Bir dünya görüşünün evrensel ilkelerini öne çıkartıp tartışmazsanız ayrıntılara boğulup kaybolursunuz. Bir dünya görüşünün temel ilkeleri netleştirilmezse, oluşturulan tartışma ortamları toplumu “tartışma için tartışma” sürecine sokar.
Bir dünya görüşünün herhangi bir zaman diliminde uygulanması söz konusu olmamışsa, o dünya görüşünün evrensel tutarlığı yok demektir.
Bir dünya görüşü bir başka dünya görüşünün ürettiği kültürü asimile edebiliyorsa. asimile edilen dünya görüşünün evrensel ilkeleri yaşam biçimine dönüşmemiş demektir.
Bir dünya görüşü bir ulus devletin başkentinde “tarikat” misyonunu “Takiye yöntemiyle” uygulamaya kalkmışsa, o ulus devletin bazı yöneticilerinde evrensel bir dünya görüşünü yansıtan, bilimsel bir felsefe eksikliği var demektir.
“Mun Tarikatı’nın Sheriton macerası bize bu görüşlerin ciddiye alınmasının kaçınılmazlığını düşündürdü.
Ceviz Kabuğu programında baştan sona izlediğim maceranın kahramanlarının, ne ulus devletin içinde bulunan tarikatların geleneksel misyonlarını yansıtan “Tarikat kültüründen” ne de uluslar arası tarikatların misyonlarından, yeterince haberdar olmadıklarını gözledim.
İlahiyat Fakültesi dekanlarının bir tarikat toplantısına katılmaları, o toplantıya “Üslamın evrensel mesajı”nı taşıdıkları anlamına gelmiyor. Hele hele gittikleri toplantının “iki yüzlü” yapısını da keşfetmişlerse, yapabilecekleri tek şey, reaksiyoner davranış sergilemektir. Bu davranışın da bilimsel temeli yoktur. Ortamda iki dünya görüşünün tartışılması söz konusu değildir.
Ulus devletin en üst düzeyde yönetiminde bulunan politikacıların “Kandırıldık” mealinde yansıttıkları psikolojileri inandıkları dinin hoşgördüğü “tasavvuf kültürünü” de yansıtabilecek durumda değildi.
Yüzyıllarca “tasavvuf kültürü”nü kurumsallaştıran Anadolu tarikatlarını ahlak, misyon, işlev ve yapılanma yönünden analiz edip kavrama endişesi taşımayan yöneticilerin, ithal tarikatların oyununa gelmeleri beklenebilir bir durumdur.
Bizim gibi dünyaya bağımsız, bilimsel ve evrensel ilkeler bazında yorum getirmeye çalışan Anadolu insanları, tarikatçı olmayan tarikat anlayışını sosyolojik bir gerçek olarak algılar ve davranış sergilerler. İstedikleri kadar insan kandırmaya çalışsınlar, bizim bildiğimiz ve yorumladığımız “Anadolu Tarikatları” “Yalancının Mumu”nu söndürebilecek kültürel birikime sahiptir.
Yani demek istiyoruz ki ithal tarikata ihtiyacımız yoktur. Bizde yeterli sayıda mevcuttur. Yeter ki bizim toplumumuzun sosyolojik gerçeği olan tarikatlar, Kur’an’ının evrensel mesajını yakalayıp, O’nun gözlüğünden baksınlar ve İslamın Evrenselliğinin hiçbir tarikata ihtiyacı olmadığını göstersinler. Aslında dünyanın buna ihtiyacı vardır. Demokrasiler açıklığı değil gizliliği yasaklarlar. İslam ise iki yüzlü ahlakı (ahlaksızlığı) kaldıran en büyük “Ahlak devrimi’dir.