Yıl 1987 ve İngiltere Bristol’de Franchay Hastanesi Neuro-X Ray departmanında çalışıyorum. BT ve yeni kurulan MR cihazı çekim ve değerlendirmeleri eğitimi için gelmişim. Bir gün bölüme 2 koli geldi ve üzerlerinde “NIOPAM Contrast Matter” ibaresi vardı. Departman şefi Dr. John Bradshaw’a bunların ne olduklarını ve niye geldiğini sorduğumda bana aynen şu cümle ile cevap verdi:
“Görüyorsun biz günde ortalama 20-25 hastanın tomografi incelemesini yapıyoruz, bunların da 15-20 kadarına kontrast madde olarak Omnipak isimli kontrast maddeyi kullanıyoruz. Şu anda İngiltere’de 10 Neuro-X Ray merkezi var ve hepsinde günde 15-20 adet bu madde kullanılıyor. Ayda bu sayı 4500-5000, yılda ise 54-60.000 kutu yapar. Omnipak’ın tanesi 6 Sterlin, koliler ile getirilen Niopam isimli maddenin kutusunun fiyatı ise 4 sterlin. Dolayısıyla her kutuda 2 sterlin fark var. Şimdi biz Niopam isimli yeni kontrast maddeyi deneyeceğiz ve Omnipak ile aynı etkinliği elde edersek onu hem biz kullanmaya başlayacağız, hem de diğer merkezlerin de bu yeni maddeyi kullanmalarını isteyeceğiz. Böylece yılda bu yeni maddeyi kullanarak ülkemize 110-120.000 sterlinlik bir katkı sağlamış ve kaybını önlemiş olacağız. Bunu düşünüp, ilacı denemek amacıyla getirttik.”
Bu cevabı alınca çok şaşırdım ve hemen: “Demek ki gerçek ve içten ülke severlik buymuş, atılacak her adımda ilk önce ve daima –Ben ülkeme ne kazandırırım ve kaybını nasıl önlerim, ülkeme nasıl faydalı olabilirim- demekmiş. Yoksa sadece “ben ülkemi çok seviyorum” şeklinde kuru laf etmek değilmiş düşüncesi tüm beynime yerleşti.
Halbuki bu olaydan önce bana veya herhangi bir kimseye “Ülkeni seviyor musun?” sorusunu sorduğumuzda bön bön suratımıza bakar ve “Bu da sorulur mu, tabii ki seviyorum” cevabını hemen yapıştırırdık. Ancak ülkeyi içten ve gerçekten sevmenin çok derin anlamlar içerdiğini ve o aşamaya gelebilmenin çok güç olduğunu bu olay bana öğretmiş oldu.
Aldığım bu önemli dersten sonra bana söylenenleri ve konuyu hiç aklımdan çıkaramadım ve daima şunları düşünüp durdum ve halen de duruyorum:
Ülkeyi sevmek demek:
• Önce vücut ve ruh sağlığına dikkat etmekle işe başlamak demektir.. Çünkü ülkeye faydalı olmak, ancak sağlıklı bireyler ile olur. Bu sağlıklılığı sağlamak üzere de konuya gebe anne döneminden itibaren başlanmalı ve bebeklik, çocukluk, ergenlik, erişkinlik, genç yaşlılık, yaşlılık ve ihtiyarlık dönemlerinde de devam edilmelidir.
• Yapılmasına karar verilen herhangi bir işte, daha karar aşamasında iken ve işi yapmadan önce “Bu işi yaparsam acaba ülkeme ne kazandıracağım?” diye düşünebilmektir. Ülkeyi sevme bilincini duygularımızla da benimseyip, şuur altımıza yerleşmesini sağlamak ve en ufak bir aktivitemizde hemen bu düşüncenin aklımıza gelmesidir.
• Yapacağımız bir aktivitede ülkemizden sonra, çalışmakta olduğumuz bir kurum varsa kuruma, en son kendimize ne kazandırabilirize bakmamız demektir. Esasında kendimizi en son düşünmemiz gerekiyorsa da, ülkemiz ve kurumumuzun yararını düşünerek yapacağımız bir işin, nasıl olsa sonunda bize de yansıyacağı için, kendimize olan doğrudan yararı hiç düşünmesek de olur.
• Ülkemiz vatandaşlarının farklı etnik köken, farklı dini düşünce ve mezhep, farklı dil ve lehçede olmalarını, sadece bir zenginlik olarak görmek ve sadece güzel bir farklılık olarak değerlendirmek, ayrılık ve ayırımcılık nedeni olarak görmemek demektir. Bu farklılığı vücudumuzda bulunan ve farklı özellikleri ile farklı görevleri olan farklı organlarımıza benzetebiliriz. Tüm vücut organlarımız bu farklılığı, vücudun yaşaması, sağlıklı olması ve kendini geliştirmesini sağlama temel amaç ve düşüncesinden en ufak bir sapma göstermeden karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmaya girerek sağlamaktadırlar. Görev, şekil ve hücre tipi farklılıklarını, bir ayırım ve ayrıcalık olarak değerlendirmeden kendilerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmektedirler.
• Gerek birey, gerekse grup ve toplum olarak mesleğimize yönelik görevlerimizi eksiksiz ve en iyi şekilde, hatta mesleğimizin ustası değil, sanatkarı olarak ve yaptığımız işten zevk alarak yapmamız demektir.
• Ülkemiz insanlarını ortak bir havuzda (ülke toprağı) birlikte yaşayan kişiler olarak görmek ve herhangi bir konudaki görüşleri, düşünceleri ve yorumlarının, önce yaşamakta olduğumuz havuzumuzun bütünlüğüne, havuzda yaşayan bizlerin birlikteliğimize, ahengimize ve huzurumuza zarar vermeyecek sınırda kalmak şartına uygun olanlarını kabul etmek, karşılıklı saygı göstermek demektir. Bu görüş ve yorumları, düşünce özgürlüğü olarak görüp eleştirel aklın bir gereği olarak değerlendirmek, zenginlik demek olan faklılık olarak görmek ve ayırımcılık, düşmanlık nedeni olarak değerlendirmemektir. Farklılık ve ayrılık sınırını çok iyi ayırt edebilme ve farklı görüşlere tahammül edebilme olgunluk ve becerisini göstermektir. Dolayısıyla farklı yorum ve görüşlülüğü şekil, kıyafet veya herhangi bir işaret ile belirlemek, ölçüsü ve terazisi olmayan görüş ve düşüncenin azlık veya çokluğunu çağrıştıracak veya kabul edenler ve etmeyenleri belirleyecek, dolayısıyla ayrı ayrı gruplaştıracak hataya düşmemek demektir. Çünkü biliyoruz ki, birlikten kuvvet doğarken, ayrışmalardan güçsüzlük ve parçalanma doğar ve ayrışmalar, huzursuzluğun baş nedenidirler…
• Ancak gerek özgür düşüncenin, gerekse toplumdaki yaşamımız sırasındaki davranış özgürlüğümüzün, her şeyi yapabilmek ve istediği şekilde davranıp, zararlı ve ülke bütünlüğünü yıkıcı düşünceler olmadığını bilmek demektir. Düşünce ve davranışımızın, başkasının özgürlüğünü olumsuz etkileyecek (maddi durumu, sağlığı, duygusal yapısı, doğal davranışı ve huzuru yönünden) sınıra kadar olduğunu bilmek ve kabul etmek demektir. Diğer bir ifade ile haddini bilmek demektir. Dolayısıyla demokratik özgürlüğün, ülke, yaşanan toplum ve bir başka kişi ile uyumluluk kuralı olduğunu içimize sindirmektir.
• Aynı havuzda yaşamakta olan tüm havuz bireylerinin herhangi birine veya bir grubuna gelecek bir zararın, mutlaka havuzun genelini ve dolayısıyla tüm bireylerini az çok etkileyeceğini, her bireyin bu havuzda mutlaka bir nedenle yaşamakta olduğunu ve her kişinin dünya’da tek ve değerli olduğunu bilip, havuzun-ülkenin sağlıklılığı, gelişmesi ve güçlü olması için hiçbir bireye zarar vermemek ve zarar gelmesini engellemek olduğunu bilmek demektir. Görüş farklılıklarını, sözel düzeyde kalmak üzere karşılıklı tartışmak ve görüş tartışmasını vücudumuza veya duygusal yapımıza zarar vermeyecek sınırda tutmak olgunluğunu göstermektir. Saldırganlık ilkelliğine düşmemektir.
Son olarak da diyorum ki “Ülkeyi Sevmek Demek”, birlikte yaşamayı, çalışma veya araştırma grupları oluşturmayı, haklı kazanımlarla (maddi, bilimsel veya duygusal) yetinmeyi, haksız kazanımlara (ülke imkanlarını veya kişinin haklarını) (gaspetmek, çalmak, yolsuzlukla veya manevi-duygusal yönden kişileri üzmek, alay etmek, küçümsemek, dövmek gibi) ise müsaade etmemeyi becerebilmek ve bu amaçla gerekli güçlü denetleme mekanizmalarını oluşturarak ödüllendirme, cezalandırma kurallarını “Hakkın dağıtımında eşit değil, adaletli davranmak” prensibi ile uygulayabilmektir. Tüm öğrencilerimin bu prensipleri özümsemeleri, yaşantılarına yansıtmaları, diğer tüm mesleklerden farklı olan hekimliklerinin manevi doygunluklu değerinin hakkını vermelerini diler, sevgilerimi sunarım.