Son geçen yüzyıla baktığımızda komşumuz olan ülkelerde nitelik ve nicelik olarak önemli değişiklikler oldu:
Dinsel kökenli ülkeler de, krallıkla yönetilenler de, demokratik ülkeler de, imparatorluklar da etkilendi.
Osmanlı İmparatorluğu, sosyal bir durumdan bir başka sosyal duruma geçerek değişti. Yüzyıllar süren bir evrim sürecinden sonra devrim sıçramasıyla Cumhuriyet’e dönüştü. Ulus Devlet oldu. Statikleşti. Oysa devrim dinamik bir süreçtir. ‘İstikbal göklerdedir’ mesajını statik olarak algılayanlar, havada değil yerde ‘hava koridoru’ yönlendirmeleriyle uğraştılar. Göklerin istikbalini emperyalistlerin piknik alanı olarak gördüler.
Mesajı dinamik olarak algılayanlar, kendi ‘hava sahasını’ koruyamayanların ‘masa sahasında’ yerinin olamayacağını anladılar.
Komşumuz Rusya:
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de, geçtiğimiz yüzyılda sosyal bir yapıdan başka bir yapıya, uzun süreli kültürel evrim sürecinden sonra, devrimle geçiş yaptı. Ulusların birliğini gerçekleştirdi. Dinsel kökenli bir rejimden ateist bir rejime dönüştü. Diyalektik materyalizmi, sosyal bir gerçek olan ‘dini’ görmezlikten gelerek işletmeye çalıştı. Sürekli değişim gerçeğini yakalayamadı; tekrar ulus devletlere ayrıştı.
Komünistler, yanılmaz olarak algıladıkları Marx’ın fikirlerini statik olarak yorumlayınca, bunun bedelini ülkelerini parçalatarak ödediler.
Ne diyordu Marx: “İnsan, gerçekliği bakımından bir sosyal ilişkiler bütünüdür.”
Statikleşen, evrenselliğini kaybeden ve dinin sosyal ilişkilerde ‘evrensel bir boyut’ olduğunu yakalayamayan ‘Komünist’, dünyanın kültür ve sanatta en zengin ülkelerinden biri olan Sovyetler’i, Amerika’nın ‘göklerdeki istikbaline’ teslim etti.
Komşumuz İran;
Geçen yüzyılın kimilerine göre sürpriz değişiklikler gösteren ülkesi. Bu şekilde yorumlama, toplumların akışının kırılma noktalarındaki etkenleri somut olarak algılayamamaya ilişkindir ve eksiktir.
İran bir sosyal yapıdan başka bir sosyal yapıya dönmüştür. Uzun süreli bir kültürel evrimin 1979’da devrimle sonuçlanmasıdır…
Ancak bu devrim, sosyal boyutu olan, bilimsel ve evrensel boyutlardan yoksun olması nedeniyle, istikbali yerlerde arayan niteliğini korumaktadır. Dolayısıyla kitlesel gücü ve sosyal boyutu ile devrimini sürdürmeye çalışmaktadır.<br<
Komşumuz Ermenistan, Karabağ’ı işgal ederek yayılmacılığına devam etmektedir.<br<
Komşumuz Avrupa Birliği, geçen yüzyıldaki yayılmacılığını demokrasinin ‘ince’ politikasıyla gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Avrupa Birliği’nin başta güreşen ülkesi Almanya, Doğu Almanya’yı bu adı geçen ince politikayla kendi topraklarına katmıştır. Hiç kimsenin burnu kanamadan bir ülke diğer ülkeyle bütünleşmiştir. Bu demokratik devrimin başarısıdır. Avrupa bunu ülke bazında gerçekleştirirken, Avrupa Birliği bazında da son 10 ülkeyi topraklarına katarak, yayılmacı politikasını sürdürmektedir. Bunu diplomatik dille “Avrupa Birliği’nin genişleme politikası” şeklinde ifade etmesi sonucu değiştirmez. Öyle görünüyor ki bazı ülkeler (politikalar) küçülürken, bazı ülkeler (politikalar) büyümektedir. Bazı ülkeler, yani ‘istikbali göklerde görenler’, ‘Ulus Devletler’i göklerden kontrol altında tutarak topraklarına katmaya çalışmaktadırlar. Irak ve Afganistan’da olduğu gibi.
Demem o ki;
Demokrasi ile yönetilmeye karar vermiş Türkiye’nin gelişmeciliği, ‘Ulus Devlet’ anlayışını bozmadan, Irak, Suriye, KKTC ve Azerbaycan gibi komşu ülkelerle komşu ve ulus devletlerin birlikteliği adına, Doğu Almanya modelindeki uygulama politikasıyla gerçekleşebilir mi?
Neden olmasın?
21
önceki yazı