Geçen yıl (08 Nisan 2013) yine bu köşede, sizlerle “İki Anne Bir Baba!” başlığı altında mitokondriyal hastalıkların önlenmesi bakımından “mitokondriyal replasman tedavisi (mitochondrial replacement therapy)” konusunu tüp bebek uygulamalarının nereden nereye geldiğini vurgulamak için paylaşmıştım. Hatırlamayanlar ya da hiç okumayanlar için o zamanki söylediklerimin bir kısmını buraya tekrar aktararak, esas söylemek istediklerimi daha sonraya bırakmak istiyorum. Ne demişim o zaman:
“Hatırlanacağı üzere, bu uygulamada eğer annenin sadece 37 gen ihtiva eden mitokondriyal DNA (Buna karşılık insan nükleer DNA’sında yaklaşık 23 000 gen bulunmaktadır) kaynaklı bir kalıtsal hastalığı çocuklarına geçirme riski varsa; aynı babanın spermi ile hasta çocuk riski olan anneden alınan yumurta ve donör anneden alınan yumurta döllenmektedir. Donör anneden alınan döllenmiş yumurtadaki çekirdek hücreleri çıkarılarak imha edilmekte ve yasal annenin döllenmiş yumurtasındaki çekirdek hücreleri çıkarılarak donör embriyoya aktarılmaktadır. Böylece annenin kalıtsal hastalık taşıyan mitokondriyal genomundan kurtulunmuş ve doğacak çocuğun donör annenin sağlıklı mitokondriyumlarını taşıması sağlanmış olmaktadır. Bundan sonra doğacak bu çocuk iki anneli ve bir babalı, yani üç ebeveyne sahip olmaktadır. İşte asıl tartışma da bundan sonra başlamaktadır: Bu yapılan işlem ya da bu tür tüp bebek uygulaması etik midir, dini açıdan uygun mudur?
“Bundan yaklaşık on yıl kadar önce, Amerika Birleşik Devletleri’nde Sağlık Bakanlığına bağlı; gıda, diyet eklentileri, ilaç, biyolojik medikal ürünler, kan ürünleri, medikal araçlar, radyasyon yayan aletler, veteriner aletleri ve kozmetiklerden sorumlu büro olan “Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi [U.S. Food and Drug Administration (FDA)]” tarafından üç ebeveynli bu uygulama yasaklanmıştır. Üzerinde tartışmalar devam ederken, İngiltere’de hükümetin üç ebeveynli tüp bebek uygulaması konusunda görüşünü sorduğu İnsan Üremesi ve Embriyoloji Yönetimi [The Human Fertilisation and Embryology Authority (HFEA)], 20 Mart 2013 tarihinde bu uygulamanın bilim etiği yönünden bir sakıncası olmadığının hükümete tavsiye edilmesine karar vermiştir. Doğal olarak, bu önerinin öğrenilmesinden sonra hem bilimsel hem de dini çevrelerden olumlu ya da olumsuz tepkiler her geçen gün artarak gündeme gelmeye başlamıştır.”
Buraya kadar söylediklerim, daha önce de tekrarlanan ve başka yayın kuruluşlarınca da gündeme getirilen konular. Yaklaşık olarak son iki aydır Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’taki gazeteler ve diğer yayın kuruluşları hemen hemen her gün bu “üç ebeveynli çocuk” konusunu tartışmaktadır. İyimser bazı haberlere gore, İngiliz Parlementosu’ndan bu uygulamaya izin verilmesi bir ya da iki hafta içerisinde gerçekleşecektir. İngilizler bu uygulamanın da dünyada ilk kez kendileri tarafından gerçekleştirileceğini ileri sürerek sevinçlerini de gizlememektedir. Her iki ülkede de tartışmalar tüm hızıyla sürerken, ne bizim Sağlık Bakanlığı ne de Diyanet işleri Başkanlığından tık yok. Zira önceki yazımda bu iki kurumumuzu adres göstererek hazırlıklarını yapacaklarını ummuştum! Bu uygulama, bilemediniz bir yıl ya da daha yakın zamanda ülkemizde de uygulama alanı bulacaktır.
Peki, bu yeni yöntemin karşısında ya da yanında olmak bakımından Türkiye olarak buna ne diyeceksiniz? Sağlık Bakanlığımız ne diyecek, Diyanet İşleri Başkanlığımız ne diyecek? Lütfen birşeyler söyleyin ve bize özgü bir kararımız olsun. İlle de kopya çekmek ya da emrivakilere boyun eğmek zorunda kalmayalım.
Yapılacak şey öyle “atla deve” değil; Sağlık Bakanlığının “Genetik Hastalıklar Tanı Merkezleri Bilim Komisyonu” ile “Üremeye Yardımcı Tedavi Yöntemleri Bilim Komisyonu” var. Bu kurullar ayrı ayrı ya da tercihen birlikte toplanırlar, bunlara belirli bir süre verilir, bir rapor hazırlarlar. Daha sonra ortaya çıkan karar Bakanlık tarafından karara bağlanır ve uygulamaya geçilir. Ama maalesef, sağ olsun bizim Sağlık Bakanlığı işleri yürütürken kaplumbağa hızıyla hareket etmektedir. Hiç değilse bu defa dünya ile birlikte hareket edebilme sevincini bizlere çok görmeyin.
Umarım, her ne kadar doğrudan olmasa da dolaylı olarak sorumlu kurumlardan biri olan YÖK de bu konuya ilgi duyar ve üzerine düşen görevleri yerine getirir. Böylece üniversitelerimiz de bu konularda hazırlıklı olur ve görüşlerini açıklamak zahmetinde bulunurlar.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.