“Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. Bakara sûresi, 183”.
Oruç insanlıkla yaşıt bir ibadettir (Kemâ kütibe ale’l-lezîne min kabliküm). Oruç, insanlık tarihinin biteviye akışı içerisinde yeniden gezinti yapmaktan ibarettir. Kendimize kadar gelen sürecin takipçisi olmaktır. Tarihin uzun ve derinlikli yollarında nebilerin, resullerin, azizlerin ve masumların izlemiş olduğu bu manevi ve münzevi yolda onlara eşlik etmekten ibarettir. Başta Hz. Âdem olmak üzere Hz. Muhammed’e gelene kadar gelen peygamberler ve onların ümmetleri ile hemhâl hemdem ve hemzevk olmaktır. Hz. Muhammed’in ümmetine farz olan oruç, bizden önceki nebilerin ümmetlerinin orucu ile vaciplik noktasında benzerlik taşırken,miktar ve vakit yönleri ile onlardan farklılaşır.
Üç “Kütibe Aleyküm” Formu
Kutsal kitabımızın ayetlerini anlama ve anlamlandırmanın yollarından birisi de siyak ve sibâk diye ifade edilen bağlam dediğimiz kontekstir. Bu anlamda oruç ayetinin bağlamına baktığımızda peş peşe gelen “Kütibe aleyküm (size yazıldı)” formlarını görürüz. Evet, oruç ayetine giden Kur’ani bağlamda 3 adet “kütibe aleyküm” formu vardır.
Bu formların birbiri ardına dizilmesindeki inceliğe dair Meşhur Endülüslü müfessir Ebû Hayyan el-Endülüsî el-Bahrul-Muhit isimli tefsirinde derinlikli tahlilde bulunmaktadır. O, oruç ayetine kadar gelen “kütibe” formlarının izini sürer. Oruç ayetlerinden önce kısasla ilgili ayetler zikredilir. Orada da “Kütibe aleyküm es-siyam (size oruç yazıldı)” formunda olduğu gibi “Kütibe aleyküm el-kısâs (size kısas yazıldı)” formunda bir talep gelmiştir. Yani “oruç size farz kılındı, kısas size farz kılındı” kalıpları üzerinden bir talepte bulunulmaktadır. Kısas ayetine göre haksız yere birisini öldüren kişi hakkında, maktulün mirasçıları kısas, diyet hatta af şıklarından birisini talep edebilir. Ancak Kur’an, affı ve diyeti önerir. İşte burada bu form, işlemiş olduğu suç nedeniyle kişinin kendi canını gönülden feda edebilecek kıvama gelmesi gibi ince bir anlamla biter (hakkan ale’l-müttekîn). Evet, “Kütibe aleyküm el-kısâs” formu ile haksız yere bir adamı öldürmenin tüm insanlığı öldürmek demek olduğu bilinci ve inancı üzerinden insan, gerektiğinde kendi canını feda etme kıvamına getirilir (لعلكم تتقون). Merada keyfince ve güvenlice otlayan 100 kuzudan birisini yiyen kurt kısasen öldürüleceğini bildiğinde geriye kalan 99 tane kuzu merada rahatça yaşayabilir, huzur, güven ve emân içerisinde keyf sürebilir. Salt katile acımak meradaki 99 kuzuya merhamet etmemek anlamına gelir.
Sonra bağlam, hukuk karşısında şeriatın kestiği parmak acımaz kıvamıyla can fedasından vasiyet ayetine geçer, vasiyet ayeti de aynı formda gelir (Kütibe aleyküm…vasiyyeten) ve malın fedası önerilir. Candan ve maldan geçebilecek seviyeye ulaşmış nitelikli mükellefe ışık tutulur. “Kütibe aleyküm vasiyyeten” formu ile insan henüz daha biyolojik olarak ölmeden önce ahiretteki yerine hazırlık yapar. Vasiyet; öldükten sonra yaşamanın, şan ve şeref ile anılmanın yollarını öğretir. İnsan biyolojik olarak ölse de sosyolojik olarak yaşamak ve anılmak ister. Ayrıca öldükten sonra anılmak ikinci bir hayat gibidir (ez-zikrâ ba‘l-mevt ömrün sânîn).Mezar taşlarına “el-fâtiha” yazarak fâtiha beklemek yerine vasiyetlerimizle el-fâtiha okuyacak insanları çoğaltmamız hatırlatılır. Öldükten sonra sosyolojik olarak ölümsüzlüğü tatmamıza katkı sağlar. Sadece bedenimizle yaşamanın insan ruhuna vereceği darlığı aşacak sosyolojik ölümsüzlük için ruh inceliği önerir ve kişiye maldan geçecek kıvamı yükler.
Ayetlerin bağlamı bu hazır bulunuşluk halinden sonra bedenin arzularının feda edilmesine yani Ramazan ve oruca geçer. Allah rızası için bedenin açlığa, susuzluğa ve cinsel arzulara geçici olarak kapatılmasına vurgu yapılır. Biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlara hatta tahkir, tezyif, cidal, sövme gibi sosyolojik faaliyetlere muvakkaten mesafe koymak ilkesel hâle getirilir. Bir eğitim süreci olarak bu durum sürdürülür. Üç formda da sözü söyleyen Allah’ın ismi celâli zikredilmez. Buradaki emirlerin önemi öne çıkarılır. Meçhul formlarda cümlenin fâili gizlenir ve oradaki meful yanı talebin önemi öne çıkarılır. Bu bağlamda dilsel olarak sözü söyleyene değil söylenen söze odaklanmak (kısas, vasiyet, oruç) bir ilke olmaktadır (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît,1/183).
Üç Ayet: Üç “Kütibe Aleyküm” Formu ve Üç “Takva” Vurgusu ile Bitiş
İlâhi hitabın ayet dizgelerinin tevkifi olduğu bilinen husustur. Ayetlerin dizgesinde dikkat çeken “kütibe aleyküm” formlarından sonra dikkat çeken bir diğer husus da bu ayetlerin bitişindeki vurgulardır. Üç formun bitişinde de benzer şekilde bir mutabakat, münasebet ve belâğat sanatı ifadesi ile tenâsüb vardır. Ayetlerden ikisi “tettekûn” ifadesi ile biterken, birisi “müttekîn” kelimesi ile bitmektedir. Takvâ sahibi ve müttekî olmak müminin varması ve kazanması gereken bir vasıftır. Dolayısıyla bir sorumluluk bilinci olarak takva, Allah’ın razı ve hoşnut olmayacağı yerlerde bulunmamak ve razı olmayacağı şeyleri yapmamak anlamına gelmektedir.
Birliğimizin araçlarından birisi olarak oruç, güç kuvvet ve kudretle yapılması çok zor şeyleri gönüllük esasına göre tereyağından kıl çekercesine gerçekleştirir. İnsanları aynı atmosfer içinde bir sofrada ve gönül dünyasında toplar. Tatlı bir intizara odaklanan sessizlik ve sükûnetle zaman içinde zaman, an içinde an yaşatır.
“Sayılı günlerde” emredilen oruç vurgusu insan psikolojisini emrin kolay ve süresinin kısa olduğuna yöneltir ve böylece kul bu emrin sükûnet ve suhuletle yerine getireceğini hissedir. Bu demektir ki orucun meşakkati ve süresi azdır amma oruçtan elde edilen haslet, sevap, mâna, maneviyat, fayda ve hazlarının sonu yoktur, nihayetsizdir.
Netice olarak oruç insanı hâlden hâle, hâlden hâlsizliğe doğru geçirerek bebeklik günleriyle kudretli günleri arasında gelgit yaptırır, zaaflarını ve güçlü yanlarını gözler önüne serer. Bu dünyanın faniliğine paralel olarak kendi faniliğini de hatırlatır. İnce ve latif duygularla kişiye ruhî bir kıvam yükler (lealleküm tettekûn).