Belki de bir ülke başka bir ülkenin ancak dostu görünebilir. Bu da o ülkenin dış politikasını belirler. Ama bir ülke, “Üniter devlet” niteliği taşıyorsa, bu niteliği taşıyan her devletle görüntüde değil tüm boyutlarıyla dost olması gerekir. Üniter devlet olma ilkelerine bağlı olan ülkelerin dostluğu, “Evrensel ahlak ilkeleri”ne bağlılığa dayalı dostluk olabilir.
Ancak, ülkeleri yönetenler insanlardır. Yöneticilerin insan haklarını savunmaları dostluğu sağlamaz. Evrensel ahlak ilkelerini yaşam tarzı haline getirmeyen yöneticiler, sosyal ilişkilerde “Takiye”yi yaşadıkları sürece, uluslararası ilişkilerde de “Takiyeli karakter”lerini yansıtacaklardır. Bazı yöneticiler, kendi ülkeleri adına, “Bizim özel durumumuz vardır” yada “Her evrensel ilke bizim bünyemize uymaz” veya “Biz henüz hazır değiliz” gibi evrenselliği dışlayan varsayımlarla etik problem çıkaracak ortamı baştan hazırlamaktadırlar. Bu durum uluslararası güveni ve istikrarı bozan en temel çelişkidir. Uluslar, aralarındaki antlaşmaları sürekli kılmak için hangi ilkelerin evrensel, hangi ilkelerin ulusal olduğunu, ülkesi ve milletiyle çağdaş düzeyde kavramadıkca, ne ülkenin bölünmesini engelleyebilirler ne de birlik oluşturabilirler.
Avrupa Birliği’nin ülkemizin gündeminden düşmeyen misyonu, toplumumuzun alt yapısına bir “Dizayn” getirme açısından kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsattır. Ancak toplumumuzun her kesiminden “Bizi almazlar” gibi olumsuzluk kültürünün yaygınlaştırıldığı bir ortamda, bu fırsatı yakalamak yerine, kaçırmak gerçekleşecek gibi görünüyor.
Ülkeyi yönetenler, üniter devlet için en büyük tehlikenin “irtica” ve “bölücülük” olduğunu söylerler. Doğrudur. Bunlar, her üniter devlet için tehlikedir. Ama bunları besleyen ve yeşerten, reaksiyoner davranışlarla insanların bilinç altını dolduran, Avrupa Birliği’ni de ürküten “Düşüncede bölücülük ve irtica”yı, artık yaşamama ve yaşatmama sürecine girmeliyiz.