğu idi, nasıl birinci olmuştu anlamadım. Ben devam sorunu olmayan bir öğrenci olarak kendisini bir kere bile ne amfilerde ne de hastanede görmedim. Biz millet olarak sübjektif olunabilecek hiçbir alanda objektif olamıyoruz. En iyisi başından kuralları objektiviteye göre koymak olacaktır.
Öğrenciler TUS dershanelerine gidiyorlarmış, iyi de fakülte notu bunu engellemez ki, lise ortalaması üniversite sınavına yansıtıldı da dershaneye gidişler, özel ders talepleri düştü mü?
Hizmet süresini ödüllendirmek başlangıçta cazip gibi geliyor. Ancak bilindiği üzere Tıpta Uzmanlık “doktora” eşdeğeri bir eğitim süreci. Doktora demek bilimsel çalışma, bilimsel çalışma yetkinliği demek. TUS iyi kötü bu konuda bir seviye belirliyor. Eğer hizmet puanları ihtisasa eğitimine giriş için kriter olacak ise, bu yöntemle ihtisas yapanların doktora eşdeğeri sayılmaması ve akademik kadrolara müracaat edememeleri gerekmez mi.
Şimdi bir de özel üniversiteler var. Özel olmalarının bir gereği ve sonucu olarak, hemen her türlü olumsuzluğu kamufle etmeye çalışan, olumlu ne var ise onu da reklam malzemesi yapan. Bu üniversitelerde TUS a etkisi olacak notların nasıl verileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Sağlık bakanımız bize, üniversitelerin kendilerine bırakıldığı uygulamalardan, Türkiye çapında standardizasyon sağlanmış tek bir uygulama gösterebilir mi? TUS’da reform, deformasyon ile sonuçlanacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
Sayın Bakanımız TUS çıpasını kullanarak eğitimi ve hizmeti ödüllendirme hayalleri kuradursun, TUS sınavında beyin cerrahisi kadrolarının %59, çocuk hastalıklarında %60, kalp damar cerrahisinde %62, kadın Hastalıkları ve doğumda %65’i boş kaldığı, yani müracaatların yeterli olmadığı rapor edildi. TUS’un bir çıpa olarak kullanılma değeri eriyip gidiyor. Bana öyle geliyor ki bizim iyileştirmeden ziyade mevcut durumu korumak gibi bir sorunumuz var.
Tıp eğitimi bakımından yerimizde durmayalım, ileri gidelim diye illa bir reform yapmak istiyorsak, PAÜ Tıp eğitiminin örnek alınmasını tavsiye ederim. Yok, hayır sahada çalışacak hekim bulamıyorsak, o zaman hekimlerin yurt dışına kaçış gerekçelerine yoğunlaşalım derim…