bir tıp fakültesi öğretim üyesi, hem temel tıp bilimleri öğretim üyesinden, hem de diş hekimliği dışında kalan diğer tüm fakülte öğretim üyelerinden farklı olarak üç işi yüklenerek görev yapmaktadır. Hem öğretim üyesi, hem araştırmacı, hem de doktor olarak çalışmaktadır. Diğer bir ifade ile faklı olarak bir amme hizmeti de görmektedir.
İşte tıp fakültesi öğretim üyesinin bu amme hizmeti sayesinde bir taraftan tıp fakültesi öğrencileri pratik hekimlik eğitimi yapmakta, diğer taraftan da vatandaş, doktor ekibinin son bilgi ve teknolojilerinden yararlanabilmektedir. Pratik hekimlik eğitimini yapması sayesinde de bir tıp fakültesi öğrencisi, fakülteden mezun olur olmaz, hemen hasta muayene etmekte, teşhis amacıyla tetkikler isteyebilmekte ve tedavi amaçlı reçete düzenleyebilmektedir. Özel uzmanlık alanı gerektirmeyen basit tıbbi girişimleri de yerine getirebilmektedir. Diğer bir ifade ile bir tıp fakültesi öğrencisi, mezun olduğunda zorlanmayıp hemen mesleğini uygulamaya başlamakta, onu mahcup edecek düzeyde bir acemilik çekmemekte ve teorik bilgisi ile pratik becerisini uygulaması sırasında bariz güçlükler çekmemekte ve mahcup durumlara da düşmemektedir.
Buna karşılık bir hukuk fakültesi öğrencisi veya bir mühendislik, işletme, muhasebe öğrencisi, eğitimi sırasında teorik eğitimi pratik uygulamalarla pekiştirme durumunda olamamaktadır. Dolayısıyla da, fakültesinden mezun olduğunda, hemen mesleki uygulamaya başlayamamakta ve güçlükler yaşamaktadır. Basit bir dilekçeyi usulüne göre düzenleyememekte, davacı veya davalı müvekkili ile nasıl konuşacağını tam bilemeyebilmektedir. Bu pratik eksikliklerini tamamlamak amacıyla bir avukatın yanında veya hâkimlik stajı şeklinde bir dönem geçirerek mesleğini uygulayabilir hale gelmektedir. Aynı şekilde bir mühendislik fakültesinde okumakta olan bir öğrenci, mesleği ile ilgili bir müessesede (halka açık bir fabrika veya bir kurum), bir inşaat fakültesi öğrencisi fakülteye ait bir şirkette bilfiil pratik eğitim görememektedir. Şu andaki uygulamalarda öğrenciler pratik eğitimi fakülte dışında bir birim veya kurumda staj şeklinde görebilmektedir. Ancak bu staj dönemleri, öğretim üyesinin eğitim, öğretim ve gözetiminde olmamaktadır. Halbuki tıp öğrencisinin stajı, öğretim üyesi ekibinin eğitim, öğretim ve gözetiminde gerçekleşmekte ve pratik temel uygulamalar pekiştirilmektedir. Bu arada da öğretim üyeleri, bir hastanede bilfiil çalışmakta olmalarının avantajı ile klinik araştırmaların materyali olan hasta ile iç içe olmaktadırlar.
Üniversite’ye bağlı tıp fakültesi uygulaması, bu olumlulukları yanında, bazı olumsuzlukları da birlikte barındırmaktadır. Örneğin tıp fakültesi öğretim üyeleri önce tıp fakültesi dekanlığına bağlı ve sorumlu olmak üzere üniversitenin öğretim üyesidirler. Rektörlükle olacak bir işlemde yazışmalarını tıp fakültesi dekanlığı yolunu kullanarak yaparlar ve ilk ita amirleri dekandır. Hekimlik yaptıkları kurum olan hastane ise tıp fakültesi dekanlığına değil de üniversite rektörlüğüne bağlı bir kurumdur. Temel özlük hakları bakımından da doktorluk yapmaları nedeniyle, diğer fakülte öğretim üyelerinden farklı bir maddi kazançları söz konusu değildir. Ne olacağı belli olmayan ve istikrarlı bir getiri sağlamayan döner sermaye gelirleri olmasa, hekimlik görevleri ve riskleri güme gidecek ki, öğretim üyelerine bir katkı sağlayacak gücü olmayan döner sermayeli üniversitelerde böylesi bir güme gitme olmaktadır.
Yapılacak olana ilişkin şu görüşlerin tartışılması ve her fakülte ile üniversitenin kendi şartlarına göre bir yapılanmaya gitmesi uygun olacaktır görüşündeyim:
* Araştırma ve uygulama hastaneleri şimdiki gibi üniversite rektörlüklerine bağlı kalsın, fakat klinikçi öğretim üyeleri, tıp fakültesi kadrolu elemanı olma yanında rektörlükle de hekim olarak özel sözleşme yapsın ve hastanede doktor olarak da çalışsın. Öğrencilerinin pratiğini rektörlüğün bu hastanesinde bizzat kendisi yaparak gerçekleştirsin. Ancak bu uygulamada tıp fakültesi dekanlığının hastane ile olan iletişimi, başhekim doğrudan rektörlüğe bağlı olduğu için yetki kargaşası yaşanmakta, biz öğretim üyeleri de çift başlı bir idare şekli ile şaşkın durumlara düşmekteyiz. Rektörlüğe bağlı hastane örneği gibi diğer fakülteler de öğrencilerinin pratik eğitim yönlerine yönelik olmak üzere, hastaneye benzer kural ve özelliklere sahip ve yapılandırması sağlanmış adliye birimi, özel ticari bir kurum (halka açık ve özel sektörün bulunduğu yerde ve farksız özelliklerde otel, muhasebe birimi, fabrika veya eğitim birimi gibi) kurabilmeli. Bu uygulamada mezun olan öğrenciler, pratik yaşama olan uyumda güçlük çekmeyecekler, adliye biriminin farklı bir katkısı ise şimdiki adliyelerin iş yükünü hafifletmiş olacaklardır. Veya;
* Araştırma ve uygulama hastanesi üniversite rektörlüğüne değil, doğrudan tıp Fakültesi dekanlığına bağlı olsun, öğretim üyeleri de yüklenmiş oldukları pratik eğitimlerini yine bu hastanede yaptırsın. Sorumlu kişi de dekan ve ona bağlı olan başhekim olsun. Klinikçi öğretim üyeleri de bu hastanede ek ücretle hekimlik yapsınlar. Aynı şekilde diğer fakülteler de öğrencilerinin pratik yaşam şartlarını taşıyan halka açık yapılanmalara gitsin ve öğretim üyeleri buralarda ek bir görev ve ücretle görev yapsınlar. Bu uygulamada da öğrenciler pratik yaşama uyumda güçlük çekmeyecekler, mevcut kurumların iş hacmini paylaşacakladır. Veya;
* Harvard Üniversitesi örneğinde olduğu gibi rektörlük veya fakülteye bağlı bir hastane değil, mevcut hastanelerin güçlü birimleri ile özel anlaşma yapılıp, öğretim üyeleri buralara öğrencileri ile birlikte gidip pratik eğitim ve uygulamaları gerçekleştirsinler. Bu uygulamada hem rektörlükler tıp fakültesi gibi çok pahalı bir kurumu oluşturma külfetinden kurtulmuş olurlar, hem de bu hastaneler kendilerine ek bir gelir ve gelişme avantajı sağlamış olurlar. Öğretim üyeleri de buralarda ek görevle ve konsültan olarak hastane hizmetine katkı sağlasınlar. Benzer bir uygulama diğer fakülteler için de söz konusu olacaktır.
Bu görüşlerin tartılıp olgunlaştırılması ümidiyle…