Bugünlerde gazetelerin sayfaları üniversiteleri tanıtan ilanlarla dolu. Televizyonlar ha keza. Bu gayretleri basit bir mantıkla; özel üniversitelerin paralı öğrenci kabul etmeleri nedeniyle bir fazla öğrenciye, yani bir fazla gelire ulaşabilmek için, pazarlama taktiği olarak düşünebiliriz. Devlet üniversiteleri, parasız ve bu nedenle talep fazla. Tabii ki de tercih nedeni sadece para değil. İTÜ, ODTÜ, İstanbul, Hacettepe bir tarafa Eskişehir, Antalya Bursa’daki üniversiteler ve hatta Pamukkale Üniversitesi bile yılların oturmuş üniversiteleri olarak bir adım önde sayılırlar.
Şehir Üniversite Kadar Önemli
Öğrencilere tavsiyem önce şehir seçmeleridir. Gelecekte siyaset ve bürokratik görev düşünenlere Ankara’daki üniversiteleri tavsiye ederim. Ne de olsa Türkiye Ankara’dan yönetiliyor. Ticaret ve hatta dünyaya açılım gibi hedefleri olanlara İstanbul’daki üniversiteleri tavsiye ederim. İstanbul Türkiye’nin özetidir, İstanbul bir tarafa Türkiye bir tarafa. İzmir, yaşama değer veren, başkalarının ne yaptığı ile fazla ilgilenmeyen, kendi halinde demokrat iddialı insanların şehridir. Eskişehir tam bir öğrenci şehri. Sadece üniversite değil, şehir de sizi eğitebilir. Antalya gittikçe gelişen ve hacimsel olarak büyüyen turizm sektöründe yer almanızı kolaylaştırabilir. Gaziantep ticaretimizin hızla gelişeceğini düşündüğüm Ortadoğu’ya sizi yakınlaştırabilir.
İl dışında okumak olgunlaşmanızı hızlandır. Tek başına yaşamayı, arkadaşlık ve dostluk denilen kavramların içeriğini, kısaca kendinizi ve insanı tanırsınız. Yaşadığınız ilin üniversitesinde okumanın ise başkaca avantajları vardır. Maddi olarak rahat edersiniz, hayat daha kolay olur.
Özel Üniversite Tercihinde Dikkat Edilmesi Gerekenler
Özel üniversite tercihi ise ayrıca bir hassasiyet gerektirir. Koç, Sabancı, Bilkent başta olmak üzere bir elin beş parmağı kadar üniversiteyi saymaz isek, özel üniversitelerin önemli bir kısmı rüştlerini ispat etme sürecindeler. Öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki bir üniversite tüm bölümleri ile topyekün iyi olamaz. Muhakkak Türkiye ortalamasının üstünde ve altında bölümleri olacaktır. Peki, hangi bölümün iyi olabileceğini nasıl bilebiliriz. Henüz yeterli sayıda mezun vermedikleri için çıktılar üzerinden fikir yürütmek mümkün değil. Geçmiş yıllarda kaçıncı sıradan öğrenci aldığı önemli bir kriter. Bunu tek veri olarak kabul eden o kadar çok öğrenci var ki; bu veri tek başına, bazı üniversiteleri tercihte üst sıralarda tutan bir kısır döngüye dönüşebiliyor. Talep puanı yükseltiyor, yüksek puan talebi artırıyor. Bunun bilincinde olan bazı üniversiteler öğrencilerin tamamına az ya da çok burs veriyorlar ki, taban puanları düşmesin. Önümüzdeki yıllarda bu üniversitelerin burs imkanlarını daraltacaklarını şimdiden öngörebiliriz.
Bence en önemli kriter öğretim üyesi sayısı ve kalitesi. Bunu “Beslenme ve Diyetetik” bölümünden örnekleyelim. Üniversitelerin web sayfasından ilgili bölüme giriyoruz;
Topu topu iki öğretim üyesi var, işte bu olmadı.
Yeterince öğretim üyesi var ancak hepsi yardımcı doçent, yani kariyerlerinin başındalar bu da olmaz.
Yeterli öğretim üyesi var, profesör, doçent ve diğerlerinin dağılımı fena değil ancak aynı lisanstan, yani Beslenme ve Diyetetik lisanslı bir tane öğretim üyesi yok. Profesörün lisansı gıda mühendisliği, doçentinki kimya bölümü, diğerleri biyoloji vb uzayıp gidiyor. Üniversitelerde farklı lisansların bir araya getirilmesi iyi bir sentez ortaya çıkarabilir. İlgili bölümde doktora yapmış olmak sentezi kolaylaştırabilir. Ancak bu durum sadece bir ihtimaldir. Daha muhtemel olan ise mesleki formasyon bile kazanamamış diploma sahiplerinin ortaya çıkmasıdır. Özetle söylemem o ki, henüz sentez yapma kabiliyetinden uzak olan bizim gibi ülkelerde ısrarla aynı bölüm lisansına sahip öğretim üyesi aranmasını tavsiye ederim. En azından iki tane olsun.
Son olarak çocuklarınızın sevdiği işi yapmaları konusunda teşvikçi ve destekçi olmanızı tavsiye ederim. Meslek edinmek bir amaç olmasın, hayallerini gerçekleştirebilmenin bir aracı olsun. Örneğin tıp fakültesini bitiren çocuğunuz, günün sonunda, bir oteller zincirine genel müdür olursa da şaşırmayın.
Birkaç Cümle de Mensubu Olduğum Tıp Fakülteleri İçin Yazayım da, Bitirelim;
TTB’nin hazırladığı bir rapora göre üniversite giriş sınavlarında tıp fakültesini tercih eden öğrencileri kayıt yaptırdıkları fakültelere bakılmaksızın başarı puanlarına göre sıralamışlar. Altı yıl sonra tıpta uzmanlık sınav sonuçlarına göre adayları fakültelerine bakılmaksızın tekrar sıralamışlar. Görülmüş ki sıralama değişmiyor. Bu sonuca göre öğrenci Hacettepe, Cerrahpaşa, Akdeniz veya Pamukkale tıp fakültesini tercih etmekle TUS başarısı açısından bişey kazanmıyor veya kaybetmiyor. Belirleyici olan öğrencinin zeka seviyesi ve çalışma disiplini oluyor. Bu durumun bir istisnası var;
ÖSYM’nin 2017 yılı TUS raporuna göre Pamukkale Üniversitesi sınav notu ortalaması bakımından Türkiye’de 12. devlet üniversitesi oldu. Bu öğrencilerin altı yıl önce üniversite giriş puanları ortalaması 23. sırada imiş. Bu demek oluyor ki PAÜ 23. sıradan aldığı öğrencileri 12. sıraya taşımış. Bu hakikaten büyük başarı.
Bu başarının bir açıklamaya ihtiyacı var. Bildiğim kadarı ile Türkiye’de birinci sınıftan itibaren ”Probleme Dayalı Eğitim” veren tek fakülte PAÜ Tıp. Öğrencileri öğrenme ortamına doğrudan çeken, onlara bilgiyi yüklemek yerine bildiklerini kullanmak, varsa eksiklikleri kendilerinin tamamlaması, yani öğrenmeyi öğrenmek üzerine kurulu bu sistem; yetkin birer saha hekimi yetiştirmek bakımından mükemmel kurgulanmışken, ilaveten TUS başarısı da göstermiş olması bonus olmuş gibi.