Üniversite birinci sınıfta Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, Antropolojiye Giriş dersinin ilk haftasında üniversite ve fakültelerin öneminden söz etmiş, üniversitelerin loncadan devşirildiğini, fakültelerin ise “insan yeteneklerinin geliştirildiği alanlar” olduğunu söylemişti. Daha sonra aldığım İnsan ve Kültür adlı kitabında hocanın bu konuya değindiğini okumuştum. Şimdi Akademik Akıl’da nasıl bir üniversite konusunun işlendiği bu ayın yazısında aklımda yer eden bu açıklamaları birden hatırladım. Bu ne demekti “lonca ve insan yeteneklerinin geliştirildiği yer” diye sorgularken, konunun öğrenci ve öğretici tarafından bakıldığını ve karşılıklı bir etkileşim ve kültürün inşa edildiğini bana öğretmişti. Daha sonraki dönemlerde üniversitenin yeteneği olan insanların gidebileceği bir kültürel mekan olduğunu diğer bir ifade ile herkesin üniversite mezunu olması gerekmediğini anlamama vesile olmuştu. 1970’li yılların Türkiye’sinde meslek yüksekokullarının sayısının azlığı ve statülerinin üniversiteye göre görece düşüklüğü dikkate alınırsa, ailelerin çocuklarını neden üniversiteye göndermek için yarış içinde olduklarını anlamak zor değildi, “çocuğunun geleceğini garanti altına almak”. Yani ebeveynler üniversiteyi meslekle özdeşleştirerek çocukları için gelecek hazırlama görevini yerine getirme gayreti içindeydiler. Oysa akademiler ve meslek yüksekokulları, adı üzerinde meslek sahibi olmanın yollarını kişilere açmaktaydı.
Kuşkusuz üniversitelerde bazı mesleklerin öğretildiği ve kazanıldığı da bilinmektedir. Ancak bu alandaki bilgiler toplumun tümüne yaygınlaştırılamadığı için herkes çocuğunun üniversite bitirmesini haklı olarak istemekte. Şimdi geldiğimiz nokta %40’lara varan genç işsizliği. O halde şu soruyu sormak gerekiyor; üniversite okumak insana ne kazandırır, yalnızca gelecek ve meslek mi? Elbette hayır. Gelecek genel olarak meslek edinip geçimini yaşam boyu garanti altına almak anlamına geliyor. Oysa üniversite okumak demek; kişinin kendi geleceğini inşa etmesi anlamına geldiği gibi topluma, ülkesine insanlığa yararlı olmak, diğer bir ifadeyle doğal-beşeri ve ahlaki değerlere sahip olmak, etik ilkeler çerçevesinde işinin ehli olmak, işini iyi yapmak vb. ifade eden düşünce ve davranışları kazanmak, öğrenmek ve pratikte de kullanmak anlamına gelmektedir. Peki bu işlevleri yalnızca üniversiteler mi sağlamaktadır? Yine bu sorunun yanıtı da hayırdır. Biraz sonra tarihinden söz edeceğim üniversitelerin kurulması ve okutulan derslerin insanın hem akıl ve bedenin hem de ruhunun gelişimini sağlaması bakımından farklı ilmi kuruluşların önemli rol oynadığı anlaşılacaktır.
Keza üniversite sözcüğünün Latince’de Üniversitas teriminden geldiği bilinmektedir. Üniversitas terimi İtalya’da kurulan Bologna Üniversitesinin hukuk, tıp ve felsefe alanlarında görülen eğitimlerin verilmesiyle ilgilidir. Avrupa’da 10. yüzyılda kurulan bu üniversitede okuyan öğrenciler kendi haklarını korumak ve öğretim üyelerini bünyelerinde tutmak için üniversitas adlı bir lonca kurmuşlar ve bu durum Paris’te, öğretim üyelerinin bir üniversite kurmalarını ve daha sonra Oxford ve Cambridge’de de üniversite olarak kurulmasını getirmiştir. Böylece üniversite öğretim üyeleri loncasının kurulmasıyla birlikte söz konusu üniversiteler de devreye girmiş oldular. Öte yandan gerek Batı’da kilise ve manastırların gerekse Doğuda medrese ve tarikatların (hepsi olmasa bile çoğunluğunun) eğitim-öğretim açısından önemli görevler üstlendiği, fizik ve astronominin yanı sıra iyi insan olmanın, ahlakın öğretildiği kurumlar olarak tarihe geçmiştir. Üniversite öncesi ve sonrasında da dönemsel olarak temel eğitim ve öğretim mekanları olan bu kuruluşlar bir yönden insanın kendini eğitmesini (Sokrates’in dediği gibi kendini bil’mesi) diğer yönden kamusal alanda yararlı bir fert olmayı eyleyebilmesine olanak tanımıştır. Demem o ki, her çağda bireyler kendi içinde yaşadıkları sorunların üstesinden gelmek için bilgiye ihtiyaç duymuştur. Üniversiteler de bu kuruluşlardan biri olarak bilimsel bilgileri öğrenme ve öğretmenin yanı sıra kendini bilmenin ve insanlığa hizmet etmenin erdemliliğini ön plana alınmıştır. Bireyin üniversite okumasının temel kazancı çoklu ve farklı kültürler arasında kendilik algısını öğrenmesini, kendini bilmesini, neye yetkinliğinin olduğunu, ne yapmak istediğinin bilgisine ulaşmasının sağlandığı bilgi yuvaları olmuş ve bir üniversite kültürünün oluşumuna zemin hazırlamıştır. Loncalıktan kastedilen de budur, üniversite, yapısal ve etkileşimsel anlamda birbirini üreten bir sistem olarak kurum kültürünü yaratmıştır. Bu yüksek öğretim için önemli bir husustur.
Ancak 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da bilimin gelişmesinde önemli rol oynayan Kraliyet Bilim Akademileri devreye girmiştir. Örneğin, Napoli’de 1560 yılının ardından İngiltere’de 1645, Fransa’da 1666 yılında kraliyet ailelerinin desteklediği Bilim Akademileri kurulmuştur. Böylelikle fen bilimleri ve teknik alanlara özgü mesleki bilgilerin öğretimi bu kuruluşlar tarafından yürütülmüştür. Bu gelişmeler diğer ülkeleri etkilemiş ve üniversite eğitimi evrensel düzeyde günümüze kadar gelmiştir.
Bu açıklamalar üzerine nasıl bir üniversite olmalı, diye sorumuza bildik bir cevap vereceğiz. Elbette yönetsel açıdan özerk; düşünce ve fikirler bakımından özgür bir üniversite olmalıdır. Birincisi üniversite özerk olmalıdır. Üniversite demokratik bir ülkenin Anayasal kuruluşu olarak kanun ve kurallara bağlı fakat kendi iç hukukunda bağımsız olmalıdır. Bir üniversitenin rektörü belirli bir süre (örneğin profesör olana kadar) kendi üniversitesinde hizmet vererek yaşadığı üniversitenin kültürünü, güçlü ve zayıf yönlerinin ne olduğunu bilerek üniversite yönetiminde söz sahibi olmalıdır. Bu durumda üniversite rektörü biraz önce ifade ettiği üzere üniversitenin öğrenciye kazandırdığı temel niteliklere haiz ve kendi yetkinliğinin farkında olarak bu görevi yapabilme kabiliyetine sahip olmalıdır. Taktir edilmelidir ki, yönetmek ya da yönetim, bilgi birikimine sahip olmak kadar sanatsal bir çaba da gerektirmektedir. Böylelikle yönetici olarak rektörün her üniversitenin kendi öğretim üyeleri arasından seçimle iktidara gelmeli ve seçilen rektörün göreve gelmesini yine devlet başkanı onaylamalıdır. Bunlar her üniversitede yaşanan ve bildiğimiz uygulamalardır. Yeni bir şey keşfetmiyoruz ve bunun adına demokratik seçim diyoruz.
İkincisi, üniversite özgür olmalıdır. Özgürlük hem öğretim üyelerinin hem de öğrencilerin düşüncelerinden dolayı herhangi bir cezai yaptırımla karşılaşmamasıdır. Farklı kültürlere, düşünce ve fikirlere sahip insanların bir araya geldiği bir ortam olarak üniversitede her öğretim üyesi ve öğrencinin kendi düşüncesini açıklama özgürlüğü bulunmalı ve üniversite öğrencisine örgütlenme olanağı sunmalıdır. Bu durum hem anayasal hak ve sorumluluk hem de insan hakları bakımından önemlidir. Öğrenci kendi düşüncesinin diğerlerinden farklı olduğu için ötekileştirilmemeli aksine her farklı düşünce kendini ifade edecek ortam yaratılmalı ve herkesin birbirini dinleyebilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus herhangi bir şiddet olayına müsamaha edilmemesidir. Üniversite yönetimi ve ortamı demokratik, laik, bilimsel, sanatsal ve sportif gelişmeler ile her türlü düşünce ve fikirlere açık, öğretim üyelerinden oluşan çeşitli kurul ve komisyonlarla görüş ve önerilerin alınmasına özen gösterildiği, özgür tartışmaların yapıldığı, öğrencilerin kendilerini geliştirmesi, öğretim üyelerinin yetiştirilmesi için fırsat ve olanakların yaratılması, ulusal ve uluslararası öğrenci-öğretim üyesi değişim programlarının arttırılması, öğretim üyelerinin kendilerini geliştirmeleri, proje, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine katılımlarının önündeki engellerin kaldırılması konusunda maddi ve manevi tüm desteğin sağlanması, üniversitelere ayrılan bütçelerin adaletli bir şekilde dağıtımının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Üniversiteler belli kişilerin sahiplendiği, tek elden yönetilen malikaneler olmamalıdır. Liyakat ve bilgi sahibi olamayan yönetim ve öğretim kadrolarının yer aldığı bir üniversitede kamplaşma ve kutuplaşmanın haricinde bir şey beklemek fazla iyimserlik olur. Hatta yetkisini kullanama cesareti gösteremeyen tek kişi yönetimi anlayışı, üniversitenin kalitesinin düşmesine neden olduğu gibi ülkenin hem geleceğine ilişkin beşeri ve sosyal sermayesinin gelişmesinin hem de kalkınmasının önüne set çekmiş olur. O halde yeniden özerk ve özgür üniversiteye doğru…
2 yorum
Değerlendirmelerinize katılıyorum. Tek katılmadığım, rektörlerin devlet başkanınca atanmasıdır. Üniversite seçimle kendi yöneticilerini seçebilmelidir. Nasıl ki, yirmi haneli bir köy, kendi muhtarını seçebiliyorsa, üniversite de kendi yöneticilerini seçebilmelidir. .
Sayın Haldun hocam,
Öncelikle metni okuduğunuz ve görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Üniversite kendi yöneticisini öğretim üyeleri tarafından seçmeli fakat onaylayan kurum devlet başkanı olmalıdır, görüşündeyim. Nedeni özerklik, tam bağımsızlık demek değildir. dolayısıyla üniversitenin ulusal bir kimlik ve statüye sahip olabilmesi için devlet başkanının onayının gerekli olduğuna inanıyorum. Naçizane düşüncelerim bunlar. Önemli olan demokratik kurallara bağlı kalmak ve işletmek, tekrar teşekkür ederim.
Aylin