Üniversite açılışları ve rektörler
Rektör olmak kolay ama rektörlük sorumluluğunu evrensel üniversite felsefesi temelinde sürdürmek zordur.
Zordur; çünkü, çağdaş uygarlığın üç temel taşını oluşturan felsefi yaklaşımları ıskaladınız mı, evrensel düşünceniz anında millileşiyor; ve artık aktüel politikanın kurbanı olmaktan kurtulamıyorsunuz.
Ankara Üniversitesi 2006-2007 Eğitim-Öğretim Yılı Açış Dersini veren Sayın Prof. Dr. Halil İnalcık’ın, “Akademik Düşüncenin Kısa Bir Tarihi ve Temel Yapısı” konulu konuşmasını dinledikten sonra, yukarıdaki görüşlerime daha da hak vermeye başladım.
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor, yaşadığımız çağın tüm gelişen süreçleri, çağdaş medeniyetin üstüne çıkmayı hedefleyen toplumumuz için bilim, sanat ve din felsefesi konularında hazırlanmayı ve bilinçlenmeyi dayatıyor. Bilim üretip “ihraç” edemeyen, sanat üretip toplumu “imar” edemeyen ve din felsefesine göre “etik değerler” üretemeyen ve bu konuları evrensel olarak algılayıp yaşam biçimi haline dönüştür(e)meyen toplumlar, emperyalizmin pençesinden kurtulamazlar.
Bunu görüyoruz.
Hep birlikte yaşıyoruz.
Bu toplumumuza monte edilmiş bir “kader” olmuş.
Sadece üniversitelerin açılışlarında değil, tüm resmi açılışlarda, en yetkili kişinin gündeminde olan temel konu “Laiklik”…
Sayın Yargıtay Başkanı Adli yılın açılışında, yaptığı konuşmada “Laiklik Anayasamız’da tanımlanmamıştır” diyor.
Sayın Ankara Üniversitesi Rektörü “Açıklanmamıştır ama, anayasanın ruhunda bu tanım mevcuttur bu yüzden ayrıca tanımlaması gerekmez” mealinde açış konuşmasında cevap veriyor.
Aynı açılışta akademik düşüncenin tarihini analiz edip yansıtan sayın İnalcık: “Toplumun gelenek ve göreneklerini, dini hayatını, devletin faaliyetleri dışında devam ettirmesi, lakin devlet ve siyaset hayatına karışmaması, laiklik yeni devletin temel prensibi olarak doğmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nde başta üniversite ve akademik kurumların Türk Anayasası’nda bir temel madde olarak ifadesini bulan bu prensibi titizlikle benimsemesi ve izlemesinden daha doğal bir şey olamaz. Fakat serbest düşünceye, kartezyenizme dayanan üniversite, dar görüşlü bağnaz bir tartışma arenasına çekilemez, çekilmemelidir. Üniversite, siyasetin üstünde kalmalı, aklın objektifliğini temsil etmeli, günlük siyasete kendini kaptırmamalıdır. Bugün büyük kararlar ve gelişmeler karşısında bulunan Cumhuriyet Türkiyesi herşeyden önce ahenkli bir iş bölümü ve istikrar ister” diyerek sözünü bitirmektedir.
Anlaşılan Sayın İnalcık, akademik düşüncenin gelişmesiyle örtüşebilen bu laiklik anlayışını yeni devletin doğurduğu temel prensip olarak görüyor.
Gerçekten de bu bir doğumdur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 15 yıl sonra “doğabilen” bir prensip!
Toplumun gelenek, görenekleri ve dini hayatının oluşturduğu iklimde doğan bir prensip!
Devletin faaliyetlerine (siyaset hayatına) gelenek, görenek ve dini hayatı karıştırmayı engelleyen bir prensip!
O halde laikliğin tanımı olarak sayın İnalcık’ın yaklaşımından hareketle, “laiklik: toplumun gelenek ve göreneklerini, dini hayatını, devletin faaliyetleri dışında devam ettirmesi, lakin devlet ve siyaset hayatına karışmamasıdır” üslubunda tanımlanabilir.
Böyle tanımlanırsa ne olur?
Şu olur!
Sayın rektörler, açış konuşmalarında, tanımla(ya)madıkları laiklik kavramının, arzularına göre içini doldurup yanlış mesaj vermezler. Böylece Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Sayın Emin Alıcı da “Değişen Dünya Koşullarında Türkiye’nin Konumu” konulu konuşmasında “Matbaanın bulunduğu yıllarda keşke Anadolu Müslüman olmasaydı” gibi ne seküler ne de dini anlayışa uymayan bir “tarihi yanılgı” anaforuna girmemiş olur.
Tarihsel yanılgılardan vazgeçelim. Laiklik tanımlarında: göklerdeki iradenin yeryüzündeki iradeyi özgür bırakmasına “evet”,
Yeryüzündeki iradenin gökyüzündeki iradeyi yok saymasına “hayır”.