Kimi zaman eleştirel bir taşlama, kimi zaman da öneri olarak kullanılan üç maymun deyimi bugünlerde daha sık duyulmaya başlandı. Bununla birlikte, deyimin sembolü olan üç maymun figürü de her yerde karşımıza çıkmakta. Aslında bu figürün çok eski tarihlerde, Japonya’dan kaynaklandığı söylenir. Bir hikâyeye göre, Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru adlı üç maymun, Japonca’da görmemek, işitmemek ve konuşmamak anlamını taşımaktadırlar.
Üç maymunun kökeniyle ilgili diğer bir hikâye ise, dağın bir yamacında bir maymun kral diğer yamacında ise bir şeytan yaşarmış. Kralın çok yaşlı üç akıllı maymun danışmanı varmış. Yine bu hikâyeye göre, şeytanın sesini duyan ya da onu görenler lanetlenir ve taş kesilirmiş. Böyle bir şey olursa maymun krallığının felakete uğrayacağına inanılırmış. Bir gün, danışmanların kral için az bulunan bir çiçeği aradıkları sırada şeytanla karşılaşmışlar. Maymunlardan biri, şeytanı görmemek için gözlerini kapatmış ancak onun sesini duymuş. İkincisi, onun sesini duymamak için kulaklarını kapatmış ama onu görmüş. Üçüncüsü ise şeytanın sesini duyduğu ve onu gördüğü halde bu sırrı kimseyle paylaşmayacağını belirtmek için ağzını kapatmış. Böylece bu üç maymun halkını ve krallığını tehlikeden korumak için böyle kalacaklarına yemin etmiş.
İlk olarak Japonya’da görülen üç maymun figürü ile ilgili felsefenin 8.yüzyılda Hindistan’da ortaya çıktığı ve Budist rahipler tarafından Çin’e sonra da Japonya’ya geçirildiği düşünülüyor. Hindistan’ın üç maymun felsefesi görmezsek, işitmezsek, konuşmazsak şeytan da bize dokunmaz ve işimize karışmaz inancına dayanıyor.
Günümüzde bir kişiye “üç maymunu oynuyorsun” denilerek onun olaylara tepkisiz kaldığı ima edilir; ya da kişilere” üç maymunu oyna” gibi bir öneri yöneltilebilir. Bu durumda amaç, kişiye “Aman görmezden gel, duymazdan gel ve konuşma” gibi bir öneride bulunmaktır.
Bu söylemlerden de anlaşıldığı gibi, günümüzde bu üç maymuna daha farklı bir mesaj yüklenmiştir. Etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan insanlara üç maymunu oynuyor denilerek eleştirildiği bilinmektedir. Bu deyimin işaret ettiği insan, kendini ilgilendirmeyen hiçbir şeye karışmayan ve toplumun hiçbir sorunu ile ilgilenmeyen bir insan tipidir. Kimilerine göre bu bir erdemdir. Annelerin çocuklarını sabahleyin yolcu ederken içgüdüsel anaç bir dürtü ile “Aman Oğlum ya da kızım, dikkatli ol, başını derde sokma” dedikleri bilinir. Bunun anlamlarından biri de hiçbir şeye karışma demektir.
Oysa yanlışları görmek, bunlara dikkat çekmek, daha iyiyi bulmak ve yanlışlıkları düzeltmek bilgilerin paylaşılmasıyla olur. Yanlışların görülmesi, farkına varılması kazanılmış bilgi ve görgüye dayanır. Diğer bir deyişle yanlışı görmek için doğrusunu bilmek ve yanlışı o doğru ile karşılaştırmakla olur. Daha iyi bir dünyayı hak etmek için de yanlışlar hakkında konuşmak da gerekir. Nedense, yanlışların farkına vararak bunu cesaretle dile getirenler pek hoş karşılanmazlar. Çünkü yanlışlıkları gördüğünü görmemiş gibi ve duyduğunu duymamış gibi davranmak, bu konuda konuşmamak bir erdem olarak kabul görmektedir. Bu yüzden “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” rahatlığı içinde olaylara karşıdan bakılır. “ Suya sabuna dokunmama” telkini ile gelen rahatlığın çoğu kez nelere mal olacağını düşünmeden olaylara seyirci kalınır.
Gerek kadına şiddet, gerekse çevreyi koruma ve geliştirme konularında eğitim şart söylemini burada da hatırlasak da, okumuş insanların da olaylar ve yanlışlıklar karşısında duyarsız davrandıkları görülmektedir. Demek ki okumuş olmak, bazı davranışları kazanmış ve bunları hayata geçirmiş olmak anlamını taşımamaktadır. Bu konuda çevre bilinci gelişmiş insan tiplemesi daha uygun olur. Aydın insan olarak tanımlayabileceğimiz bu kişi, aydınlanmış, çevresinin sorumluluğunu taşıyan ve düzeltmek için gerekeni yapan insandır. Özellikle doğanın isyan ettiği bugünlerde, davranışlarıyla çevresindekilere örnek olan ve bildiklerini tevazuyla onlarla paylaşan insanlara gereksinim vardır. Bunun için eğitim tek başına yeterli değildir. Farkındalık da çok önemlidir. İki insan aynı objeye baktığında ilgi alanları, bilgi birikimi, görgü ve farkındalık düzeyi ışığında objeyi çok farklı tanımlayabilirler. Özellikle günümüzden örnek verilecek olursa, maske takmanın zorunluluğuna karşın, maske takanlar ve takmayanlar arasındaki ayrım da bu ayrıcalıklardan kaynaklanmaktadır. Bu durumda toplum ve çevre bilinciyle maske takanların takmayanları ikna edici açıklamalarla bu davranışın kendilerine dönüşünün ne olacağı konusunda uyarmaları beklenir. Bu uyarı doğru kişiler tarafından, doğru biçimde ve her gün yayınlanan pandemi ile ilgili ürkütücü rakamlar eşliğinde yapılırsa yüzde yüz sonuç vermese de büyük yarar sağlayacağı düşünülmektedir. Üç maymuna gözlerimizi kapatmak kaydıyla.