Bugünlerde bir dava konusu yüzünden kişisel dosyamı açmak zorunda kaldım. Akademik Akıl’da da konu üniversiteler olunca ruhum başka bir yazı yazmama izin vermedi. Masamda 2004 yılından kalma kalın bir dava dosyası duruyor. Bir profesörlük kadrosuna ilan şartlarını sağlamadığımdan bahisle başvurum reddedilmişti. Üstünden tam on yedi yıl geçmiş ama yapılan haksızlığa karşı hala öfkeliyim.
Üniversiteler hiç şüphe yok ki bilginin üretildiği, yayıldığı ve paylaşıldığı yerlerdir. Üniversite bir binadan ve idari kadrolardan ibaret değildir. Üniversiteyi üniversite yapan en önemli unsur tartışmasız akademik kadro ve bu akademik kadrodan eğitim alanlardır. O halde ilk olarak kimler akademisyen olmalıdır sorusu sorulmalıdır. Aklımda değişik cevaplar var elbette ama kimler olmamalıdır da bir cevap olabilir. Üniversite evrensel bilginin üretildiği, sorgulandığı, yayıldığı ve sıra dışı soruların sorulduğu yerler olmalıdır. Gelişmiş ülkelerin bu gelişmişlik hamurunda bilginin olmadığını kim söyleyebilir? Üniversiteye soru soramayan, okumayı külfet gören, biat ve yalakalık kültüründen gelen insanları almayacaksınız yani! Siyasi iktidarlardan bağımsız olarak üniversitelere yönetim kadrolarının yönetebileceği, olan bitene ses çıkarmayan “bizim çocuklar” alındı çoğu zaman. Bu yolla alınıp da aykırı davranan insanlar da oldu şüphe yok ki! Ancak baş kaldıranların başlarını ezdiler veya ezmek için çok uğraştılar.
Üniversitelerin bütün kurulları yatay bir hiyerarşik düzende oluşturulmalıdır. Çünkü bugün başkan, müdür, dekan, rektör olarak oturduğunuz koltukta pekala yarın sıradan bir öğretim üyesi olarak oturabilirsiniz. Üniversitelerin bu yönetim şekli hiçbir bürokratik yapılanmaya benzememektedir. Oysa senatolar doğrudan rektörün seçimidir ve buradan başlayarak bir biat kültürü oluşmaktadır. Bir yöneticinin hep aynı düşünen insanlardan müteşekkil bir kurula başkanlık etmesi çok kolay, bir o kadar da ülke için tehditkardır; çünkü farklı görüş ve düşüncelere kapalı bir ortam oluşur. Fakülte yönetim kurulu ve fakülte kurulu hala en demokratik yerler olabilir; her üyenin bağımsız ve farklı seçimlerle seçilmesi bunun asıl sebebi olabilir. Gelelim akademik ortamın nüvesini oluşturan ana bilim dallarına! Buralar üniversiteyi oluşturan küçük parçalardır ve bilimsel üretim de burada olur çoğu kez. Akademik kadrolar genellikle baskın kadronun gönlünce oluşturulur. Yandaş ve yönetilebilir kişiler akademik kadrolara ana bilim dalı başkanlarınca pekâlâ kabul edilebilmektedirler. Hele de bir anabilim dalında bölünmeler varsa, kadro oluşturma eğilimi artmaktadır. Bunun ne önemi vardır? Bütün gün olağan işleri yürüten memurlar ne bilgi ne de bilim üretemezler!
Öyleyse üniversite öğretim üyeliği başka niteliklere haiz olmalıdır! Düşünen, düşündüğünü korkusuzca ifade edebilen, birey olma özelliği taşıyan, merak eden, soru soran, cevap arayan ve bilimde ilerlemek isteyen insanlar akademisyen olmalıdır. Bunun yolu ise bütün kadroların herkese açılması ve nitelikli insanların bu kadrolara atanmasıdır. Akademik kadrolardan 36 yıllık meslek hayatım boyunca başarısız olduğu için atılan tek bir insan görmedim. Bu tuhaf değil mi? Elbette akademik yükseltilmelerde bazı kriterler aranmaktadır. Sadece yazı yazarak öğretim üyesi olunamayacağı da açıktır. Yazıdan kastım, bilimsel çalışmalara dayanan makalelerdir. Öğretim üyesinin bazı nitelikleri olmalıdır. Görevlerimiz arasında bilim üretmek, bilim öğretmek ve topluma katkı sunmak varsa, bunların hepsini de bir şekilde yapıyor olmak zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Öğrenciye rol model olmak yok mudur akademik nosyonda? Olmadan olur mu? Kürsüde durmayı bilmeyen, yüz elli sözcükle günü kurtaran kişi nasıl idol olabilir? Olmaz, olamaz! Topluma yarar sağlama konusu belki de hepsinden önemlidir. Bir toplumun dönüşmesi ve ilerlemesi kanaatimce üniversitelerin işlerini dosdoğru yapması ile olur. Üniversiteler, her hâlükârda siyasetten âzâde olmalıdır. Hem siyasi otoriteden hem de belli tarikat, kulüp, mezhep, ırk ne bileyim işte adına ne derseniz hepsinden bağımsız ve tarafsız olarak akademik kadrolar oluşturulmalıdır. Akademisyen olmayı her nedense Taptuk Dergâhına düz odun taşımak gibi algılarım baştan beri.
Üniversiteler öğrenciye bir alanda derinlemesine bilgi ve beceri kazandırırken muhakeme yeteneğini de geliştirmelidir. Öğretim üyesinin kadro, gelir, amir baskısı gibi endişeleri asla olmamalıdır. Tek endişesi, yeterli bilimsel üretimi yapamamak ve nitelikli öğrenci yetiştirememek olmalıdır. Türkiye’de üniversiteleri homojen bir yapı gibi görmek de yanlıştır. Bazı üniversitelerdeki yerleşik kurum kültürü ve akademik kadro seçimi gayet niteliklidir. Bu üniversitelerin zaten dünyada da ilk sıralara yükseldiğini görebiliriz.
Aklımda nasıl bir üniversite sorusuna karşılık nedense cevap olarak hep “adil ve bilimsel yönetilen” demek geliyor. Neden mi? Kadro ilanlarında hala kara kaş, ela göz tarif edilerek mi ilerleyecek üniversiteler? Üniversite bina demek değildir, kampüs demek de değildir. Üniversite demek nitelikli, eğilmeyen, tarafgirlikten uzak, çalışkan akademisyenlerin olduğu, bilimsel düşüncenin hakim kılındığı yer demektir. Bütün mesele bu nitelikli insanların nasıl üniversiteye alınacağı ve tutulacağı meselesidir. Son söz yerine “Marifet iltifata tabidir” demek istiyorum.
Bunca sert çıkıştan sonra bir rubai ile veda edeyim sizlere… Bu arada şiir severlere muştu olsun, Rubaiyyat-ı Dai yayımlandı ve geliri KAHEV’e, yeni hekimlerin yetişmesine katkı sağlanması için bağışlandı. Her gününüz ve anınız bilimle ve sanatla dopdolu geçsin.
ÂSÛDEDİR
Fâilâtün/ Fâilâtün /Fâilâtün / Fâilün
— • — — / — • — —/ — • — — / — • —
Gülşenin mihmânı gül, sümbül, ıtır, mahmûdedir.
Gün gelir her şey solar feryâd figan beyhûdedir.
Bir sükûn gülzâra çökmüş tüm hüzünlerden berï,
Her hasat vaktinde gönlüm dâimâ âsûdedir.
Dâi Dilek
3 yorum
Kaleminize sağlık hocam, Adana’da tanışmıştım sizin ile babamı tedavi etmiştiniz, bu vesile ile bir kez daha teşekkür ederim.
Çok teşekkür ederim.
Sevgili hocam çok derinlikli ve güzel. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.