Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği üyesi rektör ve hastane yöneticilerinin geçtiğimiz günlerde Samsun’da gerçekleştirdiği beşinci toplantılarında üniversite hastanelerinin iflasın eşiğine geldiği görüşünde birleşildiği ve buna çözüm bulunamaması halinde kötü bir tablo ile karşılaşılmasının kaçınılmaz olduğu bildirilmiştir. Bu toplantıda "Üniversite hastanelerinin toplam borcunun yaklaşık 1.2 milyar TL olduğu", "Hangi hastalık grubunun paket fiyatı zarara yol açacaksa o hastaların üniversite hastanesine yollandığı", "Borcu olan hastanelerin yeni kurulanlar değil de, iyi yönetilen ve oturmuş üniversite hastaneleri olduğu" ve "2011 yılında yürürlüğe girecek global bütçe uygulamasının tıp fakültelerinin döner sermayelerini daha da zora sokacağı" gibi son derece önemli görüşlerin ortaya konduğu görülmektedir (Medimagazin sayı 477, 12 Nisan 2010). Bunun yanında, bu toplantıya katılan SGK yetkililerinin üniversite hastanelerinin belirtilen sorunlarının farkında olduklarını belirtmeleri ilgi çekicidir. Tüm bunlara karşın ortada somut çözüm girişimleri hâlâ yoktur.
Üniversite hastanelerine Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinden de belli hastalıkların tanı ve tedavisi için hâlâ hasta sevki yapıldığı ortadadır. Bu durumda özellikle büyük şehirlerdeki üniversite hastaneleri "yurt içinde en son referans merkez" olma özelliklerini hâlâ sürdürmekle birlikte son birkaç yıldır gözle görülür ekonomik sorunlarla uğraşmaları, ciddi yatırımlar yapamamaları önemli bir sağlık hizmeti çelişkisi doğurmaktadır. Üniversite hastanelerinin ekonomik olarak bu denli kötü duruma gelmesindeki ana neden, sağlık hizmeti yanında eğitim-öğretim ve araştırmanın da yapıldığı üniversite hastanelerinde sunulan hizmetin maliyetini, komplike olmayan, sorunsuz ya da az sorunlu hastaları tedavi edip komplike ve ciddi sorunları olan hastaları referans merkezlere sevk eden küçük ve orta ölçekli özel ve kamu sağlık kurumlarında sunulan sağlık hizmetinin maliyeti ile aynı kefeye koyan düşünce ve yönetim biçimi midir, yoksa büyük bir özveriyle gerek eğitim-öğretim gerekse sağlık hizmeti sunmaya çalışan hekim öğretim üyeleri ve hekim yöneticiler midir? Bir öğretim üyesi hekim olarak bu sorunun yanıtı benim için net olarak belliyken, yetkili konumda olanların bu soruyla ilgili yanıtlarının hâlâ net olamadığı kanısındayım.
Üniversite hastanelerinin düştüğü bu ekonomik çıkmaz sonucunda artık tıp fakültelerinde yöneticiler ve öğretim üyeleri yaptıkları toplantılarda ve sohbetlerde fakültelerindeki eğitim-öğretim ve araştırma niteliğini nasıl yükselteceklerini tartışmak yerine, döner sermayelerin nasıl düzlüğe çıkarılması gerektiğini ve bu konuda alınacak önlemleri tartışır olmuşlardır. Üniversite hastanelerindeki ekonomik sorunların verilen nitelikli sağlık hizmetinden ödün vermeden nasıl aşılacağını hesaplar olmuşlardır. Bu durumun sürmesi halinde Tam Gün Yasası ve global bütçe uygulamasıyla birlikte tıp fakülteleri döner sermayelerinin iyice çıkmaza girerek artık tıp fakültelerine kendi kaynaklarından yatırım da yapılamayacağını, tıp fakültesi öğretim üyelerine yapılan ek ödemelerin de bir süre sonra tümüyle duracağını ve zamanla diğer özel ve kamu sağlık kuruluşlarında çalışan meslektaşlarına oranla en düşük maddi geliri elde edeceklerini konuşur olmuşlardır. Verdikleri dersler, yürüttükleri araştırmalar, yaptıkları tedaviler kadar kendilerinin ve ailelerinin geleceğini düşünür olmuşlardır. Tüm bu koşullar altında tıp fakültelerinden nasıl nitelikli sağlık hizmeti ve bunun yanında nasıl nitelikli eğitim-öğretim ve araştırma etkinlikleri beklenebileceğini sorgular olmuşlardır.
Sonuçta, üniversite hastanelerinin ekonomik sıkıntılarıyla ilgili karar verme yetkisini elinde bulunduran yöneticilerin mevcut sıkıntılı durumla ilgili olarak "Bekle gör!" politikasından vazgeçip bir an önce "Eyvah!" diyerek etkin çözümler üretmesi gerekmektedir. Üniversite hastanelerinin yaşadığı ekonomik sıkıntıların gerçek nedenlerini ortaya koyamamanın, var olan çözümleri ötelemenin, pek çok açıdan alternatifi olmayan bu hastaneleri daha nitelikli ve daha işlevsel hale getirememenin ve burada çalışan öğretim elemanlarının çalışma ve maddi koşullarını kâğıt üzerinde değil de gerçek yaşamda çekici hale getirememenin orta ve uzun vadede üniversite hastanelerinde üretilen sağlık hizmetinin niteliğinde ciddi düşüşlere neden olacağı ortadadır.