Üniversite hastaneleri, tıp fakültesi olan üniversitelerin uygulama ve araştırma merkezleri olarak kurulmuş, aynı zamanda sağlık hizmeti de veren kurumlardır. Bu tanımdan da kolayca tahmin edilebileceği gibi, bu kurumların asıl varlık nedeni sağlık hizmeti vermek değil; eğitim ve araştırma yapmaktır. Üniversite hastaneleri, tıp fakültelerinden birinci basamak sağlık kurumlarında hizmet vermek üzere mezun edilecek olan hekim adayları ile, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarında hizmet vermek üzere yetiştirilen tıp fakültesi mezunu tıpta uzmanlık öğrencilerinin (asistanlar) uygulamalı eğitim alabilecekleri bir platformu oluştururlar.
Üniversitelerin işlevi, araştırma ve eğitimdir. Üniversite hastaneleri bu temel işlevlerini yerine getirirken, bir taraftan da topluma sağlık hizmeti sunarlar. Üniversite hastaneleri diğer sağlık kurumlarında tanı konulamamış, tedavi edilememiş hastaların araştırılıp tedavi edilmek üzere gönderildiği referans kurumlardır. Tanısı ve tedavisi zor, komplike hastaları kabul ettikleri için, üniversite hastanelerinde hastalara çok sayıda, ayrıntılı, ileri, pahalı tetkik ve girişimler uygulanır. Üniversite hastanesinde hasta başına düşen personel, tüketilen zaman, verilen emek, harcanan malzeme, kullanılan cihaz, uygulanan teknoloji çok daha fazladır. Üretilen her hizmetin üç çıktısı vardır: Hastaya hizmet, bilimsel araştırma ve eğitim.
Ne var ki, Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), hizmet hastaneleriyle aynı usul ve kurallarla üniversite hastanelerinden hizmet almaktadır. Oysa, hizmet hastaneleri ile üniversite hastanelerinin SUT’tan etkilenmeleri çok farklı olmaktadır. Sağlık hizmetini daha ucuza getirmek, sağlık harcamalarını azaltmak için her geçen gün yeni ayrıntılarla geliştirilen SUT kısıtlamaları, üniversite hastanelerini ekonomik olarak yönetilemez hale getirmiştir.
Örneğin; ayaktan tetkik ve tedavi edilen hastalar için uygulanan “vaka başı ödeme” argümanı, günde 70-80 hastanın bakıldığı ve bu hastaların çoğunun reçete yazdırmak için başvuranlar ile sadece muayene ile tanı konulabilecek basit rahatsızlıkların teşkil ettiği ikinci basamak sağlık kuruluşlarına fazladan gelir elde etme fırsatı sağlarken; üniversite hastanelerinin, baktıkları her hastadan dolayı zarar etmelerine yol açmıştır. Çünkü, üniversite hastanelerinde, hizmet hastanelerine göre, poliklinikte hekim başına günlük kabul edilen hasta sayısı çok daha azdır. Üniversite hastanesinde poliklinik hekimi, başvuran her olgu için ayrıntılı kayıt/dosya tutmakta; sistemik muayenesini yapmakta; gereken tetkikleri istemekte ve tüm olguları, sorumlu öğretim üyesine sunarak danışmaktadır. Bu olguların neredeyse tamamı, daha önce çeşitli hekimlerce ve değişik sağlık kurumlarınca muayene ve tedavi edilmiş, ama iyileşmemiş, komplike, ağır olgulardan oluşmaktadır. Bu nedenle hastalara ayrılan zaman ve yapılan tetkik ve incelemeler fazladır. Bundan dolayı, üniversite hastanelerinde polikliniklerde hasta maliyetleri, SGK’nın ödediği vaka başı ücretin çok üstündedir.
Aynı durum yatarak tedavi gören hastalar için de söz konusudur. Yatarak tedavide geçerli olan “tanıya dayalı ödeme” uygulamasıyla, hasta başına ödenen miktarlar, o hastanın gerçek tedavi maliyetlerinin çok altında kalmaktadır. Üniversite hastaneleri, adeta hasta kabul ettikleri için cezalandırılmaktadır. Mevcut ödeme planıyla, üniversite hastanelerinde güncel tanı ve tedavi yöntemlerini, ileri teknolojiyi, bilimsel gelişmelere uygun tıbbi girişimlerini uygulama imkanı kalmamaktadır. Bunlar bir tarafa, rutin hizmetlerin bile bu koşullarda verilmesi mümkün olmayacaktır. Örneğin, refakatçi ücreti olarak 7,50 YTL ödenmektedir. Refakatçinin hastanede konaklaması, kullandığı elektrik, su, ona verilen temizlik, güvenlik vb. hizmetler bir yana; bu fiyat, sadece üç öğün yemek ücretini bile karşılamamaktadır. Bunun sonu: Üniversite hastanelerinin, döner sermayelerini döndüremez hale gelmeleridir. Nitekim, ilaç temin edemeyen, ihalelerine teklif verilmeyen üniversite hastanelerinden söz edilmektedir. Üniversite hastanelerindeki hemşireler, devlet hastanelerine geçiş yapmak için muvafakat kuyruğundadır. Üniversite hastanelerinde uzmanlık eğitimine başlayan asistanlar, Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim hastanelerindeki meslektaşlarına bakıp, “neden tıp fakültesini tercih ettim?” pişmanlığını yaşamaktadır. Özellikle klinik branşlardaki öğretim üyeleri, üniversitelerden ayrılma hazırlığındadırlar. Böyle giderse tıp fakültelerini açık tutmak, hekim yetiştirmek çok müşkülleşecektir. SGK ve Sağlık Bakanlığı, daha fazla gecikmeden üniversite hastanelerinin sorumlularıyla bir araya gelmeli, sorunlarını dinlemelidir.