Temelde birçok özellikleri ile birbirine benzeyen üniversite kanunları bazı noktalarda da ciddi farklılıklar göstermiştir. 1946 yılının haziran ayında Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar tarafından hazırlanarak TBMM’den geçen 4936 sayılı Üniversite Kanunu’nda rektör seçimleri fakülteler arasında sırayla gösterilen adaylar arasında yapılmakta idi. 27.07.1973 tarih ve 14587 sayılı Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu’nda rektör seçiminin şekli değiştirilerek fakülteler arasındaki eşitlik bozulmuştur. Bu düzenleme ile öğretim üyesi fazla olan fakültelere avantaj sağlanmıştır.
4936 sayılı ü Üniversiteler Kanunu’ndan önce üniversitelerde milli eğitim bakanlığı söz sahibi idi. Bu kanunla üniversitelere idari ve bilimsel özerklik verildiği için, 1946 yılı üniversiteler için önemli bir yıl olmuştur. Ayrıca bu kanun, yürürlükte en uzun kalan kanunlar arasında da yer almıştır. Çünkü 1960 ihtilaline kadar değişmeden kalmıştır. 1960 ihtilalinden sonra, Milli Birlik Komitesi tarafından hazırlanıp 28 Ekim 1960 tarihinde yürürlüğe giren 115 sayılı Kanun ile 4936 sayılı Kanunun bazı maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikler Milli Eğitim Bakanlığının üniversite üzerindeki etkilerinin azaltılması, kadrosuz profesörlük kurumunun oluşturulması ve uzatmalı doçentlerin durumunda iyileştirmeler yapılması şeklinde özetlenebilir.
115 sayılı Kanunu takiben yeni bir üniversite kanunu için çalışmalar başlamıştır. Bu çalışma üniversitelerin aralarında anlaşamamaları ve hükümetin değişmesi nedeniyle uzun sürmüştür. Bu arada 1961 Anayasası’nın 120. maddesiyle üniversite özerkliği teminat altına alınmıştır. Anarşik olayların gelişmesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Mart 1971 tarihli muhtırasının ardından, Nihat Erim hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel tarafından yeni bir üniversite tasarısı hazırlanmış fakat Şinasi Orel’in Bakanlıktan ayrılması ile bu tasarı yasalaşamamıştır.
Bunun üzerine üniversiteler kendi aralarında anlaşarak 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu’nu hazırlamışlardır. Bu kanun 27.07.1973 yılında 14587 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun’un en belirgin özelliği; üniversitelerle ilgili 2 tane üst kurulun oluşturulmasıdır. Bunlardan biri Yükseköğretim Kurulu (YÖK), diğeri ise Üniversite Denetleme Kuruludur.
1973 yılında yürürlüğe giren 1750 sayılı Üniversite Kanunu’nda bazı maddeleri için şiddetli tartışmalar devam ederken, 12 Eylül 1980 yılında bir askeri harekat daha yaşanmıştır. Bunu takiben 4 Kasım 1981’de 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu yürürlüğe girmiştir. 12 Eylül 1980 ihtilalini takiben çıktığı için, bugün yürürlükte olan, 2547 sayılı Üniversite Yasası’nın olumlu ve olumsuz yönleri devamlı tartışılmaktadır. Üniversitelerin başlıca amacı çağdaş eğitimli insan gücü yetiştirmektir. Bu eğitimli insan gücünün her alanda toplumun lokomotifi olması beklenir. Büyük Önder Atatürk’ün hayal ettiği böyle bir üniversite olduğu için 1933 üniversite reformunun gerçekleşmesini istemiştir. Ülkemizde, bütün sıkıntılara rağmen, Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden yıllardan günümüze kadar, bölgesel dağılımda farklılıklar olsa bile, inkar edilemeyecek boyutta gelişmeler vardır. Ancak buna rağmen ülke olarak kalkınmada son sıralarda yer almaktayız. 1980 sonrasında uygulanan üniversite politikaları ile bilimsel araştırmalarda ciddi bir sıçrama olmuştur. Fakat bu potansiyel gereği gibi yönlendirilemediği için, ülke kalkınmasına yansıyamıyor. Ülkemiz genelinde alınan patentlerin sayısı, gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında çok azdır.
Bu yazıda kısaca özetlediğim son 50 yıldan beri üniversitelerimizi yönlendiren kanunlarımıza rağmen üniversitelerimizden gereken verim alınabiliyor mu? Bunun cevabı büyük ölçüde hayır olacaktır. Ancak bu hayırı evet yapmak hepimizin boynunun borcudur. Yetiştirdiğimiz insan gücünün ülke kalkınmasına gereken katkıyı sağlamaması ile ilgili çeşitli nedenler sıralayabiliriz: Sistemimiz yeterli değil, öğrencilerimiz orta öğretimden üniversitelere zayıf geliyor, sorgulayıcı, yaratıcı özelliklerden mahrum.. Öğretim üyeleri düşündürücü, yaratıcı öğrenci yetiştirecek kadar yeterli değil….laboratuvarlarımız yeterli değil, öğrenci sayısı fazla bu kadar kalabalık öğrenciye ancak teorik ders anlatılır, uygulama ve araştırma için imkanlar yok, ya da yok denecek kadar az, eğitim sistemimiz tamamen ders geçme ile ilgili, düşündürücü ve yaratıcılığa özendirici bir sistem yok…gibi pek çok konular tartışmaya açılabilir… Fakat bütün bunları düzeltmek zorunda olan yine bizleriz.