Bir ülkede değişimi gerçekleştirmek istiyorsanız, o ülkenin kültürünü oluşturan temel dinamiklerin statik yapılarını dinamik hale dönüştürme yöntemleri geliştirmek zorundasınız. Temel dinamikler bilimdir, sanattır ve dindir. İsteseniz de istemeseniz de bilim kendi kültürünü, sanat kendi kültürünü ve din kendi kültürünü üretecek ve şekillendirecektir. Siz, eğitim ordunuza, bilim felsefesini benimsetememişseniz bilgi üretirsiniz, ancak bilim üretemezsiniz. Çünkü bilim yöntem geliştirmeden üremez. Yöntem geliştirmek özgür düşünce, özgür ortam ve süreklilik ister.
Geleneğinde bu felsefeyi taşıyan bir metodolojiyi yaşam biçimine dönüştürmeyen toplumlar, bilim kültürü üretemeyecek demektir.
Sanat konusu da böyledir. Siz eğitim ordunuza sanat felsefesini benimsetememişseniz, sanat bilgisi üretirsiniz, ancak sanatkar üretemezsiniz. Sanatkar özgür düşünce, özgür ortam, özgür üretimin ortak ürünüdür. Sanat kültürü ancak sanatkarın varlığı ve yaygınlığıyla gelişebilir.
Din konusu da böyledir. Siz eğitim ordunuza din felsefesini benimsetememişseniz, din bilgisini üretirsiniz, ancak evrensel dinin ilkelerini üretemezsiniz.
Kendi anadili ile düşünerek, felsefeyi her alanda ve her disiplinde kullanmak zorunda olan aklın, önündeki en büyük engel, dilimizin araç olarak yeterince kullanılmamasıdır. Aklın, anadilini araç olarak bütün boyutlarıyla kullanıp üretimin sürekliliğini sağlayabileceği tüm süreçler açık olmalıdır.
Bu kadar sözü, bilim kültürüyle doyurulmamız için gereken tüm yöntemleri geliştirmeliyiz diye söylüyorum.
Yirmi yıldır tıp bilimleri ile ilgili anadilimizle bilimin ürettiği kültürü yaygınlaştırma çalışmasını sürdürürken Yüksek Öğretim Kurumu”muz, Hakemli Ulusal Dergileri doçentlik müracaatında “Başvuru koşulu” olarak almamasının anlamını anlamış değilim. Bunu, anadilimiz ve tarihi sorumluluk adına, bilim insanlarımızın tartışmasına bırakıyorum.
21
önceki yazı