Peygamber (sav)’in vefatı ümmeti yetim bırakmıştır. O günden bugüne ümmetin iki yakası bir araya gelmemiştir. Bütün sorun onun vefatından sonra ümmetin birlik ve beraberliğini nasıl koruyacaktır. Onun vefatından sonra birlik ve beraberliğimizi nasıl koruyacağız. Her derdimizin dermanı, Müslümanların sigortası atmıştı. Doğru liman neresidir. Hangi limana demir atacağız. Musibet yağmurlarından nasıl korunacağız. Müslümanlar sığınak ve barınak aradılar. Peygamberimizin vefatından sonra toplumun bir arada tutulması bir hayli zorlaşmıştı. Onun vefatından sonra iki görüş ortaya çıkmıştır:
Birincisi: Peygamber sülalesi denilen ehlibeyt hangi tarafta kaldı ise doğru istikamet o tarafta olduğuna inanlar ki bunlara taraftarlar yani Şialar denildi. Peygamber kokan gülleri sığınak ve barınak kabul ettiler. Ehlibeytin Peygamber yolunu temsil ettiklerine ve doğrunun temsilcisi ehlibeyt taraftarları olduğuna inandılar. Bu gruplar hala varlığını çeşitli adlar altında sürdürmektedirler. Seyyid veya ehlibeyt adı altında kimliklerini devam ettirmişlerdir. Bu anlayış dünden bugüne toplumların içerisinde az veya çok çeşitli adlar altında kendilerini devam ettirmişlerdir. Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynel Abidin vb. ehlibeyt sevgisi yüreklere taht kurmuştu.
İkincisi ise Peygamberin son Peygamber olduğuna inanan, ondan sonra Peygamber gelmeyeceğine ve Peygamberden sonra her insanın eşit olduğuna inanan gruptur ki bunlara ehlisünnet ve’l cemaat taraftarları denilmektedir. Peygamberden sonra herkes eşittir. Kimsenin kutsallığı yoktur. Ortak akılla doğrunun bilinmesi yöntemi benimsenmiştir. Bu yönteme ilk dönemler şûra ile icma denirken daha sonraları ehlisünnet vel cemaat kavramıyla ifade edilmiştir. Bireysel aklı değil ortak aklın kararı ehlisünnet yöntemi ve yolu esas alınmıştır. Doğruyu yakalamak için tutulan bu yolun daha isabetli bir yöntem olduğu hususunda genel kabuller bulunmuştur. Yönetimde ve sosyal hayatta birlikte yaşam ilkesi olan ehlisünnet ve’l cemaat projesi Peygamberden sonra en isabetli yol kabul edilmiştir. Ehlisünnet kavramı da bugün anlam kayması yaşamıştır bilesiniz.
Öyle ki medeni ve sosyal hayattaki gelişmeler, yeni sorunları önümüze çıkarmıştır. Bu sorunları görmemezlikten gelemeyiz. Klasik dönemlerdeki içtihatlar, bu problemlerin çözümü için bir basamak olabilir. Fakat bu problemleri çözmek için ortak ve uzman akla hararetle ihtiyaç bulunmaktadır. Peygamber (sav) bizlere nasıl örnekse, bizler de gelecek nesle örnek olmamız demek, ehlisünnet denilen ilkenin hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu da konusunda uzman olanların aynı konuda problemin paydaşlarıyla birlikte müzakereler yaparak bir karara varmaları, doğruyu yakalamak için daha isabetli durmaktadır.
Bugün Diyanet İşleri Başkanlığımız mutlak müçtehit anlayışından vazgeçmelidir. Pratisyen hekim gibi her derde deva, müftü veya öğretim üyesinden de vazgeçmelidir. Herkesin bir uzmanlık alanı bulunmalıdır. Bu uzmanlık alanın dışında söz söylenmemelidir. Bugün kenar köşede kendini mutlak müçtehit gören, her derde deva, sözüm ona kitleleri peşinde koşturup kendi hedefi ve iktisadi güç için kullanan, kendilerini akıllı sanan, ulema sayan, duygusallıkla insanları etkileyen kimselerin zaman gelince kendilerini mutlak doğrunun temsilcisi görecekleri açıktır.
Peygamberimizin vefatından sonra teorik olarak Şia’da ehl-i beytin masum imam fikri hâkimken; ehl-î sünnetin de ümmetin yanılmazlığı fikrinde yoğunlaştığı görülür. Bu da bir yönüyle Peygamber (sav)’in vefatından sonra toplumsal otoritenin sağlanması gayesine yönelikken; bir yönüyle de bundan sonra Peygamber ve nebi gelmeyeceğinden, Peygamberin ümmetine şahit olduğu gibi ümmetinin de gelecek nesillere şahit olmasının gereğidir. Bu da masumiyet karinesinin ümmetin yanılmazlığı ilkesinde tezahürünün bir sonucu olsa gerektir. Hâlbuki ümmetten her bir kişinin içtihadında hata etme olasılığı olduğu gibi bütün müçtehitlerin veya ümmetin de hata etme olasılığı her daim mümkündür.
Bu bağlamda kendisi zan üzerine kurulmuş olan yapının varlığının tartışılması da doğaldır. Bunun içindir ki bir kısım bilginler icma’nın ve icma edilen konuların da olmadığını iddia ederlerken; bir kısım bilgin ise bunun aksi görüş içerisindedirler. Yıkıcı olan, birinin diğer görüş sahibini neredeyse din dışılığa iterek fikirlerden çok kişilerin ta’n altında bırakıldığı sübjektif değerlendirmelere imkân verilmesidir. Bu ihtilafın kaynağı vahyi deliller ile ictihadî delillerin hiyerarşisi noktasında yatmaktadır. Ortak akıl, orta yoldur…! kolektif şuurdur. Yol, ehl-i sünnet ve’l cemaat yoludur. Yöntem, şûrâ ile icmâ yöntemidir. Kimlik, ancak ve ancak Müslüman kimliğidir. Bu kimliği Allah (cc) vermiştir. Kabre bu kimlik ile konulur. Kıbleye (güneye) bu kimlik ile gömülür. Desene yol, “orta yol” ve “ortak akıl” yoludur.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber hayatta iken yönetim hukuku alanında sorunlar yaşanmamıştır. Ancak Peygamberin vefatından sonra ümmetin parçalanıp ayrılığa düşmeden insanlığa örnek olması hangi yöntemlerle sağlanacaktır? Hz. Peygamber gibi günahtan korunmuş, günah ve suçu bulunmayan (masumiyet ve masuniyetten) biri de gelmeyeceğine göre bir şeyin iyi veya kötü olduğuna kim, nasıl karar verecektir? Çok temel bir mesele olarak da; naslar nasıl doğru anlaşılacaktır? Bunun için mesele; naslar nasıl doğru bir şekilde anlaşılıp hayata geçirilecek ve topluma ışık tutacaktır?
Kur’ân’da ; “(لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا ) “ *…Peygamber sizlere şahit olduğu gibi sizler de insanlara şahit (örnek) olasanız…* ” buyurulmaktadır. Bu ayet inananlara “bir müslüman kimliğinin“ verilmesinden de bahsediyor. Keza naslar Müslümanlara doğrudan veya dolaylı olarak (أُمَّةً وَسَطًا جَعَلْنَاكُمْ )“ *orta yolu”* veya (وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ ) “ *ortak aklı* ” önermiştir. Bu bağlamda Müslümanlar arasında nasların yorumlanması, toplumsal kabul görmesi ve yürürlüğe konulmasında; ortak aklı esas alan ehl-i sünnet yöntemi olan şûrâ ile icmâ anlayışı tam bu noktada önemli bir ilkedir. Âlimlerin yapmış olduğu içtihatlardan hangisi ortak akılla, şûrâ ile icmâ yöntemiyle yürürlük maddesi yapılırsa bu ümmet için bağlayıcı olmaktadır.
Sonuç olarak inançta ehl-i sünnet algısı, sosyal siyaset gereği, ya ehl-i hadis veya ehl-i reye paye çıkarmak için kullanılmış, ya da sünnetin dönemsel pratik uygulamasına yansıtılmış yahut da mezheplerin dönemindeki içtihatlarına uyumun gereğine hasredilmiştir. Keza idare hukuku alanında ise pratikte bireysel veya seçkin Müslümanların kararlarını (biât veya ehlü’l hal ve’l akd) veya sosyal hukuk alanında seçkin âlimlerin teorik ve pratikteki bireysel ve ortak akıllarının kararlarının yürürlüğü (kıyas veya icmâ gibi) her daim tartışılmıştır.
Öte yandan Peygamberimiz (sav), “ *Ümmetim dalalet üzere birleşmez.”* *Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir”* buyurmuştur. Tüm bu hadisler birlikte değerlendirildiğinde şûrâ, icmâ ve ehl-i sünnet anlayışı kavram kargaşasına sokulmuştur. Keza Ehl-i sünnet ve’l cemaat anlayışı, icmâ ile takip edilen bir tür orta yol olsa gerektir. Bu orta yol, mevcut toplumlara örneklik teşkil edecek, doğruyu ve hakikati yakalamada daha sağlıklı olan ehl-i sünnet / hidayet yolu olan orta yolun pratik göstergesinden başka bir şey değildir.
Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu düşünce üretiminden elde edilen görüşleri ve içtihatları analiz ederek, toplumun kültürüne en uygun olanına, şûrâ ile icmâ prensibine göre ortak akılla bir sentez kararı vermeli, verdiği karar herkes için bağlayıcı olmalıdır. Ehl-i sünnet ve’l cemaat felsefesinin pratik göstergesi tefrikayı değil, tevhidî esasın hukuki birliğini, ümmetin şehadeti olan *ortak akıl, orta yolu* ve örnekliğini ifade etmektedir. Toplumsal değerlerin korunması ve geliştirilmesinde, tarihten günümüze hiç kuşkusuz ortak aklın ve genel kabullerin benimsenmesi daha isabetli bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Diyanetimize karşı halk arasında makas gittikçe açılmaktadır. Umarım kıymetli diyanetimiz ve siyasetçilerimiz bu konularda halkın taleplerine daha duyarlı olurlar.
Her hâlükârda bu kararları verecek olan Din İşleri Yüksek Kuruludur. Devlet terbiyemiz bunu zorunlu kılar. Birlik ve beraberliğimiz açısından diyanetimizin aldığı kararlar hepimizi bağlamalıdır. Üniversiteler, üniversal olup her tür fikre açık olmalıdır. Üniversitelerde tek tip fikir dayatması fıtrata aykırıdır ve terakkiye manidir. Modern putçuluğa davetiye çıkarmaktır. Farklı fikirlerden değil metodoloji eksikliğinden kaynaklanan fecaatin görülmesi gerekmektedir. Yoksa farkında olmadan bir ışığı söndürmek karanlıkta kalmaya, dinin önünde kütük olmaya benzeriz. Üniversitelerde her tür fikir üretilmeli ancak bu fikirler uzmanlarınca ortak akıl süzgecinden geçirilmeli ve istifade edilmelidir. Diyanetimizin uzman heyetinin aldığı her ortak karar, farklı düşünen bilim adamını da bağlamalıdır. Ehlisünnet algısı, devlet terbiyesi ve toplumsal birliktelik açısından bu uzman ortak akıl ve ehlisünnet yöntemi esas alınmalı ve ilke olarak hararetle korunmalıdır.
Bu kurum, acilen yeniden yapılandırılmalıdır. Her alanda mutlak müçtehit anlayışına son verilmelidir. Uzman heyet anlayışına acilen geçilmelidir. Din işleri üst kurulu tamamen yenilenmeli, uzmanlaşmaya gidilmelidir. Diyanetimiz bunu zaten yapıyoruz deseler de maalesef uygulamada göremiyoruz. Ciddi bir yapılanmanın artık zamanı gelmiştir. Yetkililer bu hususun farkında olmaları da sevindiricidir. Bütün dini kesimler kucaklanmalı ve ötekileştirme asla yapılmamalıdır.
Dini alanda sosyal barışın kurulması ve korunması bu yapılanmadan geçmektedir. Bu yapılanma zor gibi görünse de buna hayati ihtiyaç duyulmaktadır. Bilgiye açık zihne sahip olan bilim insanları yetiştirilmelidir. Kurum, bütün dini grupları şemsiyesi altına almalıdır. Kararlar *ortak akılla uzman heyet* tarafından alınmalıdır. Diyanetimizde hemen her konuda güven unsurunu sarsıcı hiçbir uygulamaya izin verilmemelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu, alanında olabildiğince uzman heyet birliğinin, hukuki ve sosyal problemlerde müzakerelerden sonra aldıkları karara herkesin uyması Müslümanlar için zorunlu olmalıdır.
Bugün ehlisünnet algısı adeta yatağından / otağından ayrılmış sûni bir nehir gibi aktıkça akmaktadır. Oysa ehlisünnet, Resulullah’ın vefatından sonra doğrunun belirlenmesinde ortak aklın işletilmesidir. Ehlisünnet, Resulünden sonra hakikatin belirlenmesinde izlenmesi lazım gelen metodolojik bir ilkedir. Peygamberin pratik örnekliğinin ümmet tarafından sürdürülmesini ifade eder. Farklı fırkalar için geliştirilen ehlisünnet ve’l cemaat bir tür siyasi ve resmi ideolojidir. Bunun için ehlibeytten birinin olması, masumiyeti doğuracağı ilkesinden ziyade, Peygamberin bıraktığı ümmetin ortak akılla gelecek nesle örnekliğini ifade eder. Ayetin ifadesiyle “Peygamber nasıl size örneklik teşkil ettiyse siz de ortak akılla alacağınız kararla gelecek nesle örneklik teşkil edersiniz” buyrulmaktadır. Demek ki ümmetin veya müçtehitlerin (alanında uzman olanların) ittifakı, nitelikli çoğunluğu veya salt çoğunlukla alınacak kararlar, sıratı müstakim yolu ehlisünnet yolu olmaktadır. Yoksa Peygamberin cübbe, sakal, misvak gibi günün şartlarının getirdiği şekilde düzenlemeler olmasa gerektir. Ehlisünnet yolu, kâinata konulmuş yasal düzenlemelerin ortak akılla doğruyu ve hakikati yakalama mücadelesidir. Peygamberin yaşadığı ve öğrettiği hayat yoludur.
Bugün herkes kendinin ehlisünnet olduğunu iddia etmektedir. Peygamberin bir insan olarak yaşam tarzını, günün şartlarına göre verdiği hukuki hükümlerini ehlisünnet görenlerin olduğu gibi İslam dini alanında Kur’an’ın pratiğinin uygulanmasını da ehlisünnet görenler vardır. Hiç kuşkusuz dinin itikat, ibadet ve ahlaki ilkeleri üzerinde sünnetin varlığı hepimizi bağlamaktadır. Bu konu da zaten kimsenin itirazı da olmamıştır. Ancak İslam’ın içtihat alanındaki hukuki ve sosyal hükümlerinin ehlisünnet algısı, ortak akılla alınacak karar demektir. Bugün hemen her kurum, alanındaki uzman heyetle alacakları kararlar ehlisünnet yoludur. Peygamberimizin sosyal olayların çoğunda Sahabesiyle istişare etmiştir. Hemen her konuda ayet, “sosyal işlerde onlarla istişare edilmesini emretmektedir. Desene meşveret, toplumsal hayatın ana unsuru olmuştur. Sûra, birlikte yaşamın temel prensibidir. Ehlisünnet ortak akılla alınan kararlara herkesin uymasını zorunlu kılmıştır.
Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu, alanında olabildiğince uzman heyet birliğinin, hukuki ve sosyal problemlerde müzakerelerden sonra aldıkları karara herkesin uyması zorunludur. Bugün diyanet mutlak müçtehit anlayışından vazgeçip alanında uzman, konunun yan dallarında uzmanların da iştirakiyle yapacağı müzakerelerde alacağı kararlar, ehlisünnet yolunun ilkesine uymaktır. Hemen her kurumun akil insanlardan oluşan istişare heyetleri, Yargıtay ve Danıştay’ın yüksek kurul heyetleri, meclis, hukuk dairelerinin bir hukuki meselede ortak kararları, içtihadı birleştirme kararı görülmesi bir tür ehlisünnet yolunun tabi görüntüsüdür. Yoksa klasik dönemlerde yapılmış olan içtihat alanındaki ittifak kararları dahil, bireysel mezhep içtihatları, dönemlerinin problemini çözmüş olsalar da çoğunun günümüzün problemlerini çözemeyeceği de açıktır.
İçtihatları nas gibi gören toplumlar zaten putçuluğa yolculuk başlatmış, kıyametleri çoktan kopmuştur. Diyanetimiz sosyal hukuk alanındaki dini problemlerin çözümünde ciddi adımlar atması kaçınılmazdır. Deprem ve Gazze enkazından daha büyük kültür ve yozlaşma enkazını nasıl temizleyeceğiz. Son kullanma tarihi geçmiş fikirleri toplumda piyasaya sürmek israftan başka bir şey değildir. Aksi takdirde değerlerimizin zamanla saygınlığını kaybedeceği işlevini yitireceği bir realitedir. Saygılarımla.