“Hiçbir iyilik cezasız kalmaz”
Türkiye kağıtçılığının hem önderi hem de kahramanı Mehmet Ali Kağıtçı, 1899 doğumlu, 1923’te Darülfünun Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Kimya Enstitüsü Sınai ve Hayati Kimya Kürsüsünde asistan olarak çalışmaya başlar. Buradaki görevlerinin yanı sıra yurdun çeşitli bölgelerindeki hammadde kaynakları üzerine detaylı araştırmalar yapar. Sahada yaptığı uzun araştırmalar ve incelemeler onu selüloz-kâğıt sanayiine yöneltir ve kâğıtçılığı meslek olarak seçer.
Kâğıtçılık mesleğinin teorik ve pratik eğitimini almak için önce Almanya’ya, ardından Fransa’ya gider. Almanya Hannover’de Hannoversche Papierfabriken ve Alfred Gronau Kâğıt Fabrikası’nda bir yıl kadar hem işçi olarak çalışır hem de stajyerlik yapar. Daha sonra 1927’de, Fransa Grenoble Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Kağıtçılık Yüksek Enstitüsü’nden (Ecole Française de Papeterie) 22 uluslararası öğrenci arasından birincilikle mezun olur. Fransızların “Burada kalın” tekliflerini “Ben ülkemde kâğıt sanayiini kurmak idealindeyim, bu uğurda Kimya enstitüsündeki mevkiimi bırakıp buralara kadar geldim, katiyen burada kalmam, memlekete döneceğim” diyerek reddeder ve ülkeye döner.
Türkiye’ye döndükten sonra yerli kâğıt sanayiinin bir an evvel kurulması için tek başına propaganda çalışmalarını yürütür. Ülkenin, yeterli hammaddeye sahip olduğunu, işe başlamak gerektiğini bulunduğu her yerde bıkmadan usanmadan anlatır.
Nihayet devlet, 1929 yılının sonlarında kâğıt sanayii ile ilgilenmeye başlar. Kendisinden bir rapor hazırlaması istenir. Birkaç ay içinde rapor tamamlanır ve sanayi programına konulması kararlaştırılsa da, proje bir türlü hayata geçirilemez. 1932’de kâğıt fabrikası kurulması, İş Bankası Müdürü Celal Bayar’ın girişimi ile bir kez daha gündeme gelir. Bayar iktisat vekilliğine getirilince, 1933’te hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda, kâğıt ve selüloz fabrikasının kurulması da yerini alır. Plan 1934’te onaylanır.
Mehmet Ali Kağıtçı da, selüloz ve kâğıt fabrikasının kuruluş çalışmalarını yönetmekle görevlendirilir. 1934’te, İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası’nın temelleri atılır ve 18 Nisan 1936 da ilk yerli kâğıt üretilir. İkinci Kâğıt ve Selüloz Fabrikası’nın temelleri atılır. Fabrika, Sümerbank Selüloz Sanayii Müessesesi adını alır. M. Ali Kağıtçı, müessese müdürü olarak atanır. Fabrikanın bütün unsurları bir türlü tamamlanmadığından selüloz hâlâ dışardan ithal edilmektedir. Kâğıt üretimi için gereken şap ve kaolin gibi diğer bazı maddeler de ülkede bulunmasına rağmen işleyecek fabrika olmadığından, ithal edilmektedir. Kâğıt üretimi için gerekli olan maddelerin üretimi için gerekli fabrikaların temelleri atılır.
1938’de gazetelerde fabrika lehinde olumlu haberler vardır. Bu olumlu hava 1939 yılının başlarında tersine döner. İçeriden ve dışarıdan sistemli bir yıpratma hareketi başlar. Gazetelerde kâğıt fiyatlarının yüksekliğinden ötürü kitap fiyatlarının arttığı ve bu durumun yayın hayatını olumsuz etkilediği yönünde haberler çıkmaya başlar. 1939’da toplanan I. Türk Neşriyat Kongresi’nde, İzmit’teki kâğıt fabrikası kâğıt fiyatlarındaki artışın nedeni olarak gösterilir. Mehmet Ali Bey yola çıktığı ilk günden beri içeriden ve dışarıdan gelen bu tür saldırılara alışıktır. I. Neşriyat Kongresi sonrasında, basında çıkan kâğıt fabrikası karşıtı yazılar devleti harekete geçirir ve inceleme başlatılır. Temelleri 1934’te atılan II. Kâğıt ve Selüloz Fabrikalarının inşaatının hâlâ tamamlanmamış olması, fabrika için kullanılması planlanan Sapanca Gölü’nün suyunun biteceği yönünde çıkan dedikodular, basında çıkan haberler ve eleştiriler sonucunda, 20 Haziran 1941’de Sümerbank Selüloz Sanayii Müessesesi’ndeki görevine son verilir.
Daha sonra, tesisin başına getirilen müdürlerden hiçbirinin uzmanlık alanı kâğıtçılık değildir. Üstelik 13 Mayıs 1955 tarihli 6560 sayılı Kanun ile kuruluşun ismi Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları Umum Müdürlüğü (SEKA) şeklinde değiştirilmiş ve kuruluşun başına geçecek kişide aranan tek şart ‘üniversite mezunu olmak’ şeklinde belirtilmiştir.
1955’te kâğıt fabrikasında işlerin aksaması nedeniyle, yurt dışından uzman arayışları başlamıştır. Bunun için Avrupa gazetelerine ilanlar verilmiş ve Kâğıt Mühendisi M. Raoul de Saint-Hilaire Türkiye’ye gelerek İzmit Kâğıt Fabrikası’nda çalışmaya başlamıştır. Fransız mühendis, Mehmet Ali Bey’in Grenoble Üniversitesi’nden dönem arkadaşıdır. Onun, hayatta ve sağlıklı olduğunu, İstanbul’da başka bir müessesenin başında bulunduğunu duyunca çok şaşırır. Avrupalı bir uzman olarak, SEKA gibi bir müessesenin başında neden bir kâğıt mühendisinin bulunmadığına anlam veremez. Fabrika genel müdürü ile sık sık sıkıntı yaşar. Genel müdür kâğıtçılıktan anlamayan biridir. İşleri yeterince kavrayamadığından sıklıkla çalışmaların aksamasına, işletmenin verimli bir şekilde çalışmasına da engel olmaktadır. Saint-Hilaire sorunu dönemin işletmeler bakanına açar. Fabrikanın verimli çalışabilmesi için mesleği kâğıtçılık olan bir mühendisin genel müdür olarak atanması gerektiğini, Mehmet Ali Bey’in bu göreve çok uygun olduğunu, teklif edilirse görevi seve seve kabul edeceğini söyler. Bakan: “Mehmet Ali Kağıtçı’nın bu işi başardığını ve halen de ıslah edip geliştireceğini biz de biliyoruz. Fakat partimizin görüşü, onu fabrikanın başına getirmemize engel oluyor” der. 1950 seçimlerinde CHP listesine konulmamasına rağmen, adaylık başvurusu Demokrat Partililerin Kağıtçı’yı CHP’li olarak mimlemesine yol açmıştır. Yabancı uzman, bu cevap karşında şaşırır kalır. Batılı anlayışa gore, böyle bir şeyin olması kabul edilemezdir. Saint-Hilaire, bu şartlarda görevine devam edemeyeceğini düşünür ve ülkesine döner.
Kurulmasına öncülük ettiği, neredeyse ömrünü adadığı SEKA, görevden ayrılmasının ardından yıllar sonra onu tekrar hatırlar. 1963 yılındaki törene onur konuğu olarak davet edilir ve orada bir konuşma yapar. Aynı yıl, Baden-Baden’de toplanan Avrupa Selüloz, Kâğıt Mühendisleri ve Kimyagerleri Birliği’nin en önemli ödülü olan ve 1963 yılına kadar yalnızca beş kişiye verilmiş olan Onur Yüzüğü ve Beratı Kağıtçı’ya verilir.
1963, Kağıtçı’nın mücadeleye başlayışının 40’ıncı yılıdır. Süheyl Ünver’in delaletiyle Tıp Tarihi Enstitüsü’nde, modern Türk kâğıt sanayiinin 30’uncu yıldönümü münasebetiyle 14 Ağustos 1964’te bir jübile tertiplenir. Bu toplantıda Kağıtçı bir konuşma yapar. Türk kâğıt sanayiinin kuruluş günlerindeki hatıralarından, Türkiye’de kâğıtçılığın karşısındaki engelleri anlatarak, sahanın içinden biri olarak gördüğü aksaklıkları ve çözüm önerilerini sıralar. Ona göre en büyük engel “işi ehline vermemektir”. Siyasi partiler arasındaki çekişmeler, adam kayırmacılık, kurumlara liyakatsiz atamalar, ehil insanların iş başına gelmesinin önündeki en büyük engellerdir. Kağıtçı’ya göre, sistemli çalışma ve işbirliğinin Türkiye’de yeterince kavranamamış olmaması, personel istikrarsızlığı, süreksizlik ve düzenli bir sınai kalkınma planının eksikliği, kâğıtçılığın gelişiminin önündeki diğer engellerdir.
Dikkat edilirse Kağıtçı’nın “engel listesinde”, kâğıt ya da kâğıt imalatında kullanılan herhangi bir ürünün eksikliği ya da yokluğu ile ilgili bir madde yoktur! Mehmet Ali Kağıtçı’nın 1964’te sözünü ettiği aksaklıklar bugün hâlâ tartışılan sorunlardır.
Uzun yıllar kurulması için uğraştığı fabrikadan çeşitli baskılar ve asılsız iddialar sebebiyle uzaklaştırılmasından sonra, İstanbul Belediyesi Kimyahanesi Müdürlüğü’ne getirilen ve bu kurumun İstanbul Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne dönüşmesinden sonra da Müdürlüğünü yapan Kağıtçı, 1945 yılından itibaren, İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’nde “Kağıtçılık” dersleri vermeye başlamış ve 1964 yılında yaş haddinden emekli olmuştur. 1 Ekim 1982’de, doğup büyüdüğü ve emekliliğini geçirdiği Heybeliada’ da vefat etmiştir.
Bilgisi ve çalışmalarıyla, tüm ömrünü ülkemiz kağıtçılığına adamış önder insan, büyük kahraman, mekanın cennet olsun.
4 yorum
Bir güzel insanı çok güzel anlatmışsınız.O na rahmetler dilerken ibretlik ve ders alınası yönlerinden istifade edilmesi dileklerimle…kaleminize bereket
Allah rahmet eylesin. Bu ülkenin çalışkan insanları işlerinden çok etrafındakilerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Kalkınma sadece etrafı temiz tutmakla mümkün.
Sağ olun Haldun Hocam.
Hala aynı yerdeyiz bir adım ilerleme yok
Elinize,kaleminize sağlık,ömrünüze bereket Haldun Hocam. Kağıtçı’nın da mekanı cennet olsun. Evet, işi ehline vermek, liyakat sahibi olmak her iş için çok önemlidir. Böylesine önemli bir makama atama yapılırken ; görev tanımında sadece üniversite bitirmiş olmak ibaresinin yer alması kabul edilebilir bir şey değildir. Evet, o zamandan günümüze dek ,malesef hiç ilerleme kaydedememiş olmamız da ayrı bir üzücü durum. Ne diyelim, keşke işimize siyasi düşüncemizi karıştırmasak !…