Bu soruyu yıllar önce, üniversitemiz finans hocalarından olan, Prof. Ahmet Aksoy’a sorduğumda, ‘tabii ki ucuz olan ithal malı daha iyidir’ demişti.
Bu konuşmadan kısa bir süre sonra gittiğim İsrail’de, -‘sizin marketlerde bazı mallar neden pahalı’ diye orada tanıştığım bir yahudiye sorduğumda, -‘bir mal pahalı olsa bile, biz daima yahudi mallarını alırız. İsrail dışındaki yahudi üretici firmalar çok kazanırlarsa, tüm dünyada rakipleriyle de daha kolay rekabet edebilirler. Onlar güçlü olurlarsa, gerektiğinde ve ihtiyacımız olduğunda, İsrail’e misliyle yardım ederler’ demişti.
Soruyu sorduğum o günlerde, ‘kendi ürettiğimiz, şeker pancarı şekeri yerine, dışarıdan ucuz şeker kamışı şekeri ithal ediliyor’ ülkede de bunun tartışmaları yapılıyordu. Düz mantık, daima ucuz olanı tercih edin der de, acaba bu ne kadar doğrudur?
Biz yine şekeri örnek alalım. Diyelim ki yerlisi on dolar, ithal olanı sekiz dolar olsun. Bakalım bu on dolar nerelere gidiyor. Yerli şekerde, pancar üreticilerine, gübre ve ilaç satıcılarına, pancar tarımında çalışan işçilere, nakliyecilere, şeker fabrikaları ve işçilerine, ve nihayet toptancı ve marketlere. Yani, bu on doların gübre ve ilaç hariç, tamamı ülkemizde kalıyor. Üretimden tüketime kadar, yerli şekerden pek çok aile geçiniyor.
Gelin, bir de ithal olana bakalım. Bahsettiğimiz sekiz doları, o malı üreten yabancılar, ithalatçılar ve marketler aralarında paylaşıyorlar. Aslan payı olan, altı doların, tamamını da yabancı firmalar kazanıyor. Gerçek olan şu ki, bir malı yurt içinde üretirsek, paranın tamamına yakını ülkemizde kalıyor, ithal edersek çil çil dolarlarımız yurt dışına akıp gidiyor.
İthal edilen malları, TIR ya da gemiden indirip, ambalaj ve paketlemesini takiben kolayca marketlere dağıtırsınız. Mallar iyi çıkmazsa, üreticisi dışarıda olduğundan, kabahatini de üstlenmezsiniz.
Yerli olan da öyle mi, gelin bakalım. Toprağı zamanında süreceksin, ne geç ne de erken, Gübresini, ilacını yeterli miktarda ve zamanında atacaksın. Toprağı ektikten sonra, yağmurları bekleyeceksin, ya da tarlana sulama sistemi kuracaksın. Çapalamada, ürün toplamada çalışacak olan işçiler, kah kolay bulunur, kah bulunmaz. Gübreye, mazota devamlı zam gelir. Mazota zam gelir, nakliyeci daha çok para ister. Paraya sıkışınca kredi alırsan, banka ve tefeciye borçlanırsın. O yıl işler iyi gitmeyebilir, tarlayı sel basar, yeterli ürün alınmazsa kardan geçtim, zarar dahi edebilirsin. Evine ekmek götüremez, çocuklarını okula gönderemezsin. Domino taşı gibidir bu yaşananlar. En baştaki taş yıkılınca, tüm taşlar sırasıyla yıkılır giderler.
Bu işler böyle sürüp giderken yerli üretiminiz iyice azalır ve giderek yabancı ithal mallara muhtaç hale geliverirsiniz. İşin içinden nasıl çıkacağız diye kara kara düşünürken, bir de bakmışsınız, ithal şekerin fiyatı, sekiz dolardan, on iki dolara fırlayıvermiş. İster al ister alma. Hani ithal mallar daha ucuzdu. Dolarlar bu şekilde, yurt dışına oluk oluk akmaya başlayınca, ülkede cari açık da, giderek artar, bütçeyi denkleştirmek için… vs. vs. Sonrası malum.
Çiftçinin beline kazmayı vurunca, tarlalar boş, çiftçi aç ve ekmeksiz kalır. İşsiz kalan kamyonlar sıra sıra boşta bekleyince, nakliyeciler dahil toplumun büyük bir kesimi, umutsuzluk içine düşer. Yaşadıklarımız hep böyle olmuştur. Yıllar içinde, bu olayları, hem gördük, hem de içinde yaşadık. Görünenleri tekrardan analiz etmek için, illa da ekonomist olmaya, bilmem gerek var mı? Yoksa, hükümetlerin çoğu konuda yaptığı gibi, bunu da yabancı ekonomistlere danışsak mı diyorum. Bu ve benzeri öykülere, bazen ilk okul kitaplarında da rastlıyoruz. Hatta geçtiğimiz yıl, ben de bir tanesini yazmıştım. (Bk. ‘Kırmızı İbikli Küçük Tavuk’ Haldun Güner, 22.6.2021, Akademik akıl.)
Yazıyı okudunuz. Şimdi tekrar soruyorum, ülkemiz için hangisi daha avantajlı? Cevabını, siz söyleyip yorumlayın.
5 yorum
❤️
İlkokulda öğrendik yerli malı yurdun malı her Türk onu korumalı
Teşekkürler Haldun hocam. Üretmeyen ülkemiz borç alarak tüketen bir ülke haline gelmiştir. Tıpkı evde yemek yapamayan ancak dilenerek para toplayıp restoranda yiyen bir uyanık gibi.
Değerli Haldun Güner hoca,
Okuduğunu anlayıp değerlendiren, ülkesini ve geleceğini düşünen her fert, elbette ithalatçı (!) değilse, yerli malı açıkladığınız ve de örneklediğiniz nedenlerle her zaman daha avantajlıdır. Konunun günümüz Türkiye’si için önemini çok yönlü maalesef olumsuz anlamda yaşıyoruz. Size yürekten teşekkürlerimi iletiyorum.
İzninizle, yazdıklarınıza ek olarak bir kaç hususun daha altını çizmek istiyorum. -Çocukluğumuzda yerli malı haftası kutlamaları yapardık. “Yerli malı yurdum malı, herkes onu kullanmalı…” tekerlemesi, maliyet bedeli ne olursa olsun, yerli üretimin önemini biz çocukların hafızasına nakşediyordu. (1955 li yaşanmış yıllar.)
-Dünyada, kendi kendine yeten 7 tarım ülkesi içinde bulunan bir kimliğimiz vardı. Yanılmıyorsam, ülkemiz nüfusunun yaklaşık %25 i kentli, %75 i üreten köylüydü! Günümüz Türkiye’sinde ise, bu tablo tersine dönmüş, büyük çoğunluk üretimden uzaklaştırılmıştır. Daha önemlisi, önemli bir kesim rahata alıştırılmış, sadaka toplumuna dönüştürülme gayretleri ile üretimde rekabet ortamı yok edilmiştir!
-Tarım ürünlerindeki yetersiz denetimle, ihracat ürünlerimizin iadesi ile toplum sağlığı çok önemli sağlık sorunları ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Zira denetimsiz kullanılan tarım ilaçlarındaki kalıntılar nedeniyle, sağlıkta telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğmuştur.
-Yerli tohum yetersiz hale gelmiş / getirilmiştir! Yasal zorlamalarla, genetiği ile onanmış ithal GDO’lu ürünlerin oluşturduğu riskler oluşturulmuştur.
-Yerli sanayi üretimlerimizin ise ortalama % 60-70 ithal ürünlere bağımlı olduğu düşünülürse, GERÇEK ANLAMDA (İthalata dayanmayan!) üretimin önemi ve rekabetçi bir anlayışın oluşmasını çok önemsiyorum.
Sağlık ve esenlikler diliyorum.
Paylaşımınız eşekkür ediyorum Sayın Dr Güner.
Saygılarımla 🌻