Yakın tarihimizi hatırlayalım. 1876-77 Osmanlı Rus savaşları, yirminci yüzyılın başında, sırasıyla Balkan, Çanakkale, Sarıkamış, 1. Dünya savaşı, Antep ve Maraş direnişleri, isyanlar ve nihayet Kurtuluş Savaşlarından yorgun çıkmış bir ülke, Osmanlı daha 1881 de iflas edince, yabancılar Düyunu Umumiye’yi kurmuşlar. Sultan Vahdettin yurt dışına kaçmış. Çökmüş ve yıkılmış Osmanlı’nın küllerinden doğarak 1923 te kurulan genç cumhuriyette, ilk yıllardan itibaren, (zamanın çok güç koşullarına rağmen) müthiş bir kalkınma mucizesi gerçekleştirilebilmiştir.
Düşünün, Anadolu’da, köy, kasaba, hatta İzmir başta olmak üzere, şehirlerimiz dahil pek çok yerleşim yeri, düşmanlarca yakılıp yıkılmış. Savaşlarda, binlerce şehit verilmiş. Kalanların çoğu sakat. Tarlalar, bahçeler yıllarca ekilememiş, hayvanlar ortalıkta, atölyeler, ticarethaneler sahipsiz kalmış. Halkında, işletme ve fabrika kurabilmek için, ne para, ne bilgi, hiçbiri yok. Bu yüzden tüm yatırımları, devlet üstlenmiş.
Madenlerimiz için, Etibank, tekstil ve dokuma için Sümerbank fabrikaları kuruldu, Kömür işletmeleri, demir çelik fabrikaları, tütünümüz için İnhisarlar idaresi, bankacılık için ilk milli bankamız olan Türkiye İş Bankası kuruldu. Ülkede, demiryolları millileştirildi, yeni demiryolu hatlarının yapımına başlandı. Şeker ve çimento fabrikaları kuruldu. Kurulan fabrikaların paraları, incir, üzüm, narenciye gibi ürünlerimizle ödendi. Osmanlının yabancılara olan ve devletin garantisi altında bulunan, ‘Düyunu Umumiye’ borçlarının taksitleri zamanında ve eksiksiz olarak ödenmeye başlandı. Demiryollarından sonra, madenler ve bankalar dahil, yabancı işletmelerin tamamı millileştirildi.
Maalesef, tüm dünyaca örnek alınan bu kalkınma hamleleri, 1938 de Atatürk’ün ölümünden sonra, yavaşlatıldı, hatta neredeyse son buldu. Ülkemiz, 1939-45 yılarında yaşanan İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalsa da, savaşın olumsuzluklarından ciddi şekilde etkilendi. Kırklı yıllardan itibaren, gerileyen ve çıkmaza giren ülke ekonomisini düzeltmek için, ABD den Marshall yardımları alınmaya başlandı. Onların istekleriyle, uçak fabrikalarımız, Köy Enstitüleri kapatıldı. Sanayileşme yavaşlatıldı, karayollarına önem verilerek, demiryolları ikinci plana itildi. Dışarıdan gelen paralarla yapılan yollar sayesinde, yabancılar ülkemize, kamyon, otobüs, araba ve traktör satmaya başladılar. Alınan dış borçlara rağmen, ekonomi bir türlü düzelmedi ve 1957 den itibaren, enflasyon yeniden artmaya başladı. 1960 ve 1980 de, yirmi yıl arayla iki kez yapılan askeri ihtilallerle, çok partili rejime geçici olarak son verildi.
1983 ve sonrasında yapılan özelleştirmelerle de, ülkenin en önemli ve stratejik kuruluşları, birer ikişer yabancılara satılmaya başlandı. 1996 da, Avrupa Birliği hayaliyle, ‘gümrük birliğine girilince’ ithalat birden artıverdi. Ülke, yabancı mallarla doldu. Yabancılarla rekabet edemeyen yerli sanayimize, bizzat devlet eliyle, darbe vurulmuş oldu.
Seksenli yılların vizyonu, ‘turizm’ olmuştu. Turistik tesislerimiz çoğalınca, döviz girdilerimiz artarak, milli gelirimizin % 30 u turizmden sağlandı. Ya sonrasında, hedef ve vizyonumuza ne oldu? Ülkemizde iktidarlar, elde ne var ne yok yabancılara satarak, sadece günü kurtarmaya, bütçeyi o sayede dengelemeye çalışıyorlar. Nereye kadar gider bu durum, bildiğini sananların bile, bir sure sonra yanıldıklarını görüyoruz. Çoklarınca da bilinen, bu tarihi bilgileri neden yazdım? Gerçek olan şu ki, 1938 de Atatürk’ün ölümünden sonra ilerleme hızımız düşmüş ve gelişmiş ülkelere, ayak uyduramamaya başlamışız. İlerliyoruz derken bile gerilemeye kalışımız bu yüzdendir.
Önceki yazımda sizlerle paylaştığım, Taiwan örneğinde olduğu gibi, bizim vizyon sahibi ve gelecekte olacakları önceden görebilen yöneticilere çok ihtiyacımız var. Yurt dışında çok başarılı olmuş, sanayici, işletmeci ve mühendislerimize, ‘gel arkadaş, fabrikalarını ülkemizde kur, yatırımlarını ülkemizde yap, biz de devlet olarak her türlü desteği size verelim’ diye bir teklif yapılmış mıdır? Hiç sanmıyorum.
Örnek vereyim: Covid aşısının mucitleri olan Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin bazı nedenlerle, Almanya’dan İngiltere’ye geçecekleri öğrenildi. Şahin ve Türeci, mRNA covid aşısının yanında, kanser aşıları gibi, çok önemli konularda da çalışıyorlar. Onlara, ‘gelin araştırma tesisinizi İngiltere yerine ülkemizde kurun, biz de hükümet olarak size gereken her türlü desteği verelim’ denilmiş midir? Hemen aklıma gelen bir başkası, Mühendis, Ergun Kırlıkovalı var. ABD de görünmez uçakların, görünmezliğini sağlayan donanımları imal eden fabrikaları olan bir yatırımcı. Zaman zaman yurt dışından teklifle getirilerek, milletvekili, bakan ve genel müdür yapılanları biliyorsunuz. Ekonomimiz bozulduğunda, yurt dışından ekonomist getirildiğini de hatırlayın. Acaba Kırlıkovalı’ya teklifte bulunulmuş mudur? Ayrıca, benim bilmediğim, mutlaka başkaları da vardır. Araştırılıyor mu, bu konularda elçiliklerimizin çalışmaları var mıdır? İleriye yönelik ve ülkemize salt gelir yanında itibar da sağlayacak, ana vizyon hedeflerimiz nelerdir? Gıda mı, tekstil mi, elektronik mi, bilgisayar mı, program ve bilişim mi, otomotiv mi, kimya mı, ilaç mı, bankacılık ve borsa mı, hepsi ya da hiçbiri mi? Ülkemizdeki, İHA üretimlerini, başkaları da takip etmeli.
‘Kız çocuklarının okumaları ve kadınlarımızın çalışmaları konusunu da, bir süre önce sizlerle paylaşmıştım, Gelişmiş ülkelerle aramız giderek açılıyorsa, bugünden yarına, kadınlı, erkekli, gencinden, yaşlısına, hepimiz eskisinden çok daha fazla, hatta gece gündüz demeden, çalışıp üretmeliyiz. Bizim bu uğurda, gelir ve istihdam sağlamayan, otoyol, stadyum ve köprülerin dışında, vizyon sahibi yönetimlere odaklı üretimlere, eskisinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Yoksa, ‘al, sat, yetmeyince yeniden borçlan! zihniyeti sürdürülmeye devam edilecek olunursa, sadece gelişmiş ülkelerin değil, petrol zengini ülkelerin bile sömürgesi durumuna düşmemiz kaçınılmazdır.
3 yorum
Hocam kronolojik olarak anlatmışınız gönlünüze elinize sağlık
Keşke çalışkan olabilseydik ama ben 73 yıllık ömrümün büyük kısmını Anadolu’da yaşamış ve bu tembelliği birebir gözlemlemiş biri olarak asla çalışkan olamıyacağımıza eminim
Günaydın Haldun Bey.
Yazı çok güzel. Ancak ben size bu sefer katılamayacağım. Geldiğimiz nokta, sorunlar çalışmama ile ilgili değildir. Tamamen yönetim hatalarına bağlıdır. Genelleme ne kadar doğru bilmiyorum ama Atatürk ‘ten sonra hiç iyi yönetilmedik. Hele son 20 yıl tamamen olanı da tahrip etmeye yönelikti. Gösteriş ve itibarı bile ayırt edemedik. Günlük harcaması 10 milyon TL olarak bildirilen saray ve 32 çakarlı araba ile sokaklarda dolaşmayı itibar sanıyoruz. İtibar bir depreme karşı alınan tedbirler olmalı . Günümüzde gelişmiş hangi ülkede yönetici kendine saray yaptırıyor? İsrafın haddi hesabı yok.
İşsizlerin oranı ortada. İş verdik de insanlar çalışmadı mı? Sorun çalışmama değil?
Yönetim hatalarını sorumlu görüyorum.