Değerli dostlar, ülkemiz son günlerde sınırsız bir tartışma ortamı içinde. Bu konulardan belki de en önemlilerinden biri gelecek nesillerimizi doğrudan etkileyecek Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusu. Kamuoyunun ilgisini çeken bu konu 26 Ekim 2009 tarihinde Resmi Gazete’de "Gıda Ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar Ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelik" in yayımlanmasıyla başladı. Bu konuda çok spekülasyonlar oldu ve ne yazık ki Yönetmeliğin bu haliyle daha çok da olacak. Bana göre çok da önemli olan bu konuda dikkat çekilmesi gereken bazı noktalar var.
4 Kasım tarihinde NTV’de Hakkı Devrim’in sunduğu "Günlerin Getirdiği" isimli programda GDO’lara karşı çıkan Prof. Dr. Kenan Demirkol ve bu tür ürünlerin gerekliliğine inanan, zararlarının ispatlanmadığını iddia eden Prof. Dr. Selim Çetiner karşılıklı olarak konuyu tartıştılar. Bu tartışmada ve basında öne çıkan bölüm Yönetmeliğin 5. maddesi oldu. Yönetmelikte, sadece GDO\’lu bebek mamaları kesin bir şekilde yasaklanırken, diğerleri için esneklik sağlandı. Piyasaya sokulan GDO\’lu bir ürünün, ancak insan veya hayvan sağlığı açısından olumsuzluğu tespit edildiğinde gerekli önlemlerin alınması hükme bağlandı. Buna göre, gıda ve yem işletmecisi, GDO\’lu bir ürünün zararı tespit edildiğinde gerekli sağlık ve çevre önlemlerini alarak, hemen Bakanlığı bilgilendirecek, söz konusu gıda veya yemi de piyasadan çekecek. Bu da ürünün piyasaya girmeden değil, girdikten sonra denetlenmesini öngördüğü için tartışma yarattı.
Peki nedir bu GDO? Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki-hayvan ya da mikroorganizmalara genetiği değiştirilmiş organizma’ kısaca GDO ya da transgenik’ deniyor. GDO’ların tarla denemelerine 1985’te; GDO’lu ürünlerin ticari anlamda ekimine ise 1996’da başlandı. Bu bitkilerin ilki ve belki de pazardaki ilk öncüsü ABD’deki FlavrSavr isimli domates oldu. Ürün Amerikan Ulusal Gıda ve İlaç dairesi (FDA)’den onay alabilen ilk GDO’lu üründü, ama farelerde yapılan araştırmaların olumsuzluğu nedeniyle ürünü piyasadan çeken yine üretici şirket Calgene oldu. Günümüzde GDO’lu bitkilerin yüzde 99’unu soya, mısır, kanola ve pamuk oluşturuyor. Bunların yanı sıra patates, domates, pirinç, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı ve papaya da GDO’lu olarak üretilebiliniyor.
Muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzda ise çalışmalar devam ediyor. Türkiye\’nin 2008 yılı itibariyle 382 milyon dolara ulaşan mısır ithalatının yüzde 62.2\’sini ABD\’den yaptığına, soya ithalatının da ABD, Arjantin ve Brezilya\’dan gerçekleştiği biliniyor. GDO\’lu mısır, pamuk ve soya ürünlerinin Türkiye\’de henüz tam anlamıyla üretilmediği ama işlendiği ve 800 çeşitten fazla gıda olarak tüketici sofrasına ulaştığı, bunun da hiçbir etiketleme yapılmadan satışa sunulduğu ise bir gerçek. Özellikle, mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin; Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar GDO’lu olma riski taşıyan gıdaların başında geliyor.
Bağımsız araştırmalar, GDO\’lu tohumların antibiyotiklere karşı direnç, ağır allerji, uzun süreli hayvan deneylerinde organ hasarı, organlarda küçülme, kan biyokimyasında bozulma, kısırlık, ölü doğum oranında ciddi artış, gelecek nesillerde boy ve tartı eksikliği gibi olumsuzluklara yol açtığını savunuyor. Nitekim soya fasulyesine karşı allerjisi olmadığı halde \’raundupR\’ isimli herbiside dirençli soya fasulyesine allerjik olan kişilerin varlığı bilinen bir gerçek. Gerek hayvan deneylerinde gerekse de insan çalışmalarında GDO’lu yapıda bulunan yabancı genlerin bazı fragmanlarının veya tümünün bozulmadan kalın bağırsağa kadar ulaşabildiği, hatta kalın bağırsaktaki bakterilerin içine girip bakterilerin genetik yapısını değiştirdiği ve genin üretmekle yükümlü olduğu proteinin (toksin ya da herbisit direnci) üretildiği de saptanan bulgular arasında. Peki GDO’yu savunanlar ne diyor: New Scientist’in 31 Ekim 2009 tarihli sayısında Andy Coghlan imzalı bir makalede, soya fasulyesinin, Omega-3 yağ asidi üretmek üzere genetik olarak değiştirildiğini ve buna izin verdiğini belirten FDA’nın bir açıklaması yayımlandı. Buna göre, transgenik soya fasulyesinde üretilen Omega-3 yağının zararsız olduğu savunuldu. Bir bitkinin en sık balıklarda bulunan Omega-3 üretebilmesi sağlık ve beslenme açısından çok önemli. Sağlık açısından uygun, kolesterolü azalttığı bilinen bu maddenin artık tüm yağlı yiyeceklerde bulunabileceği anlamına geliyor. Benzeri şekilde, transgenik olarak oluşturulan böceklere ve doğa koşullarına dayanıklı tahılların dünyanın açlık sorunlarına çözüm olabileceği savunuluyor.
Halen Türkiye’de genetiği değiştirilmiş tohumların üretilmesi, satılması ve kullanılması kanunen yasak. GDO’lu ürünlerle ilgili düzenleme Biyogüvenlik Yasası ile yapılacak. Tarım Bakanı Mehdi Eker, taslağın Bakanlar Kurulu gündeminde olduğunu belirtirken, bu yasa çıkana kadar bu Yönetmeliğin önemli bir boşluğu doldurduğunu savunuyor. Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin uygulanabilmesi amacıyla hazırlanan Cartegena Biyogüvenlik Protokolü, Türkiye’de 24 Ocak 2004 tarihinden beri yürürlükte bulunuyor. Son günlerde yoğun biçimde tartışılan "Ulusal Biyogüvenlik Yasa Taslağı (UBYT)" da bu protokol ve biyolojik çeşitlilik sözleşmesinin uygulanmasına yönelik bir çalışmanın ürünü. Taslağın amaç ve kapsam başlıklı maddesinde söz konusu tasarı taslağının amacı "GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyetleri düzenlemek, denetlemek, izlemek, biyogüvenlik sistemi kurmak, geliştirmek ve uygulanması ile ilgili usul ve esasları belirlemek" olarak gösterilmişken; kapsamı ise "GDO ve ürünlerinin araştırma, geliştirme, üretim, her türlü çevreye serbest bırakma, piyasaya sürme, kullanma, ithalat, ihracat, nakil, taşıma, saklama, paketleme, etiketleme ve depolama faaliyetleri ve bu faaliyetlerle ilgili gerçek kişiler ile kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine dair hükümler" olarak belirtilmiş.
Hukukçuların görüşüne göre; 4 kısım ve 29 maddeden oluşan UBYT, yasaklar ve denetim mekanizmaları üzerine değil, GDO ve ürünleri ile ilgili izin, başvuru, değerlendirme ve karar aşamalarını içeren bir süreç, bu süreci yürütecekler ve bu alanda faaliyet gösteren kişilerin hukuki ve cezai sorumlulukları üzerine kurulmuş. Taslak GDO’ları yasak faaliyetleri sınırlı sayıda, dar ve tespit edilmesi oldukça güç alanlarla çerçevelemiş; GDO’ları saptamada kullanılacak yöntemleri gizli bilgi kapsamına alarak GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyette bulunan kişilere sınırsız ve denetlenemez bir serbesti tanımış gibi görünüyor. Bu durumda taslağın ölü doğduğundan bahsedilebilinir. Yapılacak en etkili çözüm, taslağın bir an evvel tartışmaları en aza indirecek şekilde ve ülkemize özgü düzenlenerek yasalaşmasıdır. O güne dek bu konu giderek artan aşılamaz münakaşalara meze olup gidecektir. Esen kalınız.